Bir sözde milletvekilinin trajik-komik hikâyesi…

İbrahim GUÇLU

“Milletvekili” kavramı, Türkçe Dil Bilimine göre iki kavramdan, “millet” ve “vekil” kavramından oluşmaktadır. Bu iki kavram da Türkçe değil, Arapçadan alınmış iki kavramdır. Bu iki kavramın bileşkesinden de hemen anlaşılacağı gibi “milletvekili” basit tanımıyla, millet tarafından seçilen ve milletin vekili olan kişi (erkek ve kadın) demektir.

“Milletvekili”, parlamenter ve mebus olarak da tanımlanmaktadır. Yani bir parlamentoda oy veren kişileri temsil eden, onlar adına parlamentoda tasarrufta bulunan, siyasi kimliğe de sahip olan kişiyi ifade eder.

Başka bir şekilde tarif edilirse, “Milletvekili”; halk oylamasıyla seçilir. Parlamentonun üyesidir. Kendisinin yasama dokunulmazlığı verilen kişidir. Ülkelere göre değişmekle birlikte, milletvekilleri siyasi partilerden seçildikleri gibi, bağımsız olarak da seçilirler. Başka bir ifadeyle Milletvekili, bağımsız olarak parlamentoda görev alabileceği gibi birçok milletvekili gibi bir siyasi parti çatısı altında da faaliyetlerini devam ettirebilir.

Milletvekillerinin görevleri belirli bir süreliğine (4 yıl ya da 5 yıl) temsil ile sınırlıdır. Teorik olarak kendilerini seçenleri, yani halkı temsil ederler. Her ne kadar belirli bir ilden aday olup da seçimi kazanmış olsalar da seçildikleri ili, bölgeyi veya salt kendilerini seçen seçmenleri değil, bütün milleti temsil ederler.

Oysa Türk Devletinde milletvekillerinin tespiti önemli ve tayin edicidir. Onun için milletvekili tespitleri, halk tarafından yapılmaz, üyesi oldukları parti, partinin merkez organları, esas olarak da partinin genel başkanı tarafından tespit edilirler. Bu nedenden dolayı, milletvekilleri halkın oylarıyla seçilseler de, milletin vekilleri değiller, partilerin ve esas olarak parti genel başkanlarının milletvekilleridirler. Bundan dolayı da halkı değil, partilerini ve genel başkanlarını temsil ederler.

Milletvekilleri, üyesi oldukları parlamentodan görev sorumluluklarını yerine getirmekle yükümlüdürler. Bunlar; hükümet kurmak, kanun koymak, değiştirmek ve kaldırmak; bakanlar kurulunu ve bakanları denetlemek, “bütçe ve kesin hesap kanunu tasarılarını görüşmek ve kabul etmek;” para basılmasına ve savaş ilanına karar vermek; milletlerarası antlaşmaların onaylanmasını uygun bulmak, genel ve özel af ilanına karar vermektir.

Türkiye’de milletvekillerinin bu sorumluluklarını kişisel özerklik içinde, kendilerine oy verenlerin çıkarları çerçevesinde yerine getirdiklerini söylenmek olanaklı değildir. Partilerinin ve parti genel başkanlarının isteklerine göre parlamentoda oy kullanmaktadırlar. Onun için de parlamentoda grup halindeki oy konumu ile kişisel oy konumu iç içe geçmiş durumdadır.

Milletvekilleri gerek devlet ve gerekse diğer kamu tüzel kişilerinde ve bunlara bağlı kuruluşlarda görev alamazlar. Özel gelir kaynakları ve özel imkânları kanunla sağlanmış kamu yararına çalışan derneklerin ve devletten yardım sağlayan ve vergi muafiyeti olan vakıfların, yönetim ve denetim kurullarında hiçbir şekilde görev/rol alamazlar.

Türk Devletinde de, bunun da sağlıklı ve özde işlediğini söyleyebilmek oldukça zordur. Sadece şekil olarak bu konularda uygulama yapılmaktadır.

