Kürtler, İsveç’i, PKK “provokasyon ve sabotajlarından” korumalıdır…

İbrahim GÜÇLÜ

Sosyalist sistemin yıkılması ve soğuk savaşın son bulmasından sonra, devletlerin arasında savaşlar olmayacağı gibi bir öngörüde bulunuldu. Ne yazık ki bu öngörü doğru çıkmadı. Devletler, doğrudan karşı ve düşmanı oldukları devletlere karşı savaşa girmediler. Devletler karşılıklı vekâlet savaşları sürdürdüler. Bu vekâlet savaşları halen devam ediyor. Bunun yanında, Rusya ve Ukrayna arasında, yani iki devlet arasında da doğrudan savaş başlamış
oldu.

Rusya ve Ukrayna Savaşı ile birlikte, vekâlet savaşlarıyla düşük düzeyde devam eden soğuk savaş, açık, şiddetli, bütün dünyayı karşı karşıya getiren bir soğuk savaşı ortaya çıkardı ve insanlığın gözüne batırdı. Dünya, kapitalist ve sosyalist dünya bölünmüşlüğü döneminde olduğu gibi ikiye bölündü. Bir tarafta Ukrayna, onu destekleyen ABD, Avrupa Devletleri,
Avrupa Birliği ve onların çevre ve onlara bağımlı ülkeler, diğer tarafta Rusya tek başına görülse de ona dolaylı destek veren Çin, İran, Sırbistan, Kafkasya, Belarusya devletleri. Türk Devleti, ortada bir yerde, her iki tarafla konuşan ve iki tarafla sorunları çözmeye çalışan “denge politikası” denilen oldukça yararcı bir politika merkezinde duruyor.

GÜVENLİK SORUNU
Ukrayna-Rusya Savaşı, dünyadaki ekonomik parametreleri alt üst etti. Özellikle de elektrik ve enerjide bir krize yol açtı. Bundan daha önemli olan tüm dünya için demezsek de, Avrupa Birliği üyesi ülkeler, İskandinavya Ülkeleri için açık; İngiltere ve ABD için kısmi; Rusya ve destekleyicileri için de kısmi güvenlik sorunu yarattı.

Ukrayna ve Rusya arasındaki savaşın nedeni de güvenlikle ilgilidir. Ukrayna, Rusya’ya karşı kendini güvenliğe almak için NATO üyeliğini talep ettiğinden, ABD’nin yeşil ışık yakmasından, Ukrayna’nın bu konuda kararlılık göstermesinden dolayı savaş başladı. Rusya, Ukrayna’yı işgal etmeye başladı. Halen de bu savaş devam ediyor. Bundan dolayı da güvenlik sorunu dünyada halen bir sorun. ABD’ye mesafeli bir konuma sahip olan Avrupa Devletleri ve AB; güvenli olmak adına tam anlamıyla ABD’nin güdümüne girdi. NATO üyesi olmayan devletlerde de bu eğilim gelişti.

İSVEÇ VE FİNLANDİYA’NIN NATO ÜYESİ OLMA TALEBİ
İskandinavya ülkeleri, İsveç ve Finlandiya’da Rusya’ya sınır ya da yakın sınır devletlerdir. Rusya’nın işgali onların başından beri demoklesin kılıcı gibi durdu. Buna rağmen, İsveç ve İskandinavya NATO üyesi olmadılar, demokrasi ve sahip oldukları insan hak ve özgürlükleri değerleri itibarıyla bağımsızlıklarını ve tarafsızlıklarını korudular. Bu politikaları ve davranışlarıyla da, dünyada ün yaptılar. Emperyalist ve anti-demokratik politikalara ve rejimlere karşı mazlumların, ezilenlerin, ezilen milletlerin psikoloji barınma yerleri oldular.

İsveç ve İskandinavya, Ukrayna ve Rusya Savaşının başlamasından bir zaman sonra, NATO üyeliklerini gündeme getirdiler. Bu konuda ülkelerinde çok yoğun tartışmalar olmadan, aslında referandum konusu olan NATO üyeliği gibi temel bir konuyu, parlamento kararıyla
aldılar ve sonuçlandırdılar. Bu kararlarından sonra, her iki ülke birlikte resmi olarak taleplerini yazılı olarak NATO Genel Sekreterine ilettiler. Bu kararları, Üçlü Taraf birlikte bir basın toplantısıyla dünyaya duyurdular.. Bu basın toplantısından her iki ülkenin NATO üyeliği sonra süreci işlemeye başladı.

ÜÇLÜ ANTLAŞMA…
Hiç şüphe yok ki, İsveç ve Finlandiya’nın resmi yazılı başvuruyu NATO Genele Sekreterine sunması yetmezdi. NATO üyesi olan devletlerin onların üyeliklerine onay vermesi ve kabul etmesi gerekirdi. Çünkü NATO üyeliğine kabul, oybirliğiyle olabiliyor. NATO’da İsveç ve
Finlandiya üyeliği gündeme geldiği zaman, Türk Devleti ve Macaristan şartlı olarak İsveç ve Finlandiya üyeliklerini kabul edeceklerini açıkça ifade ettiler. Bütün diğer NATO üyeleri kabul yönünde oy kullandıkları halde, Türk Devleti ve Macaristan itiraz etti. Dolayısıyla İsveç ve
Finlandiya’nın NATO üyelikleri yeni bir sürece girdi.

NATO Genel Sekreterinin öncülüğünde, Türk Devleti ile iki ülke arasında müzakereler başladı. Türk Devleti, kendileriyle ilgili silah ambargosunun kaldırılmasını, İsveç ve Finlandiya Devletlerinin PKK, FETÖ ve diğer terör örgütlerine karşı tedbir alması ve desteğini onlardan kesmesi, onlar hakkında hukuki uygulama yapması, bazılarının da iadesinin sağlanmasını talep ettiler.

