Yarım asırlık evlilik ve cesurca bir karar ( II )

İbrahim GÜÇLÜ

(ibrahimguclu21@gmail.com)

Birçok dost ve arkadaş birinci yazıma çok değerli ve içerikli yorumlar yaptılar. Bu yorumlardan dolayı değerli dostlarıma ve arkadaşlarıma teşekkür ediyor. Saygı ve sevgilerimi sunuyorum.

Birinci yazıma gelen yorumlardan ikisi, Senay kardeşimin ve Küçük kızımız Berfin’in yorumları oldukça dikkat çekici. Siz dost ve arkadaşlarımla bu iki yorumu paylaşıyorum.

Senay Kardeşimi yanlış anlamamışsam yorumunda verdiği bilgiye göre 1990’lardan sonra olsa gerek, ailesi ile bir Almanya şehrinde yaşıyor. Başka bir Almanya şehrinde Hukuk Fakültesini kazanıyor. Ama ailesi o yıllarda ve Almanya’da bile kızını başka bir şehre cesaret edip gönderemiyor. Başına bir şeylerin gelebileceğini düşünüyor.

Oysa 1965 yılında bundan 55 yıl önce, Kürdistan’dan bir Kürt kızının ve parmak sayısı Kürt kızlarının Türk metropolleri olan Ankara ve İstanbul’da okul okumaları için gönderilmeleri ve gitmeleri; hiç şüphe yok ki kültürel, gelenekler, medeni açıdan çok anlamlıdır. Ayrıca incelemeye ve araştırılmaya değer bir konudur.

Senay Kardeşim yine yazarken, 1965 yılında bir Kürt kızının (kızlarının) üniversite okumak için Türk metropollerine gitmesinin devrim niteliğinde, büyük, oldukça cesur bir davranış ve karar olduğunu da yazıyor.

Ben de birinci yazımda bunları belirtmiştim. Şimdilerde de Senay Kardeşimin bu görüşlerine katılmamak olanaklı değildir.

Yine sosyal açıdan bir yakınımız olan genç bir üniversiteli kızımızın görüşleri de ben/bizi duygulandırdı. Siz dost ve arkadaşlarımla paylaşmayı af’ınıza sığınarak uygun gördüm.

Senay kardeşimiz diyor ki: “Şimdi çok duygulandırdınız beni. 1993 yılında Gülfer Xan ile sizi Dortmund üniversitesinde bir panelde tanıdım, o gün henüz 23 yaşında ve Kürt meselesine çok uzaktım, bir işçi çocuğu olarak bizim dönemimizde Almanya’da yabancı uyruklu 100 kişiden sadece bir kişi üniversiteye kadar gelebilmişti.  Ailemin Şiddetle karşı çıkması nedeniyle hukuk fakültesine gidememiştim çünkü Münster şehri oturduğumuz şehre Duisburga çok uzaktı. Bende çaresizlikten kentimizde siyasal bilimler fakültesine kayıtlarımı yapmıştım. O gün, sizin paneldeki konuşmalarınızdan etkilenerek siyasal bilimlerini mutlaka ne pahasına mal olursa olsun okuyup bitirmeye karar vermiştim. Çünkü ulusal ve milli damarıma dokunmuştunuz. Böylece sizinde emeğiniz var üzerimizde. İyi ki sizi tanımışım. Gülfer Xanımı ve sizi 27 / 28 yıl sonra Amed’de tekrar görmek fena mutlu etmiştir. Sanırım birlikte yaşlanıyoruz. Tebrikler ederim sizleri. Her şey hak ettiğiniz gibi güzel olsun. Sevgiyle kalın.”

