Bir Kürdün bir Türk Savcısı ile polemiği…

İbrahim GÜÇLÜ

(ibrtahimguclu21@gmail.com) 

Bir Kürt hakkında son mütalaasını veren bir Türk savcısıyla hakkında mütalaa verilen Kürdün polemiği eğlendiricidir diye okuyucularımla paylaşmak istedim. 

SAVCI FİKİR SUÇU YARATMIŞ…

Cumhuriyet Savcısının mütalaası okunduğu zaman, bir fikir suçunun yaratıldığı açıkça görülmektedir. Oysa uluslararası hukuk, İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi, diğer uluslararası sözleşmeler, AİHM Kararları, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası bile, fikri suç kabul etmemektedir. Fikir, inanın en değerli ürünü, insanın olmazsa olmaz değeri, insanlığı geliştiren, insanlığa yol açan en önemli insan ürünüdür. Çünkü insan düşünen bir varlıktır. Düşündüklerini de, toplumla ve çevresiyle paylaştığı zaman fikir oluşumundan bahsedilebilir.

Ne yazık ki Cumhuriyet Savcısı Kürt milleti, Kürdistan’la ilgili üretilen fikirleri içeren makalemi okuyunca,  Kürtleri ve Kürdistan’ı inkâr eden resmi ideolojiyi benimsediğinden, fikirlerimi suç kapsamında ele alma rahatlığını göstermiş.

Ben yıllardır, Kürtlere, Kürt milletine, Kürdistan’a dair düşünceleri üreten ve savunan bir kişiyim. Sadece Kürtlere, Kürt milletine, Kürdistan’a dair fikirleri üretmekle kalmıyor, Kürtlerin milli haklarına kavuşması, Kürt milletinin ve Kürdistan’ın özgürleşmesi, Kürt milletinin diğer dünyadaki milletler ve Türk milleti kadar devlet hakkı da dahil bütün haklara sahip olması için mücadele ediyorum.

Bunu yapmamak, öncelikle beni Kürt olmaktan ve sonra da insan olmaktan çıkarır. Beni hiçsizleştirir.

Bundan dolayı, düşüncelerimi doğru buluyor ve savunuyorum. Bir suç işlediğimi değil, Kürt ve insan olarak görevimi yerine getirdiğimi düşünüyorum. 

BENİM MAKELEMDE İFADE ETTİĞİM DÜŞÜNCELERİN NİTELİĞİNİ BİLİM ADAMLARININ SAPTAMASI OLANAKLIDIR. CUMHURİYET SAVCISININ KENDİSİNİ BİLİM İNSANLARININ YERİNE KOYMASI DOĞRU DEĞİLDİR…

Cumhuriyet Savcısı, yapılan bir ihbar üzerine, yazımı okuduktan sonra, yazım hakkında soruşturma başlattı. Bununla ilgili olarak görüşlerime başvurdu. Ben makalenin bana ait olduğunu ve makalemdeki görüşlere sahip çıktığımı açıkça ifade ettim. Benim görüşlerimin suç olmadığını, tarihi gerçekleri ifade ettiğini dile getirdim. Makalem hakkında bir davanın açılmasının doğru ve yerinde olmayacağını açıkça ortaya koydum.

Bir hukukçu ve bilimle ilgilenen bir kişi olarak, makalem hakkında dava açılmasının, hukuku, İnsan Hakları Evrensel Beyannamesini, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesini, T.C Anayasasını, diğer ilgili uluslararası sözleşmeleri ihlal olacağı da açık olan bir gerçekti. Buna rağmen Cumhuriyet Savcısı, bu ihlali göze alarak hakkımda dava açtı. İddianame tanzim etti. Mahkemenizde bu iddianameyi kabul ederek hakkımda dava sürdürülmesini karar altına aldı. Şu anda davanın sonuna yaklaşmış bulunmaktayız.

Cumhuriyet Savcısı, bir hukukçudur. Bir bilim adamı değildir. Bir Tarihçi değildir. Bir sosyolog da değildir. Bu mahkeme hâkimi olarak sizin için de geçerlidir. Bundan dolayı makalemin içeriği konusunda bir karara varmanız doğru ve hukuka da uygun değildir. Benim makalemin uzman bilim adamlarından oluşan bir grup tarafından incelenmelidir. Özellikle de üniversitede Kürtler, Kürt milleti, Kürdistan hakkında uzman sayılabilecek bilim adamalarından (Tarihçi, sosyolog, sosyal bilimci) bir bilirkişi gurubu tarafından incelenmesinin zorunlu olduğunu düşünüyorum.

