Nezirê Cibo’nun, Kürt Tarihinde Garzan ve Pencinarîler kitabının (İBV Yayınları, Nisan 2016) önemli bir özelliği var. Kitap, aşiret olgusunun, Kürt tarihindeki yeri ile ilgili önemli belirlemeler yapıyor.
Aşiret, Kürdlerin, Kürd toplumunun hem var olma, kendini koruma, bugünlere kadar gelme nedeni, hem de uluslaşıp bir devlete sahip olamamanın önemli nedenlerinden biri olarak ortaya çıkıyor.
Kürdistan, Yakındoğu’nun, Ortadoğu’nun kavşak noktasında bulunmaktadır. Batı’dan Doğu’ya doğru yapılan seferler, Asya’dan Batı’ya doğru yapılan seferler, her zaman Kürdistan’ı da içine almaktadır. İskender’in (M.Ö 356-323) Asya seferinde, daha sonra, Pers ve Roma istilalarında, bu istilalara karşı Kürdler hep aşiretler olarak direnmişlerdir.
Yedinci yüzyılda, İslam istilalarına, 11. yüzyılda Oğuz akınlarına, 13. yüzyılda, Moğol akınlarına karşı, Kürdler hep aşiretler olarak direnmişler, varlıklarını sürdürmüşlerdir.
Aşiretlerin önemli bir özelliği, aşiretler arasında, sürekli mücadelenin olmasıdır. Bu mücadele aşiretler arasında savaşlara kadar varmaktadır. Aşiretler arasındaki üstünlük ve liderlik mücadelesi, bitmez tükenmez bu mücadele, Kürdlerin birlik olmalarına, uluslaşmalarına, çağdaş bir siyasal forma, devlete de sahip olmalarına engel olmaktadır.
Aşiretler arasındaki savaş, bazen, aynı aşiret içinde, akraba iki aile arasında da görülmektedir. Aynı aşiret içindeki iki aile arasında, çok yakın iki akraba arasında aşiret liderliği konusunda çok çetin çatışmalar söz konusu olabilmektedir.
Aşiretler arasındaki mücadelede bir aşiretin, bağlı bulunduğu devletin güvenlik birimleriyle, istihbaratıyla ilişki kurarak, bu devletten yardım alarak, hasım aşireti geriletmeye çalışması da vardır.
Devlet ve aşiretler arasındaki bu ilişkiyi diyalektik olarak incelemek de gerekir. Aşiret, öbür aşirete veya aşiretlere üstünlük sağlamak için, devletin yardımını aramaktadır. Devlet de Kürdistan’da var olabilmek için, aşiretle veya aşiretlerle ilişki kurmaya çalışmaktadır. İşte bu süreç, Kürdlerin daha üstün bir siyasal forma ulaşmalarına, devlet olmalarına, engel olmaktadır.
Nezirê Cibo’nun, Kürd tarihinde Garzan ve Pencinarîler kitabında, bu süreçlere ilişkin çok zengin olgular, olgusal ilişkiler, analizler var. Tarihsel süreçlerin, bugün yaşanan olgularla, olgusal süreçlerle bağları, uzantıları da ele alınıyor.
Araştırmacı yazar Nezirê Cibo, bu kitapta, Mala Faro’yu inceliyor. Bu ailenin üç önemli ismi etrafında, ilişkileri değerlendirmeye çalışıyor. Bu üç isim, Bişarê Çeto, (1871-1914), Cemilê Çeto (1877-1926), Ehmedê İskan (1890-1932) dir. Mala Faro’nun kendi içindeki çatışmalar, Mala Faro’nun devletle ilişkileri, bu üç isim etrafında ele alınıyor.
Nezirê Cibo, Havêrkan Sultanları 1, Kürt Tarihinden Bir Kesit, (Komal, İstanbul 2010), Havêrkan Sultanları 2, Midyat’tan Baltık Kıyılarına ( Lis Yayıncılık Mayıs 2013) kitaplarında da, Mala Haco’yu incelemişti.
