Kürtlere Ölümü Gösterip Sıtmaya Razı Etmek İstiyorlar

15 Temmuz darbe girişiminden sonra  askeri, polisi, istihbaratçısı, siyasetçisi, basını, sivil kurumlarıyla Türk toplumunun büyük çoğunluğu  “milli birlik” adı altında Kürtleri tümden dışlayarak  ‘’yek vucut’’ olmuş durumda.

Cumhurbaşkanı Erdoğan,  darbe girişimi gecesi, henüz darbe girişiminin sonucu belli olmamışken, ‘’Bu darbe girişimi  bize Allahın bir lütfudur’’ derken, yaşamakta olduğumuz bugünlerin bir nebze de olsa mesajını mı veriyordu? Bu mesaj, aylarca oluşturulmuş bir ‘’darbe bastırma’’ senaryosunun ve bu amacı alabildiğine aşan yeni bir sürecin de  dışa vurumu gibiydi.

Fethullahçı Cemaatin yıllardır MİT eliyle organize edilen Türk Devleti’nin B planı olduğu açıktır. MİT tarafından oluşturulan, ama haddini  aşarak fonksiyonunu tamamlayan bir “devlet odağı”nın  tasfiyesidir sözkonusu olan. Fethullahçı  proje geleneksel Türk Devlet anlayışından da daha fazla anti-Kürt bir Türk-İslam projesidir.

Tüm darbelerin en büyük mağduru Kürtler olduğu için, Kürtlerin Fethulahçı ya da herhangi bir askeri darbeye ‘’evet’’ demesi için bir sebep yoktur. Ama  biliyoruz ki sorun Kürt olunca, tüm Türk partileri için “gerisi teferruattır”  ve bu konuda hepsinin  aynı hamurdan yoğrulduğunu en somut şekilde Yenikapı Mitingi göstermiştir. Bu partiler arasındaki kısmi farklılıkların bugün nerdeyse silindiği de ayrı bir gerçeği ifade etmektedir.

Bu nedenle  , Kürt ve Kürdistan tarafı olarak,  bugün daha dikkatli  olmak,  kendi ulusal çıkarlarımızı esas  alan   bir yol izlemek durumundayız. Gaziantep’teki terör saldırısı,  bu ihtiyacı  daha bir  öne çıkarmıştır.

54 İnsanımızın katledildiği, 100’e yakın insanımızın da yaralandığı Gaziantep katliamını gerçekleştirenler, öncelikle  Kürdistan halkına gözdağı vererek, halkımızın özgürlük talebini geriletmeyi hedeflemişlerdir. Ama, olayın gerçekleşme dönemi ve boyutu, halkımızı yıldırma ve sindirme niyetinin ötesine geçmekte, daha büyük hesapların bir habercisi gibi görünmektedir.

12 Eylül 1980 Darbesi öncesinde her gün sağcı, solcu, Kürt,Türk  onlarca insan öldürülüyordu. 12 Eylül darbesinden sonra ortaya çıkan bilgi ve belgeler, bütün bu çatışma ve kaosun büyük oranda MİT, Türk Ordusu ve ‘’derin devlet’’ tarafından organize edildiğini göstermekteydi. Bugün yaşananların da,  ya doğrudan bir devlet politikasıyla ya da devletin içindeki bir odağın tezgahlamalarıyla, yeni bir sürecin alt yapısını oluşturma senaryosundan  başka bir şey olmadığı çok geçmeden anlaşılacaktır.

Türk Devleti, Rojava Kurdistanı ve  Güney Kürdistan’daki kazanım ve gelişmelere ve  Kuzey’deki özgürlük mücadelesine karşı , tek parametresi  Kürt düşmanlığı olan yeni bir strateji geliştirmektedir.  Tavizler vermek pahasına da olsa, bazı devletlerle ilişkilerin düzeltilmeye çalışılması çabası da bu yeni stratejinin bir parçasıdır.

Türk Devletinin Kürt siyaseti,  “tek gözümü çıkarın ama yanımdaki Kürde de iki katını nasip edin’’  diyen Türk’e benziyor. Kürtler herhangi bir yerde hiç bir kazanım elde etmesinler diye, her türlü akıl dışı uygulamaya geçebilecek bir ruh hali içindedir Türk Devleti.

                                                    

                                                          ‘’Osmanlı’da oyun çoktur’’

Evet, Gaziantap katliamı ve öncesindeki  Diyarbakır, Kızıltepe, Çınar, Van, Elazığ saldırılarını bütünlüklü bir şekilde değerlendirmek lazım. Kimin tarafından  gerçekleştirilirse gerçekleştirilsin, bütün bu saldırıların en büyük mağduru, Kürtler olmuştur. Bunun için de  bütün bunlar ‘’Osmanlı’da oyun çoktur’’ gerçekliği içinde analize tabi tutulmalıdır.