CUMHURİYET SAVCISI MÜTALAASINDA DA KÜRTLER, TÜRK KÜRT İLİŞKİLERİ KONUSUNDA DA YANLIŞ TARİHİ BİLGİLERE SAHİP OLDUĞUNU ORTAYA KOYMAKTADIR…

Kürtler, Ortadoğu’nun en eski milletlerinden biridir.5000 yıldan fazla bir tarihe sahiptirler. Türklerin 1071 yılında Ortadoğu’ya geldikleri bir gerçektir. Bu gerçeğe rağmen, Türklerle Kürtlerin aynı millet olduklarını, son tahlilde Kürtlerin de Türk olduğunu savunmak bir garabettir.

Bu bilgi kesinlikle sosyolojik, tarihi gerçeklere aykırıdır. Kürtlerin de Türk olduğu tezi ırkçı bir tezdir. Kürt milletini yok saymaktır.

Sadece Türkiye Cumhuriyeti Devletleri sınırları içinde sömürge koşullarında yaşayan Kürt millet gerçeğine bakarak, Kürtlerin Türk olduğunu ileri sürmek, Kürtlerin ve Kürdistan’ın bölünmüşlüğünden de haberdar olmamaktır.

Bugün Ortadoğu’da inkâr edilmeyecek bir gerçek var ki, o da Kürlerin ülkesi Kürdistan’ın dört parçaya bölünmesidir. Her bir parçasının Dört sömürgeci devletin sınırları içine mahkûm edilmesidir. Bu gerçeğe göre, Kürtler Türkiye’de, İran’da, Suriye, Irak’ta yaşayan bölünmüş bir millettir. 

Cumhuriyet Savcısının tezinden hareket edersek, o zaman Kürtler Türkiye’de Türk, Suriye ve Irak’ta Arap, İran’da Fars olmaları gerekir ki. Gerçeğin bu olmadığı Kürdistan’ın dört parçasında bir bağımsızlık ve özgürlük mücadelesinin varlığıyla ortadadır. Irak’ta Kürdistan Federe Devleti diye bir gerçeğin olmasıdır.

Bu büyük ve değişmez gerçeğin yanında, Cumhuriyet Savcısı başka büyük bir yanlış daha yapmaktadır. O da Kürtlerle Türklerin ilişkisinin gönüllü bir ilişki olduğu konusundadır.

Kürtlerle Türklerin ilişkisinin “gönüllü” bir ilişki olduğunu ileri sürmesidir. Oysa gerçek bu değildir. Kürtlerin Türklerle ilişkisi, sömürgeci-sömürge ilişkisi denilen bir zora dayanmaktadır. Özellikle Kürtler Jakoben Kemalist Türk Devletinin kuruluşundan sonra, Osmanlı İmparatorluğu dönemindeki otonomi statüsünü, bütün milli haklarını kaybettiler.

Kürtler bu duruma razı olmadılar. Milli haklarını kazanmak ve bağımsızlıklarını elde etmek için, 1919 yılından itibaren hak arayışlarını, aydınca, örgütsel, kitlesel olarak ortaya koydular. Bu milli hak arayışlarının askeri güçlerle bastırılmak istenmesi üzerine, milli ayaklanmalara dönüştü. Bu milli ayaklanmalar, 1938 yılına kadar devam etti. Ne yazık ki Kürtler bağımsızlığına kavuşmadan, milli haklarını elde etmeden mili ayaklanmaları katliamlarla bastırıldı.

O tarihten sonra Kürtlerle Türkler arasındaki ilişki gönüllü bir ilişki olmadı, zora dayanan bir ilişki; yasaklara dayalı bir ilişki, toplu gözaltılar ve işkencelerle devam eden bir ilişki; yargılanmalarla devam eden bir ilişki, toplu sürgünlerle devam eden bir ilişki: karşılıklı güvene dayalı olmadan devam eden bir ilişki oldu.

Benim yargılanmam da bu ilişkiyi ifade eden gerçekliklerden biridir. Bu yargılanmam benim ilk yargılanmam değildir. Kürtler, Kürdistan, Kürt millet meselesinde, Kürtlerin haklarının savunulması konusunda karşı karşıya kaldığım onlarca yargılanmalarımdan sadece bir tanesidir.

Benim ve on binlerce Kürt aydının, siyasetçisinin, yazarının, sanatkârının yargılanmalarının hepsinin haksızlığı ortadadır. Tarihsel gelişme de, bu gerçeği ortaya çıkarmış durumdadır.