Değerli ve çalışkan kızımız Berfin Sönmez diyor ki: Amcacığım merhaba. Gülfer ablamla olan 50 yıllık hikâyenizi gururla okudum. Siz bizim için yaşayan efsanelersiniz. Sizleri çok seviyoruz. Dünyada önemli olan tek şey sevgidir. Sevgi bütün zorlukları ve engelleri aşar. Sevgi şiddetin karşısındaki en büyük güçtür. Sevgi sağlam temellere oturtulmuşsa yıkılması olanaksızdır. Canım Amcam senin ve çok değerli Gülfer ablamın sevgisi cesareti ve can yoldaşlığı bizlere rehber olmuştur. Aynı zamanda Hayata bakış açınız, değerli bilgileriniz biz gençlere ışık olmuş ve bize büyük katkısı olmuştur.  Siz değerli büyüklerimizin varlığı bile bizim için çok büyük bir mutluluk ve onur kaynağıdır. Sizler aşkınızla bize devrimi, yoldaşlığı, dostluğu öğrettiniz. Umuyorum ki çok sevgili GÜLFER annemiz ve çok değerli İBRAHİM babamızın aşkı uzun yıllar sürerek bize ışık olur. Bizler aydın düşünceye değer vermeyi siz değerli açık görüşlü büyüklerimizden öğrendik. Gelecek geçmişten güç alarak ilerler. Bizim gücümüz sizlersiniz. Gülfer anneye ve İbrahim babamıza selamlar sizleri seviyoruz. Evliliğinizin 50. yılını kutlar beraber nice mutlu seneler dilerim Sizi çok seviyoruz, saygılar selamlar Küçük kızınız Berfin’den sevgilerle”.

Bu paylaşımlardan sonra hikâyemize devam edebilirim.

Gülfer’le tanıştığımız zaman, ben Ankara Hukuk Fakültesinin 3. Sınıf, O da 4. Sınıf öğrencisiydi. Haziran imtihanlarına beraber girdik. O Haziran döneminde bütün derslerini verdi. Ben iki dersten ikinci döneme kaldım.

İkinci dönem imtihanlarına girme fırsatı bulmadan, Ekim 1970 yılında DDKO’ya karşı devletin büyük operasyonu başladı. Ankara ve İstanbul’da gözaltılar oldu. Ben de Diyarbakır’da Türkiye İşçi Partisi (TİP) Kürt delegelerinin 4. Büyük Kongre için Kürt meselesi için hazırlanacak karar tasarısı için Ankara DDKO temsilcisi olarak yolda idim. Diyarbakır’a gittiğim zaman operasyonu öğrendim. Diyarbakır’da DDKO kurucusu ve eski başkanı Yümnü Budak, Dr. Tarık Ziya Ekinci, Canip Yıldırım’ın gözaltına alınmış ve Ankara’ya götürülmüşlerdi. Ankara ve İstanbul’da da operasyonların yapıldığını öğrendik. Ama o günkü koşullarda telefonlar olmadığından, kimlerin gözaltına alındıklarına dair somut bir bilgi yoktu. Operasyondan sonraki gündeki gazetelerde gözaltına alınan belli arkadaşlarımızın isimleri vardı. Gazetelerde, benim hakkımda da “gıyabi tutuklama” kararı verildiği yazıyordu. Çünkü Ankara’da olmadığım için ilk planda gözaltına alınmadım ve tutuklanmadım. Onun için hakkımda “gıyabi tutuklama” kararı verilmişti.

Diyarbakır’dan Ankara’ya dönüşümde Gölbaşı’ndan sonra Kepekli Boğazında büyük ve benim de hesap etmediğim bir polis operasyonla gözaltına alındım. Uzun bir sorgulamadan sonra, ertesi gün savcının karşısına çıkarıldım. Savcı benim hakkımda tutuklama talebiyle Mahkemeye dosyamı gönderdi. İlk sorgu mahkemesi, benden önce Mümtaz Kotan (Ankara DDKO Kurucusu), Sabri Çepik (Ankara SDDKO Yönetim Kurulu üyesi), Nezir Şemmikanlı (Ankara DDKO üyesi), M. Emin Bozarslan, Dr. Tarık Ziya Ekinci, Canip Yıldırım, Musa Anter (DDKO Danışma kurulu üyeleri) hakkında tutuklama karar verdiği için; ilk sorgu hakimi, benim ve avukatlarımın, savcının tutuklama talebinin yerinde olmadığına ilişkin görüşlerimize önem vermeden hakkımda tutuklanma karar verdi.