Altan Tan’ın, Turabidin’den Berriyê’ye, Aşiretler, Dinler, Diller ve Kültürler, (Nubihar, 4. Bs. Mart 2013)kitabında, bu yörelerin, ilişkilerin incelendiği söylenebilir.
Eyüp Kıran’ın, Kürt Milan Aşiret Konfederasyonu, Ekolojik, Toplumsal ve Siyasal Bir İnceleme (Elma Yayınları, Aralık 2003 ) incelemesi de bu ilişkileri ele alıyor.
Ramazan Ergin’in, Awina Ya da Kanın Gizli Tarihi, ‘Reşo Kuri’ (Do Yayınları, Temmuz 2007) kitabını da anmak gerekir. Mardin’in Savur İlçesi, Sürgücü Köyü merkezinde, yirminci yüzyılın ilk yarısında, (1919-1945) yaşanan kan davalarını, aşiret çatışmalarını dile getirmektedir.
Bu arada, Zeynelabidin Zinar’ın hazırladığı, Derwêşê Sado kitabını da belirtmek gerekir: Jinawariya Derwêşê Sado, Nas Yayınları, Ocak 2011.
Hüseyin Demirer’in, Ha Wer Delal Emînê Perîxanê’nin Hayatı ( Avesta Kitap,İstanbul 2009) kitabı da önemlidir.
Abdullah Kaya’nın, Dağ Kavmi (Qewmê Çiyê), Kayıt Dışı Bir İsyan, ( Avesta İstanbul, 2009), romanını da belirtelim
Mihmedê Bişar- Bişarê Çeto Mücadelesi
Çetoyê İskan, aşiretlerarası mücadelede, Osmanlı yönetimi tarafından sürgüne gönderilir. Sürgün sırasında, Mihemedê Bişar, Pencinar’ın merkezi Eynqasır’a gelerek aşiretin reisliğini ele geçirir (s. 77). Mihemedê Bişar Çetoyê İskan’ın yeğenidir. Yani Bişarê Çeto ile, Mihemedê Bişar amca çocuklarıdır. Çetoyê İskan sürgündeyken, oğlu Bişarê Çeto da bir süre cezaevinde kalır. Cezaevinden tahliye olunca, Pencinar’ın reisliği konusunda, Mihemedê Bişar ile, çok yoğun bir çatışmaya girer. Bu, aslında her türlü silahın kullanıldığı bir savaştır. Bu çatışmalarda, Mihemedê Bişar’ın üç oğlu ve yeğeni, Bişarê Çeto’nun da kardeşi öldürülür. Oğullardan ve kardeşlerden ayrı, tarafların saflarında savaşa katılan, isimleri belirsiz birçok kişi daha öldürülür (s. 77-78). Bu, 1890-1891 yıllarında cereyan eden bir olaydır.
Bişarê Çeto ve Cemîlê Çeto kardeştir. Çetoyê İskan’ın çocuklarıdır. İskan da Cemîle Çeto’nun oğludur.Ehmedê İskan, Cemilê Çeto’nun kendisinden büyük, Bişarê Çeto’dan küçük ağabeyi İskan’ın oğludur. Ailedeki bir sofrada, İskan, kardeşi Çeto’ya, şaka ile karışık, “…yahu sen ne kadar aç gözlüsün, neredeyse yemeğin tabağını da yiyeceksin…” dediği için, Cemilê Çeto tarafından öldürülmüştür. Ehmedê İskan, Bişarê Çeto’nun yanında büyümüştür (Pencinarîler, s. 113).
Nezirê Cibo’nun, Havêrkan Sultanları 1 çalışmasında da, benzer bir olgu var. Haco (Haco II) Havêrkan liderliğini babasından devralır. 1890 yılları… Rakibi, akrabalarından Cimo’dur. Aşiret reisliği için sürekli çatışırlar, didişirler… Karşılıklı öldürme ve talan sürüp gider. Son çatışma 1896’da gerçekleşir. Devletin desteğini de ele alan Cimo, Haco II’yi ele geçirir. Kafasını keser ve atının heybesine koyar.