Görünen odur ki, mevcut kazanımları da ortadan kaldırarak, Kürtleri  meşru haklarını talep etmekten vazgeçirmek, deyim yerindeyse, ölümü gösterip ‘’sıtmaya’’ razı olabilecekleri bir zemine çekmek istiyorlar. Son bir yıldır yaşanan savaş  büyük oranda buna hizmet ederken, bugün izlenen çatışma ve katliam siyasetiyle  de bunun devamı getirilmek istenmektedir. Kürt milletinin düşmanlarınca gerçekleştirilen son Gaziantep katliamı da , kimler tarafından gerçekleştirilirse gerçekleştirilsin, yine bu stratejiye hizmet etmektedir. PKK’nin yapacağı her eylem de Türk Devleti’nin bu amacına  hizmet etmekten öte bir rol oynamayacaktır.

Türk Devletinin görünen politik manevrası, HDP’nin   dile getirdiği talepleri,  kabul edilebilecek ‘’en üst sınır ’’ olarak sabitlemek  ve Kürtlere bunu kabul ettirmektir.  Yani Türk Devleti  , PKK-HDP ilişkilerini bahane etmekle birlikte, aslında ‘’Bakın, HDP’yi  bu haliyle  bile ‘milli birlik ve beraberlik’in  dışında tutuyoruz. Şu andaki durumuna  bile tahammülümüz yok. Eğer denklemin içine girmek istiyorsanız, belki  HDP’nin mevcut taleplerini bu haliyle sizin en üst çıtanız olarak kabul edebiliriz’’ demek istiyor.

30 Yıllık savaşın  kısa bilançosu: Onbinlerle ifade edilen şehit,  milyonlarla ifade edilen göç, binlerce yerleşim yerinin yakılıp yıkılması . Küçümsenemeyecek kazanımlarımız da var elbette. Tek boyutlu değerlendirmeler vicdani değildir. Ama bütün bunların sonucunda   vardığımız durak: ‘’Demokratik Cumhuriyet, Demokratik Ulus, Ortak Vatan, Ortak Bayrak’’ ya da başka bir deyişle ‘’Tek Devlet, Tek Vatan, Tek Millet, Tek Bayrak’’. Hatta bu bile Kürtlere  fazla görülüyor.

Evet,Türk  Devleti  15 Temmuz darbe girişiminin bastırılmasından  aldığı güçle, biz Kürtlere aynen şunu söylüyor: ‘’Ya HDP’nin ’Demokratik Cumhuriyet, Demokratik Ulus, Ortak Vatan, Ortak Bayrak’ söylemini talep edebileceğiniz hakların maksimum düzeyi olarak kabul edersiniz; ya da her gününüz ölüm, yıkım, göç  ve zulüm olur’’.

Kürdistan’ın her tarafında rutin hale getirilen katliam, silahlı çatışma, meskun mahalde yer alan karakollara  saldırı  ve sivil insanları hedef alan bombalı eylemler, hava saldırıları , tutuklama, işkence ve fiziki yıkımla  Kürdistan’da  yaşam çekilmez hale getirilmekte; insanlarımız, Kürdistan’ı  terk etmek ya da  mevcut rejime teslim olmak ikilemine hapsedilerek yeni bir ‘’derin’’ proje hayata geçirilmektedir.  PKK de ‘’silahlı mücadele’’ adı altında bu yeni ‘’derin’’ projeye zemin yaratırcasına ‘’eylemler’’ yapmaktadır. Ve her ne hikmetse, gerek devletin ,  gerekse PKK’nin saldırılarında hayatını kaybeden, ağırlıkla Kürtler oluyor!

İşte HDP yöneticilerinin  Devletin  bu derin stratejisini görerek,  bu tiyatronun bir parçası olmamak için, Kürdistan eksenli bir siyasette saflarını netleştirmeleri önemli bir turnusal görevi görecektir. Ama ne yazık ki,  Gaziantep’teki katliamdan sonra AKP, CHP ve MHP’ye ‘’Gelin taziyede bir olalım, yan yana duralım’’ diyen HDP Genel Başkanı  Demirtaş’ın böylesi bir katliam karşısında bile, Kürt partilerini, Kürt sivil, demokratik kurumlarını değil de Türk partilerini davet etmesi, travmanın vardığı boyutları gözler önüne seriyor. Bırakalım ‘’Türkiyeli’’ bir partiyi; bir ‘’Türk’’ partisi gibi davranılıyor.

Herşeyi ‘’taktik’’ olarak gören PKK yöneticilerinin  Kürt ve Kürdistani  bilinçte yarattıkları deformasyona ve  halkımıza zarar veren çatışma  siyasetine de; Kürt milletinin kollektif hak ve özgürlüklerini içermeyen Türk Devleti’nin tuzaklarına  da, daha kişilikli bir tutum alınmalıdır. Kürdistan gerçekliğini bir tarafa bırakarak ‘’ulus devlet devri geçmiştir’’ diyenlerin, halkımızın büyük çoğunluğunun karşı çıkmasına  rağmen çatışmada ısrar edenlerin değil ; özgür Kürdistan’a, siyasal çözüme evet diyenlerin yanında olunmalıdır.