Doğal olarak karardan sonra Ankara Ulucanlar Kapalı Cezaevine gönderildim. Bu arada benden önce tutuklanan arkadaşların tutuklanmasına, avukat arkadaşların itiraz ettiklerine dair bilgi aldım. Ben yapılan operasyonun ciddiyetini ve kapsamını, Türkiye’nin o günkü siyasi koşullarını ve çatışmalı ortamını, darbenin ayak seslerinin duyulmakta olduğunu göz önüne alarak, avukat arkadaşların itirazının karşılık bulmayacağını ifade ettim. Bu görüşlerimde yarı-yarıya doğru çıktım. Cezaevindeki tecritten Ankara Ulucanlar Kapalı Cezaevine götürüldüğüm zaman, avukat arkadaşlarımızın itirazı üzerine M. Emin Bozarslan, Dr. Tarık Ziya Ekinci, Canip Yıldırım, Musa Anter’in serbest bırakılmışlardı. Mümtaz Kotan, Sabri Çepik, Nezir Şemmikanlı’nın tutukluğunun devamına karar verilmişti.

Böylece mahpus olduk. Avukatlar, hukukçu arkadaşlarımız tutukluluk serüvenimizin çok uzun olmayacağı öngörülerinde bulunuyorlardı. Ama hikâye ortaya çıktı ki iş o kadar kolay ve ucuz değil. Sonraki gelişmelerin de gösterdiği gibi uzun bir mahpusluluk serüvenimiz başlamıştı. Bundan dolayı da mahpusluğun gereğini yerine getirmemiz gerekiyordu. Biz de ilk planda cezaevinde bulunan diğer devrimci siyasi tutuklularla birlikte yaşamımızı planlamaya başladık. Bizden önce siyasilerin başlattığı yaşamı ve yaptıklarını anlamaya çalışıyorduk. Hapishane içindeki haksızlıkların ve yönetimin hukuk dışı yaklaşımlarının ortadan kalkması için bir çalışmanın içinde kendimizi bulduk. Kısa sürede de hapishaneyle uyum sağladık. Bu uyumda, siyasi olmayan tutukluların üçte birinin Kürt olması büyük yardımcı oldu.

OLDUKÇA CESUR BİR KARAR…

Gülfer’in ve Mümtaz Kotan’ın Hukuk Fakültesi nişanlısı Behiye’nin de içinde bulunduğu bir grup arkadaşımız: Bir yandan hukuki işlerimizi gidermeye çalışıyorlardı. Bir yandan hapishane yemeklerinin kötü olmasından dolayı dışarıdan yemek getirmeyi planlıyorlardı. Diğer yandan da biz içerde bulunan üç hukuk fakültesi öğrencisinin  (Ben, Mümtaz Kotan, Sabri Çepik) ikinci dönem imtihanlarına girmemiz için, Hukuk Fakültesi yönetimi üzerinde baskı kurarak, bizleri hapishanede imtihan yapmaları için ikna etmeye çalışıyorlardı.

Hukuki sorunların çözümlenmesi zamana yayılmış bir şekilde devam etti. Yemek sorunu hemen çözüldü. İkinci dönemde imtihan için Hukuk Fakültesinin yönetimi zor da olsa ikna edildi. İmtihanlara girme olanağımız oldu. Benim sınavıma Hukuk Fakültesi Asistanı Adil Özkul (Sosyalist ve FKDF Başkan Adayı), ünlü Kemalist İdare Hukuk Asistanı Uğur Mumcu geldiler. Ben hapishanede 3. Sınıftan 4. Sınıfa geçmiş oldum.

Gülfer, Hukuk Fakültesi bitirmiş, avukatlık stajyerliğine başlayacaktı. Serbest avukatlık için hazırlıklarını yapacaktı. Doğal olarak kendi kararına ve kendisi için çizdiği yol haritasına göre Diyarbakır yolculuğuna çıkacaktı.  Ama ondan önce ifade ettiğim gibi tüm arkadaşlarımızla birlikte kendine düşenleri bizler için yaptı. Yemek getirmelere katkıda bulundu. İkinci döneme kaldığımız derslerden imtihan hakkını sağlamamız için yapılan çalışmalar içinde oldu.

Gülfer, Diyarbakır’a gitmeden ve yeni yaşamı için önemli hayati adımı atmadan önce hapishanede bizleri ziyarete geldi. Bu Son görüşmemizde hayat arkadaşlığı için teklifte bulundum.

Gülfer, “ben Diyarbakır’ın dışında bir yerde özel hayatımı ve meslek yaşamımı sürdürmem.” dedi. Haklı olarak Orta Anadolu Kürdü olarak Diyarbakır’a gelemeyeceğimi düşünerek, bir anlamda “hayır” demiş oluyordu.