Haco II’nin, Êzidî Kürdlerden iki dostu vardır. Cimo, Haco II’nin kafası kesilirken, bu iki Êzidî’yi de kafa kesme olayını seyre zorlar. Haco II’nin kafasını kesen Cimo daha sonra, bu iki Êzidî’nin de kafasını kestirir. Bu üç kesik kafayı, askeri birliğin de desteği ile Havêrkan’da, hükümet konağının önünde sırığa geçirir (Havêrkan Sultanları 1, s. 46, 52).
İslamiyet’in Namusunu Koruma
Birinci Dünya Savaşı sırasında ve sonrasında, bağımsız Kürdistan konusunda bazı öneriler ortada dolaşmaya başladı. Çarlık Rusyası’nın, Büyük Britanya’nın projelerinden söz ediliyordu. İşte bu tür öneriler karşısında, Kürd şeyhleri, ağalar, aşiret reisleri İslam’ın namusunu koruma, İslam ülkelerinin düşman çizmeleri altında inlemesine engel olma adına, bu tür önerilere şiddetle karşı çıkıyorlardı. Kürd şeyhlerinin, ağaların, aşiret reislerinin büyük bir kısmı, 4 Mart 1920’de, Sadaret Yüksek Makamı’na yazdıkları bir dilekçeyle bu görüşlerini dile getiriyorlardı Bu dilekçeyi imzalayanlar arasında Cemilê Çeto da vardı (s. 136-137).
Bu dönemde, Pencinar’ın reisi Cemilê Çeto’ydu. Bişarê Çeto, 1914’de, Bitlis yöresinde, Ruslarla savaşırken yaşamını yitirmişti. Mala Faro’nun reisi artık, Cemilê Çeto’ydu.
Mîr Bedirxan’ın oğulları, Kamil ve Abdurrahman beyler, bağımsız Kürdistan için mücadele eden başlıca kişilerdi. Onlar, Kürdistan’ın bağımsızlığı konusunda Ruslarla ilişki içindeydi. Onlar, bu önerileri, Kör Hüseyin Paşa, Cemilê Çeto gibi bazı Kürd aşiret reislerine, şeyhlere iletmişlerdi. Bunlar, İslam’ın namusunu koruma, İslam ülkelerinin, düşman çizmeleri altında ezilmesine karşı olma anlayışı içinde, bu önerilere şiddetle karşı çıkıyorlardı (s. 134-135). Düşmanlar, İngilizler, Fransızlar, Ruslar, Ermeniler, Rumlar, Süryaniler, Pontuslar… idi.
Bu dönemde, Arnavutlar ve Araplar, Osmanlı’dan ayrılıp kendi bağımsız devletlerini kurmak için çok yoğun bir çaba içindeydi. Örneğin, Araplar, kendi bağımsız devletlerini kurma konusunda, emperyal güç Büyük Britanya ile, çok sıkı bir görüşme yürütüyordu.
Bu ilişkilerin sonucunu günümüze bağlamakta yarar var. Kürdler/Kürdistan bu dönemde, bölündü, parçalandı, paylaşıldı. Dönemin iki emperyal gücü, Büyük Britanya ve Fransa ve Yakındoğu’nun, Ortadoğu’nun, iki köklü devleti, Osmanlı İmparatorluğu ve İran İmparatorluğu, yani bu dört güç, sürecin önemli aktörleridir. Dönemin iki emperyal gücü, Yakındoğu’daki ve Ortadoğu’daki Türk, Arap ve Fars yönetimleriyle işbirliği içinde, sürecin gerçekleşmesi için çaba içinde olmuşlardır.
Bugün, Kürdler, her tarafta Müslüman devletlerin baskısı altındadır. Kürdlere, Kürdistan’a zulmeden, Kürdlerin, Kürd olmaktan, Kürd toplumu olmaktan doğan haklarını vermemek için direnen, bunun için soykırımlar bile planlayan, gerçekleştiren devletlerin hepsi Müslüman devletlerdir. İslam kardeşliği, ümmet kardeşliği adına Kürdlere yoğun ve yaygın bir baskı uygulanmaktadır. Bunları planlayan, gerçekleştiren devletlerin hepsi Müslüman devletlerdir. 18 Mart 1988,Halaepçe’deki Kürd soykırımı unutulmamalıdır. Kaldı ki, bu soykırım 1983-1988 arasında sistematik olarak sürdürülmüştür.