Milletvekilleri, görevleri gereği yasama sorumsuzluğu ve yasama dokunulmazlığı gibi iki ayrı ayrıcalığa sahiptirler, yasama sorumsuzluğu, milletvekillerinin yasama ve denetim faaliyetlerindeki oy ve sözlerinden ve bunları Meclis dışında tekrarlamalarından dolayı hiçbir şekilde sorumlu tutulamayacaklarını ifade etmektedir. Yasama sorumsuzluğu, mutlak ve süreklidir. Milletvekilliği görevi sona erse de o kişi, görevi sırasındaki oy, söz ve düşüncelerinden dolayı sorumlu tutulamaz.

Türk Devletinde, bu yasama dokunulmazlığı ve yasa sorumsuzluğu da oldukça istismar edilen, kişisel suçların üstünü kapatacak, hak ihlallerine yol açacak kadar problemli bir durumdur.

Türk devletinde, Atatürk/CHP Diktatörlüğünün olduğu dönemde, milletvekillerinin tespiti kesinlikle merkezden tespit edilirler, seçimde oldukça şekli bir olaydır. Bu dönemde milletvekilleri, yerel, şehirlerin temsilcileri olarak tespit edilmezler. Örneğin Trabzonlu bir vatandaş, Diyarbakır’da milletvekili yapılırdı.

1946’da çok partili sisteme geçtikten sonra, milletvekilleri çoğunlukla yerel anlamda tespit edilir oldu. Seçimler de 1950’den sonra bir ölçüde farklı bir anlam kazandı. Ama gerçek anlamda milletin temsilcilerini seçen seçimler olmadılar.

Kürtlerin kendi adlarına siyaset yapmaları Türk Devleti’nin ve Atatürk/CHP Diktatörlüğünün kurulmasından sonra mümkün olmadı; Kürtlerin kendi ve Kürdistan milletvekillerini seçmeleri bugüne dek söz konusu olmadı.

Türk Devletinde milletvekilleri, genel başkanlarına bağlı olarak parti programlarını uygulamak şeklinde bir temsil gerçekleşir. Bu da milletin genel çıkarlarıyla örtüşmez.

 

HDP’DE HİKÂYE DAHA DA DRAMATİK, HER AÇIDAN DEMOKRASİ, HAK VE ÖZGÜRLÜKLER DIŞIDIR

PKK’nın yandaşı ve egemenliği altındaki partilerde, örneğin günümüzde HDP’de durum daha vahimdir. Türk devletinde milletvekillerinin tespiti ve seçimi konusundaki kurallar, kanunlar burada sadece şekli geçerlidir. Gerçek kurallar, bilinmeyen, nereye bağlı oldukları belli olmayan odak (Kandil ve PKK Baronları) tarafından tespit edilen kurallar ve emirlerdir. HDP dışındaki Türk siyasi partilerinde milletvekilleri parti genel başkanları tarafından tespit edilmesine rağmen, HDP’de parti merkez organlarının ve genel başkanlarının milletvekili tespitinde hiçbir rolleri yoktur. Onlar sadece şekli noter görevci görürler. Parti merkez organlarının ve genel başkanlarının dışındaki bilinmeyen odaklar tarafından milletvekilleri tespit edilir. Türk Kanunlarına göre de şekli seçimler yapılır.

HDP’de milletvekili adaylarını tespit eden odak, işleyişinde Atatürk/CHP Diktatörlüğü dönemindeki kurallara, zihniyete, diktatörlük kanunlarına göre çalışır ve işlev yapar. Milletvekili adayları, yerel anlamda, şehirlerin temsilcilerinden oluşmaz. Bilinmeyen karanlık odağın, tanınmayan, yerel anlamda bilinmeyen kişilerin başka alanlardan ve şehirlerden getirilip başka bir şehirde milletvekili adayı olmasına karar verilir. O adayların milletvekili seçilmesinden sonra, milletvekilliklerinin son bulduğu döneme kadar da yerel halk tarafından tanınmaz.

