Son günlerde olası gelişmelere ilişkin ve seçim atmosferinin yarattığı puslu havanın derinliklerinde sürdürülen pazarlıklar, görüşmeler ve bilinmezliklerle dolu “yol haritalarından”, “çözüm reçetelerinden” bolca söz edilmektedir.
Ancak görünen o dur ki çok sınırlı sayıda gizemli bir ekibin dışında, olaylara vakıf olan kurum ve kuruluştan söz etmek çok güç.
Ekranlarda ve sahnede koşuşturan aktörlerin de bu gelişmelere vakıf olmadıklarını, salt kurye görevini üstlendiklerini kendi beyanlarından anlaşılıyor.
Elbette, siyasal kimliğimiz ve siyasal tercihlerimiz gereği, herkes bulunduğu yerden ve pencereden olaylara ve olgulara yaklaşır.
Mevcut seçimler ve Ankara odaklı girişimler, diyaloglar serisi, koltuk sevdası vs gibi hareketlilikler ilgimizi çekmiyor, siyasal ve stratejik güzergâhımız gereği, bu tür arayışları net bir dille reddediyoruz yaklaşımları takdire şayandır.
Ancak, görevlendirilmiş kimi koltuk ve ticaret sevdalılarının, Hatip’in `çöplüğü`nde kulis fiskoslarını talimat diye algılamaları, bunları etraflarına ısrarla, Ahmet ağabeyinin “çiroklarını” (masal) ve nasihatlerini anlatarak ön mevzilerde, medya ekranlarında arz-ı endam eden kişileri sıkça görmeye başladık.
`Aç tavuğun rüyasında, kendisini darı ambarında görmesi` gibi kimi dostlar da olur olmaz yerde ya da medya karşısında güç odaklarına “şabaş” yaparak kuytuluklarda, kıyılarda bir koltuk, bir ihale ya da bir post elde edeceklerini düşünmeleri garipsememek elden değildir.
İttifaklar, işbirliği ve birlikte iş başarmanın temel yolu, tarafların stratejik ve ilkesel davranmalarına bağlıdır.
Uzak ve yakın hedeflerden uzlaşamayan, salt `dostlar alışverişte görsün` misali, mavi boncuk dağıtmalar ve diyalog kurmak için diyalog komisyonları oluşturmak beyhude bir çabadır.
Diyalog, kelime itibariyle tarafların birbirleriyle olan temas ve ilişkilerini ifade ediyor. Dolaysıyla grup ve partilerin ortak siyasal mücadele gereği diyalog kurmak için diyalog komisyonları oluşturmaları gerekmiyor. Diyalog ilişkisini sürdürebilmek medeni ilişkilerin bir gereğidir.
Her türlü ittifak, güç ve eylem birlikteliği, cephe ya da ortaklaştırıcı tavır geliştirme, Kürdistani değerler, semboller eksenli olmak zorundadır.
Kendi vatanında kendi kendini yönetme ve devletleşme taleplerinden yoksun bu “birlik ve ittifak” girişimleri, günü kurtarma siyasetinin bir sonucu olduğu izlenimini veriyor.
Bu da gösteriyor ki grupsal çıkarlar temellinde geliştirilen söylemler, yaklaşımlar ulusal çıkarlarımızı zedelemektedir ve işgalci güçlerinin ülkemizdeki varlığını meşrulaştırmaktadır.
Elbette, bu vahşi sistemin çarkları arasında yaşıyoruz ve sonuçları bizi etkilemektedir. Sistemin kendi içinde ve dışındaki hareketlilikleri ve politik tercihleri bizim yaşamımızı etkilemektedir. İşte bunun için her zaman yaklaşım ve tercihimiz, bu sistemi zayıflatan, güçsüz kılan ve teşhir eden girişim ve adımlardan yana olmalıdır diyoruz. Politik tercihlerimiz ve siyasal duruşumuz daima sistemle hesaplaşma ekseninde yol almalıdır.
Türkiye’deki seçimleri, her defasında topluma varlık-yokluk temellinde dikte edenler, genellikle bu sistemden nemalanmak isteyenlerdir. Bunlar beş yıldızlı otel lobilerinde, lüks restoranlarda ya da içki masalarında seçim ve ihale pazarlığını yapan politik simsarlardır. Onların yegane kutsalı ve tercihleri paranın rengi ve limitidir.
Celladına aşık olan, ona övgüler yağdıran ve onun hassasiyetlerini içselleştiren birey ve kurumların iflah olmasını beklemek, safiyane bir duygu ve düşüncedir.
Kurd politik güçleri, bu gerçeklerin ışığında, ulusal çıkarlar temellinde geleceklerini inşa etmekle yüz yüzedirler.
Uluslararası konjonktür, çok az dönemde Kürd halkının önüne bu denli fırsatlar ve imkânlar sunmuştur. Yeter ki Kürdistan halkının ulusal çıkarları doğrultusunda işgalci güçler karşısında birlikte ortak bir tutum takınalım ve bir kez daha “ümmet ve enternasyonalizm” sakızını dağıtan egemen güçlerinin politik simsarlarına kanmayalım.
Yıllardır “din kardeşiyiz” nakaratıyla Kürd halkını aldatan, ulusal taleplerden uzaklaştıran ve sisteme entegre operasyonunda rol alan sağ, sol, dindar sıfatlı aktörler, kurum ve kuruluşlar bir kez daha aynı oyunu sahnelemek istiyorlar.
Son günlerde, egemen medya aracılığıyla Türk milliyetçiliği sosuyla süslenen “ümmet ve enternasyonalizm” kavramlarının bir kez daha Kurd halkının geleceğini ipotek altına alınmak amacıyla sıkça kullanıldığını görüyoruz.
Her zamanki gibi Türk egemen güçleri, bu kavramları tekrardan sos kazanına batırarak Kurd halkına uzatmaktadırlar.
Umut ediyoruz ki, Kürd politik güçleri ve aydınları, bir kez daha bile, bile sonucu belli olan bu oyuna “lades” demekten sakınırlar! 18/02/2015
Cano Amedî