Bu o dönemde, Kürdlerin çok büyük bir aymazlık içinde olduklarını gösterir. Ama bu aymazlığın bugün de devam ettiğini vurgulamak gerekir.
Döneme yani 1920’lere bir daha bakmakta yarar vardır. Dönem, ulusların kendi geleceklerini tayin hakkı dönemidir. Bu temel ilkenin yaşama geçtiği, bunun için ulusların yoğun çaba sarfettiği yıllardır. Asya’da, Ortadoğu’da, Kuzey Afrika’da, bu temel ilkenin uluslara heyecan verdiği yıllardır. Böyle bir dönemde, Kürdlerin birbirlerini yok etmek, etkisiz kılmak için çatışmaları, aşiret çatışmalarının, kan davalarının sürüp gitmesi tam bir aymazlıktır.
O dönemde, Cemilê Çeto reisliğindeki Pencinarîler’in 3000 (üç bin) silahlı adamı vardır. Bunun gibi, çevredeki diğer aşiretlerin, örneğin, Babasiler’in, Elikanlar’ın, Sılokanların, Reşkotanların, Ramanlar’ın da silahlı birlikleri vardır. Bunlar, bir güç olup egemen güçle savaşacakları yerde, birbirlerini kırıyorlar. Bu, tam bir aymazlıktır.
Yukarıda, Ramazan Ergin’in, Awina Ya da Kanın Gizili Tarihi ‘Reşo Kuri’ çalışmasından söz edilmişti. Bu dönemde, uluslar, kendi geleceklerini belirleme hakkı çerçevesinde, yoğun bir faaliyet içindeyken, Kürdler, bitmez tükenmez kan davalarıyla birbirlerini kırmaya çalışıyorlar.
Pencinarîler’de Cemilê Çeto Dönemi
Cemilê Çeto, Mustafa Kemal’in, 1919’da, Erzurum Kongresi döneminde, mektuplar yazdığı şeyhlerden, aşiret reislerinden ve ağalardan biridir. Cemilê Çeto, Mustafa Kemal’e Kuvayı Milliye’ye büyük destek vermiştir. Öbür aşiretlerin etkisiz bırakılmasında, yine Cemilê Çeto’nun büyük desteği vardır. Bütün isteklere rağmen Cemilê Çeto, Pencinarîler Şeyh Said’e katılmamıştır. Bütün bunlara rağmen, Cemilê Çeto, 1926’da, idam edilmekten kurtulamamıştır.
Cemilê Çeto’nun idamı, kanımca, Pencinarîler’in, potansiyel bir tehlike oluşturmaları nedeniledir. 1925 direnişinin bastırılması döneminde, devlet, Pencinarîler’e çok yoğun bir baskı uygulamıştır. Bunun nedeni olarak devlet, 1925 direnişinde, Pencinarîler’in devletin yanında aktif bir şekilde yer almadıklarını göstermektedir. Nitekim Pencinarîler’in evleri yakılmış, yıkılmış; evler, içindeki eşyalarla birlikte yakılmıştır. Pencinarîler, sürgünlerle, cezaevleriyle, takibatlarla dağıtılmış, etkisiz bir hale getirilmiştir. Cemilê Çeto’nun dört oğlu, çatışmalar sürecinde, takibat sürecinde öldürülmüştür. Geriye 1922 doğumlu, en küçük oğlu Çeto kalmıştır.
Cemilê Çeto 1926’da, 184 kişi ile birlikte yargılandı. 184 kişinin çok büyük bir kısmı Pencinarîler’den…. 184 kişi arasında, Cemilê Çeto dahil, hiç kimse Türkçe bilmemektedir, hiç kimse okur yazar değildir (s. 173, 189, 215).