Onun cevabına karşılık, benim cevabım de açık oldu. Dedim ki: “Benim Kürtlük mücadele serüvenim, benim de Diyarbakır’da yani Kürdistan’da olmamı gerektiriyor. Senin cevabın bana olumlusuz da olsa, Kürdistan’da Diyarbakır’da özel hayatımı ve eğer şartlar elverirse meslek yaşamımı, mücadele hayatımı sürdüreceğim.”

Benim bu cevabım Gülfer’in de beklemediği bir yaklaşım oldu.

Bu cevabıma rağmen, teklifimi kabul edeceğini düşünmemiştim.

Beklemediğim bir anda benim önerime olumlu yanıt verdi. Hiç şüphe yok ki, Gülfer’in verdiği cesur ve kendine güvenli cevap da, beni hem şaşırtmış ve hem de sevindirmişti.

Beni şaşırttı. Çünkü hapiste olan, geleceği de çok belli olmayan bir insanın talebine “evet” diyordu. Bu oldukça maceracı bir davranıştı.

Ayrıca beni şaşırttı. Çünkü geleneksel Kürdistan toplumunun bir kızı olarak, ailesinden bağımsız karar vermesi sıra dışı bir davranışı ifade ediyordu. Ayrıca bu tutumu büyük bir özgüveni gösteriyor ve bağımsız karar alma yeteneğini ve kişiliğini ortaya koyuyordu.

O zaman, “Gülfer bana uygun bir hayat arkadaşı, hatta benden daha cesur dedim.”

İtiraf etmem gerekir ki, Gülfer’in yaklaşımı o koşullarda aslında ürkütücü olarak da ele alınabilirdi. Ama Gülfer oldukça olağan bir konumla yanıtlarını vermişti.

Cevabı beni sevindirdi, çünkü benim talebimi ve isteğimi olumlu karşılamıştı. Düşündüğün hayat ve mücadele yolunda çok temel bir taş atmış oluyorduk.

BU EVLİLİĞİN, “ÇETİN CEVİZ” BİR EVLİKİK OLACAĞINI İLK ELDEN TESPİT EDEBİLİYORDUM…

Gülfer’in teklifime verdiği cevap, OLAYA yaklaşım tarzı, sıra dışı davranışı, bu evliliğin “çetin ceviz” bir evlilik olacağını da bana anlatıyordu. Benim de buna göre kendimi donatmam ve bu evlilik konusunda hazırlıklı olmam, geleneksel evlilikten ve var olan evlilikten farklı olarak yeni bir evlilik ve ortak yaşam kültürü edinmem gerektiğini öngörüyordu.

Hiç şüphe yok ki, demokrat olduğum konusunda kendi aile çevremde, köyümde, örgütümde demokrasi sınavı verdiğimi düşünüyordum. Tüm kadınların hakları, kadın erkek eşitliği konusundanda ortodoks bir yaklaşım ve ilkesel kültüre sahip olmama rağmen, yeni evlilik açısından, içinde birçok “acaba”ları barındıran bir durum vardı.

Bu nedenle benim ortak evlilik yaşamına ilişkin tereddütlerim tekliften önceye göre artmaya başladı. Ama bunları aşma konusunda da kararlıydım.

ORTAK YAŞAMA KARAR VERDİKTEN SONRA İLK KOLLEKTİF KARARIMIZ…

Gülfer’in Diyarbakır’a gitmesi kesin olduğundan, bu konuda söylenecek sözüm yoktu. Ama Diyarbakır’da kimin yanında avukatlık stajı yapmasını kendisine önerdim. Önerdiğim Dr. Tarık Ziya Ekinci’nin kardeşi Tahsin Ekinci oldu.

Gülfer de bu önerimi kabul etti. Bunun için Tahsin Ekinci’ye bir mektup yazdım. Mektubu Gülfer’e verdim. O da mektubu götürüp Tahsin Ekinci’ye verdi.  O da hiçbir itiraz ileri sürmeden Gülfer’in ve benim talebimi kabul etti.

Gülfer’le bu ortak yaşam kararımızdan sonra hayatımıza ilişkin daha karmaşık ve önemli gelişmeler oldu.

Bunları yazmaya devam edeceğim.

Diyarbekîr, 11 Ağustos 2020

                          (Yazım devam edecek )

Geef een reactie

Het e-mailadres wordt niet gepubliceerd. Vereiste velden zijn gemarkeerd met *