Cumhuriyet Savcısının bu yanlış bilgilerine dayanarak hazırladığı 2021/619 Nolu, düşünce ve ifade özgürlüğünü hiçe sayan, kimlik düşmanlığı yapan, ayrımcı davranan, uluslararası hukuka ve anlaşmalara aykırı olarak hazırlanan, Kürtleri yok sayan iddianameyi mahkemenize sundu.

 Öncelikle belirteyim ki iddianameyi hazırlayan savcı, “bir Alman, Bir İngiliz, bir İsveçlidir” desem büyük tepki duyulacak ve denilecek ki “sen cumhuriyet savcısına hakaret ediyorsun. Çünkü Cumhuriyet Savcısı bir Türk’tür.” Bu yaklaşımda bir terslik yok. Doğruyu ifade ediyor.

Aynı yaklaşım Ben/biz Kürtler için geçerli olmuyor. Biz Kürt olduğumuz halde bize Türk denilmesi, hakaret ve ayrımcılık kabul edilmiyor. Halkın bir kesimini diğer bir kesimin aleyhine kışkırtmış olunmuyor. Daha önceki duruşmada ve savunmamda da ifade ettiğim gibi Cumhuriyet Savcısının hazırladığı iddianame ciddiyetten uzaktır.

Suçlama konusu yapılan yazım oldukça temel, önemli, tarihi, sosyolojik bir konuyu tartışma gündemine getirmiş olmasına rağmen, Cumhuriyet Savcısı, yazımın içeriğine ilişkin hiçbir inceleme ve araştırma yapmadan, hukukçu olmayanların bile hazırlayamayacağı bir iddianame hazırlamış. İki paragraflık bir iddianame ile de mahkûmum edilmem istenmiş. Üstelik de mahkûm edilmek istenen kişi de bir hukukçu, savcıdan daha tecrübeli 1970’ların avukatı bir kişi. Kendisi onlarca davadan yargılanmış. Bir de onlarca siyasi davada avukat olarak savunma makamında oturmuş. 1960 sonrası Türk Ceza Kanununa giren birçok maddenin değişmesi için mücadele eden, bunlardan dolayı yargılanıp ceza alan kişi. Ceza aldıktan sonra da, o Türk Ceza Kanunun birçok maddesi değişmiş, bugün esemesi okunmuyor. Genç savcıların ve hâkimlerin çoğu da bunlarla ilgili bilgi sahibi bile değillerdir diye düşünüyorum.

Yazımın yazılmasının üzerinden 2 yıla yakın bir zaman geçmiş olmasına rağmen, Cumhuriyet Savcısının iddialarının hiç birinin gerçekleşmemesi bile, Cumhuriyet Savcısının geri adım atmasını engellememiş.”Ben bir iddianame hazırlayayım, topu mahkemeye atayım ne olursa olsun” denilmiş. Mahkemelerin enerji kayıpları, kâğıt israfları, inceleme ve araştırma konusunda çekecekleri zahmet, bizim mahkemede doğal olarak kapışmamızın kaçınılmazlığı da hesap edilmemiş. Şu an zaman kaybı olan, hiçbir ciddiyeti de olmayan bir dava ile karşı karşıyız.

Üstelik de ortaya sürülen ve mahkemeye tevdi edilen de, üç paragraflık ama hiç anlamlı olmayan bir iddianame.

Açık ki, benim yazımda ifade ettiğim konu oldukça ciddi, üzerinde siyasal, sosyolojik, milletlerin hakları ve ilişkileri, Türkiye’deki çoklu ve çoğulcu millet, din, mezhep, sınıf, düşünce, siyasi düşünce ve kurumlaşmaları göz önüne alarak sonuçlara varılması gereken bir yazı.

Ama savcı açısından sıfır var elde sıfır. Bu yaklaşım, çok büyük bir küçümseme ve büyüklük duygusunu da ele vererek, Cumhuriyet Savcısı kendisini bizim üstümüzde bir yerde konumlandırıyor. Buna hakkı yok. Netice olarak Cumhuriyet Savcısı bizim vergilerimizle hayatını iademe ettirin bir bürokrat. Bizim hizmetimizde olan biridir. Efendimiz değil. Hizmetçimiz. Haklar açısından da eşit olan iki kişiyiz.

Cumhuriyet Savcısı, hukuktan, haktan falan bahsetmiş olsa da yargılanan hakkında bir lehte bir tutum sahibi değil. Onun için karşı iki kampın insanları olarak karşı karşıyayız.

Diyarbekîr, 24.01. 2022

Geef een reactie

Het e-mailadres wordt niet gepubliceerd. Vereiste velden zijn gemarkeerd met *