184 kişinin davası, bir günde iki celsede tamamlanmış, hüküm açıklanmıştır. Hükmün açıklanması da çok kısa olmuştur.
O gün, mahkemede, duruşma salonunda, sanıklar, görevlilerin direktiflerine göre oturtulmuşlardır. Hükmün açıklanmasında sanıkların adı okunmamıştır. 1 ve iki sandalye idam, 90’a kadar sandalye 15 yıl kürek cezası, 90’dan sonraki sandalyeler beraat…
Beraat olduğu söylenenler arasında vefat edenler de vardır. Bunların ölümleri cezaevlerinde gerçekleşen ölümler değildir. Çatışmalar sırasında, sorgu ve tutuklanma sırasında zaten öldürülmüşlerdir; 34 kişidir.
Cemilê Çeto ile birlikte idam edilen kişi, Zirikî aşireti reisi Kadri’dir. 2 numaralı sandalye’de oturtulan bu aşiret reisi, aslında devlete yardımcı olan bir Kürd’dür. Potansiyel tehlike oluşturduğu için idam edildiği söylenebilir.
Cemilê Çeto’nun idam hükmü aldıktan sonra, o güne kadar, devlete yardımcı olma tutumundan dolayı çok pişman olduğu, Bağımsız Kürdistan diyenlerle neden sağlıklı ilişkiler kurmadığı için hayıflandığı, ‘Cemilê Çeto, ji kerê keto’ sözünü ağzından düşürmediği söylenir.
15 yıl kürek cezası, Tokat, Kastamonu, Sinop, Amasya, Çorum, Yozgat, Çankırı, Denizli, Muğla, Manisa gibi illerde cezaevlerinde infaz edilmektedir (s. 249-258).
Burada önemli bir konu ve ayrıntı üzerinde durmak gerekir. 184 kişi içinde, Cemilê Çeto dahil, hiç kimsenin Türkçe bilmediği, okur yazar olmadığı vurgulanmıştı. Cemilê Çeto’nun, çeşitli kurumlara, kişilere, aşiret reislerine, şeyhlere mektuplar yazdığı belirtilmişti. Bu mektupları, sekreteri Hıristiyan Hanna yazmaktadır (s. 173, 189).
Şu durumun vurgulanması da gerekir: Bütün bunlara rağmen, Cemilê Çeto’nun, benzer aşiretlerin, devletle ilişkilerinde Kürd diliyle ilgili bir talepte bulunmamaları dikkat çekmektedir. O dönemde de milli haklar talep eden Kürdler, aşiretler az da olsa vardı. Fakat onlar, öbür aşiretler tarafından etkisiz kılınıyorlardı.
O dönemde de devletin, Kürdlere ilişkin temel politikasının asimilasyon olduğu temel bir gerçekken, Kürdlerin, ‘İslam Kardeşiliği’ sloganıyla oyalanması şaşırtıcıdır. Hele hele Araplar, Mekke’de, Şerif Hüseyin, Arapların, kendi gelecekleri hakkının gerçekleşmesi için, Büyük Britanya ile çok yoğun görüşmeler yürütürken… Kürd olmaktan, Kürd toplumu olmaktan doğan haklarının bilincinde olmayan, bu konuda hiçbir talepleri olmaya Kürdlerin, aşiret çatışmaları içinde, birbirlerini tüketmeye gayret etmeleri, olgusal zenginlik dayanaklarıyla incelenmelidir. Aşiret, şeyhlik, ağalık, sadece Kürdlerde yoktu ki, Araplarda da vardı. Başka halklarda da vardı.
Dönemin, ulusların kendi geleceklerini tayin hakkı dönemi olduğunu, birçok ulusun bu yönde çaba harcadığını 3000 silahlı adamı, 2000 silahlı adamı olan Kürdlerin, aşiretlerin dünyadaki temel gelişmenin ayırdında olmadığı, incelenmesi gereken önemli bir konudur. Bu süreç zaman ve mekan boyutu içinde zengin olgusal dayanaklarıyla ele alınmalıdır. Nezirê Cibo’nun, Kürd Tarihinde Garzan ve Pencinarîler incelemesinde, Havêrkan Sultanları I, II incelemesinde bunu başarıyla yaptığı kanısındayım.