Kürt bölgelerinde hiçbir etkisi olmayan, tanınmayan, ismi cismi bilinmeyen Türklerin Kürt oylarıyla seçilmesi bilinen ve yaşana somut pratiklerdendir.

HDP milletvekilleri, milletin çıkarlarını temsil etmesi söz konusu değildir. Kendi partilerinin programını bile temsil etmezler. Sadece kendilerini tespit eden ve seçimlerini sağlayan odağın, PKK Merkezinin çıkarlarını temsil ederler, onların çıkarlarına göre hareket ederler.

Bu anlamıyla gerçekten milletin temsilcileri değillerdir. Bundan dolayı özerk ve özgür bir kimliğe sahip değillerdir. Uydu karakterindedirler. Verilen emirleri yapmakla görevlidirler. Kendi başlarına inisiyatif kullanmaları olanaklı değildir. Bunun sonucu olarak üretken de değillerdir. Yasama görevlerini yerine getirmekte, onlar için sırdan ve değersiz bir olaydır.

SEMRA GÜZEL DE BÖYLE MİLETVEKİLİ OLMUŞ, KENDİSİNİ KİŞİ OLARAK BİLE SAVUNAMAYACAK KADAR ZAVALLI BİRİ

Semra Güzel de, bu PKK kanunları çerçevesinden tespit edilen ve seçilen bir milletvekilidir. Gerçek halkın temsilcileri değil, PKK’nın, en rafine biçimde de Öcalan’ın kadını ve bağımlısıdır. Mürit karakterine sahip olduğu da yapısal ve içinde olduğu yapının bir gereğidir.

Semra Güzelin böyle tespit edilmesi, milletvekili seçilmesi, insan olarak kendisini mecliste ve mahkeme karşısından savunmaması anlamına da gelmez. Ne yazık ki Selma Güzel, dokunulmazlığı kaldırılınca vasıfsızlığı ortaya çıktı.

Bilindiği gibi Semra Güzel, PKK ile irtibatlı olması gerekçesiyle dokunulmazlığının kaldırılması meclise geldi. Dokunulmazlığının kaldırılmasından önce, Meclis Komisyonunda savunmasını alması, onun da savunmasını yapması gerekirken: Komisyona gidip, yaptıklarını ve görüşlerini, bir milletvekili ve bir insan olarak cesaretle savunmadı/savunamadı.  Kendisini savunmayarak, sıradan bir insan olduğunu gösterdi.  

Milletvekilliği kaldırılmadığı halde, meclis toplantılarına katılmadı. Kriminal bir suçlu gibi firar yolunu seçti. Öyle anlaşılıyor ki, PKK merkezi ondan bunu istedi. O da firar etme yolunu seçti. Ortalıktan görünmeyince, mecliste dokunulmazlığı kaldırıldı, mahkeme tarafından hakkında tutuklama kararı çıkarıldı. O da dışarı çıkmak için, anlaşılan bir garip gibi saklandı. Ama kaçamadan Edirne’de yakalanıp getirildi, tutuklanıp cezaevine konuldu.

Semra Güzel’in genel hikâyesi ve özellikle yakalanma hikâyesi Kafka’nın insanın böcekleşmesi halini bana hatırlattı.

Ayrıca Semra Güzel vakıası, tam anlamıyla trajik-komik bir vakıa ile karşı karşıya olduğumuzu da bize anlatmaktadır.

Tutuklanmasından sonra, sorguda ve mahkemede ne tutum takınacağını da izleyerek göreceğiz. Ona göre analiz yapma olanağını elde edeceğiz.

Diyarbekir, 6 Ağustos 2022

Geef een reactie

Het e-mailadres wordt niet gepubliceerd. Vereiste velden zijn gemarkeerd met *