HDP Yöneticilerinin , kendilerini ‘’Türkiyeli’’ parti olarak da ifade etseler,  ‘’nabza göre şerbet verme’’ anlayışıyla işine geldiği zaman değil, her şart altında şu gerçekliği programlaştırması ve savunması lazım: Kürt milletinin varlığı, Kürdistan’ın varlığı  tarihsel ve toplumsal bir realitedir. Hiçbir insan ya da devlet bu gerçekliği değiştirme gücüne sahip  değildir. Bilinmelidir ki, hiçbir milletin diğerinden  bir milimetre üstünlüğü yoktur. Bu dünyada Kürtlerin , Kürdistan’ın varlığını tartışma konusu yapmak ve Kürtlere  onu yok sayacak elbiseler biçmek beyhude  ırkçı bir yaklaşımdır. Kürdistan halkının kendi geleceğini belirleme hakkı en meşru hakkıdır.

                   Kürdistan realitesinde  ‘’oyalama tiyatrosu’’ değil, gerçek çözüm süreci

Kürt ve Kürdistan gerçekliğinde, kendi geleceğini belirleme hakkı çerçevesinde,  iki millet ve  iki ülkenin eşit ortaklığına dayalı bir  federal çözüm, günümüz şartlarının gerçekleşebilir bir çözümü olabilir. Bu, her iki taraf bakımından hem kendini idare hem de bir arada, barış içinde yaşamanın çözüm yolu olabilir.

Kürt milletini, Kürdistanı yok sayan hiçbir uygulama ya da ‘’Kürtlük’’ adına aynı yaklaşımı geliştirecek  hiçbir ‘’takiyyeci’’ ya da inkarcı  siyaset  yaraları derinleştiren  bir rol oynamaktan öteye geçemeyecektir. Türk Devleti, bu beyhude oyalama ve öteleme siyaseti  ile  Kürtlerin  ‘’terbiye edilemeyeceğini’’  kendi tarihsel deneyimlerinden de kolayca görebilir.

Kürtlere tüm siyasal, sivil, demokratik mücadele alan ve araçlarını kapatarak, sadece şiddet yolunu açık tutmakla, Kürtleri şiddet kullanmaya zorlamakla da Türk Devleti’nin  bir sonuç  alamayacağını yine bizzat son 30 yıllık süreç  tartışmasız bir şekilde göstermiştir.

Dünya eski dünya, Kürtler eski Kürtler değildir.

Türk,  İran, Irak ve Suriye Devletleri, bilmelidirler ki  Kürt milleti kendisine biçilen elbiseye artık sığmıyor. Artık  Kürdistan halkının özgürlük tutkusunun önü kesilemeyecektir. Çağın gerektirdiği şey, herkesin,  Kürtleri  kendisiyle  eşit bir millet olarak görmesidir. Kürdistan halkının kendi ülkesinde siyasal bir statü ile özgür bir şekilde kendisini yönetmesi en meşru ve insani hakkıdır.

Son dönemlerde yeniden  bir ‘’çözüm süreci’’ dillendirilmeye çalışılıyor. Biz tereddütsüz bir şeklide, ölüm ve yıkımlara son verecek her adımı destekleyeceğiz. Geçen süreçte de çatışmaların durdurulmasına destek verdik. Ama PKK ile Türk Devleti arasında gerçekleşen ve aslında bir ‘’oyalama süreci’’nden başka bir şey olmadığı netleşen  ‘’çözüm süreci’’nin  aynı şekilde tekrarlanmasının, zaman kaybı ve sorunları ötelemekten başka bir  anlam taşımayacağını da belirtmek istiyorum.

Gerçek bir çözüm süreci elbette ki  yaşamsal önem taşımaktadır. Silahların sustuğu, tüm Kürt partilerinin dahil olduğu, uluslararası garantörlerin gözetiminde, bugün gerçekleştirilebilecek acil talepleri de içerecek şekilde, Kürt ve Kürdistan gerçekliğinin kabul edildiği bir çözüm süreci gerçek bir çözüm süreci olacaktır.

Umarız Türk Devleti, Cumhurbaşkanı, hükümet, Yenikapı’da milliyetçilik ve ırkçılıkla doldurulan “Milli Birlik Silahı”nı bir an önce elinden indirir, çözümsüzlüğe dayalı Kürt politikasını terkederek, kaos ve şiddetten uzak, barışçıl ve demokratik yollardan sorunu hal yoluna koymak için olumlu adımlar atar.

Evet,  Türk Devleti şiddet ve  çözümsüzlüğe dayalı   Kürt ve Kürdistan gerçekliğini reddeden siyasetten vazgeçmelidir. PKK de çatışma siyasetine son vermelidir.

22.08.2016

Mustafa Özçelik

PAK Genel Başkanı

Geef een reactie

Het e-mailadres wordt niet gepubliceerd. Vereiste velden zijn gemarkeerd met *