Tetikçinin Devlet Katındaki Değeri
1925 direnişinden, Şeyh Said ve arkadaşlarının idamından sonra, devlet, Kürdlere karşı, daha yoğun ve yaygın saldırılara geçti. Şark Islahat Planı devreye girdi. Kürdlerin Türklüğe asimilasyonu konusunda çok kapsamlı planlar, projeler yapıldı. Kürd aşiretlerini dağıtmak, etkisini kırmak, sürgün etmek, çok önemli bir politikaydı. Bu, köylerin yakılması, yıkılmasıyla, evlerin içindeki eşyalarla, gıda maddeleriyle birlikte yakılmasıyla yürütülen bir politikaydı.
Pencinarîlar de dağıtıldı. Artık, eski 3000 silahlı adamdan eser kalmamıştı. Bunlara rağmen Mala Faro’dan Ehmedê İskan, 15 silahlı adamıyla, direnişini sürdürüyordu. Sason’da, Mala Aliyê Ûnis’a katılarak mücadeleyi sürdürme kararındaydı. Mala Aliyê Ûnis Sason- Kozluk çevresinde, Kürd milli hakları için mücadeleyi yürüyordu.
1930’larda, devlet, bu direnişçileri ele geçirmek için ödüller koydu. Ehmedê İskan’la birlikte olan ve başlarına ödüller konan direnişçiler de vardı. Qoyi, Şemso, Reyso bunlardan üçüydü.
Bir çatışmada, askeri birlikler, Qoyi’yi ve Şemso’yu ölü olarak ele geçirdiler. Reyso ise, Emin ve Mihemedo isimli iki akrabası tarafından öldürüldü. Emin ve Mihemedo’nun amacı, Reyso’yu öldürüp başı için konan ödüle sahip olmaktı.
Emin ve Mihemedo akrabaları Reyso’yu bir pusuda öldürdükten sonra, başını keserler. Ve kestikleri başı bölgedeki tabur komutanına Zoq Tabur Komutanı’na götürürler. Reyso’nun başını Zoq Tabur Komutanı’nın masasının üzerine koyarlar. Tabur komutanı kesik başın Reyso’ya ait olduğuna iyice kanaat getirir. Emin ve Mihemedo tabur komutanından ödül beklemektedir. Reyso’nun başı için konan ödülü, parayı beklemektedir. Büyük bir iş yapmanın, görevi yerine getirmenin heyecanı içindedir.
Zoq Tabur Komutanı, askerlere, bu iki kişinin götürülmesini emreder. Askerler Emin’i ve Mihemedo’yu açık araziye götürür. Zoq Tabur komutanı Emin’i ve Mihemedo’yu açık arazide kurşuna dizer, Reyso’nun, Emin’in ve Mimemedo’nun sırığa geçirilmiş kesik kafalarını hükümet konağının önündeki alanda sergiler (s. 218-219).
Bu örnek, bazı Kürdlerin, Kürd toplumunun, ne kadar düşürülmüş, değerini ve onurunu ne kadar hiçe saymış olduğunu göstermektedir. Bir ödüle, paraya sahip olma yolunda, milli haklar için mücadele edenleri pusu kurarak katletmek, kafalarını kesmek başka nasıl açıklanabilir? Hem de kan akrabası olan bir kişiyi… Bütün bunlara rağmen, ödül, para yerine devlet tarafından kurşuna dizilmeleri çok ibret verici bir durumdur. Devletin de milli haklar için mücadele eden yurtseverleri ele geçirmek için onların kafalarına ödüller koyması Kürdlerin bu zaaflarıyla yakından ilgilidir. Bu zaaflardan faydalanmak devletin temel politikası olmuştur. Bu bakımlardan bu tür zaafların bilincine varmak önemlidir.