Bu ve benzeri diğer önemli görülen konularda yapılan müzakerelerden sonra, Türk Devleti, İsveç ve Finlandiya Devleti arasından bir mutabakat antlaşması yapıldı. O mutabakat metnini incelediğim zaman; bir hukukçu, bir siyasetçi olarak iki devletin Türk Devleti karşısından büyük ve altından kalkamayacakları bir antlaşma yaptıklarını hemen saptadım. Zaman içinde de bu tespitin doğrulandı. Bununla ilgili problemli bir süreç devam ediyor.

BU ANTLAŞMADAN SONRA PKK, ANTLAŞMAYI PROVOKE VE SABOTE ETMEK İÇİN
HAREKETE GEÇTİ. TÜRK DEVLETİNİ GÜÇLENDİRDİ. İSVEÇ’İ ZAYIFLATTI

Üç devlet arasında antlaşmanın yapılmasından sonra PKK ve FETÖ taraftarları antlaşmaya karşı çıktılar. Bu karşı çıkışlarını gösterilerle gösterdiler. Tabi ki İsveç vatandaşlarının ya da İsveç mültecilerinin İsveç’i ilgilendiren bir konuda düşünce ifade etmesi, bunu gazetelerde,
televizyonlarda, gösterilerde ifade etmesi hakkıdır. İsveç vatandaşları da bunu yaptılar, yapıyorlar, yapacaklar. Ama bu tutumu demokratik gösteri kapsamından çıkarırsan o zaman sorunlu bir durum olur.

PKK her zaman konuya ilişkin provokasyon yaptı, İsveç Parlamentosunun kararını hiçe sayan, başka bir ifade ile İsveç halkının çoğunluğunun iradesini hiçe sayan tutum ve davranışlar içinde oldu. İsveç’im NATO üyeliğini provoke etmek ve sabote etmek için gayret
gösterdi.

PKK’nın özellikle son eylemleri bizzat İsveç Başbakanı tarafından, İsveç’in NATO üyeliğine karşı bir provokasyon ve sabotaj olarak nitelendirildi. Bu eylemler, Türk Devleti ile sorunlu olan İsveç Devleti ilişkilerini NATO konusundan çatışmalı ve antagonist bir düzeye taşıdı.

İsveç Başbakanı’nın bu görüşe katılmamak mümkün değil. Ayrıca PKK’nın bu tür provokasyonları, sabotajları; bugünün de sorunu değil, on yılların sorunudur.

PKK bu provokatif ve sabotaj niteliğindeki eylemleriyle, Türk Devletini zayıflatmadı, güçlendirdi ve İsveç karşısından daha güçlü bir aktör haline getirdi. İsveç’i zayıf bir aktör hale soktu.

Demek oluyor ki, PKK sadece provakatör ve sabotör değil, Türk Devleti’nin yedek gücü olduğunu son eylemleriyle de bir kez daha ortaya koydu. Türk Devleti’nin operasyonal örgütü ve taşeronu örgüt olması demek, böyle bir şeydir.

KÜRTLER, İSVEÇ DEMOKRASİSİNE KAN BULAŞTIRAN PKK’YA KARŞI İSVEÇ’İ KORUMALI
VE ONUN KARARLARINA SAYGI DUYMALIDIR

Kürtler, dünyada bağımsız devleti olmayan tek millettir. Bundan dolayı da, milli mücadele döneminde her zaman dışarıya, başka devletlere ihtiyacımız olmuştur. Günümüzde de bu ihtiyacımız devam etmektedir.

İsveç, 1961 Eylül Milli Devrim’inden sonra, öncelikle Kürdistan’ın Güneyli Kürtlerinin, daha sonraki tarihlerde tüm Kürtlerin; özellikle de Türk Devleti bünyesinde gerçekleşen 12 Mart 1971, 12 Eylül 1980 Sömürgeci Askeri Faşist Darbeleri döneminde Kuzeyli Kürtlerin sığınağı
olmuştur.

İsveç Devleti her zaman, Kürtlere ve Kürt milli meselesine sivil demokratik bir yaklaşımıyla destekleyici olmuştur. Bundan dolayı sömürgeci 4 devletin diplomatik ve siyasi saldırılarıyla karşı karşıya kalmıştır. Halen de İsveç, Kürtleri ve milli haklarını savunmaya devam ediyor.

Kürt diliyle eğitimi ve Kürtçe öğretmen de yetiştiren ilk Avrupa ülkesidir. Günümüzde de bu özelliğini korumaya devam ediyor.

Ne yazık ki, PKK Olof Palme’nin ölümünden önce İsveç Yetkililerini tehdit etti. Akabinde Olof Palme katledildi. İsveç halkı, Olof Palme’nin PKK tarafından katledilmiş olabileceği kanaatine sahip oldu. PKK de tutum ve davranışlarıyla İsveç Halkının bu kanaatini güçlendirdi. Halen
de o yara sarılmış değil, kanamaya devam ediyor.

PKK, daha da kötüsünü yaptı, İsveç Demokrasisine ve hukuk düzenine akıllarda durgunluk veren cinayetleriyle kan bulaştırdı. İsveç’in Uppsala şehrinin merkezinde, otobüslerin kalkış yaptığı merkezde geçmişte üyesi olan Batmanlı Enver ATA’yı katletti. Stockholm’da önemli
toplantı salonlarının birinde Pêşeng/KİP Kuruluş Gününü Anma Toplantısında, eski Merkez Komitesi üyesi olan Dersimli Semir’i (Çetin Güngör’ü) katletti.

PKK, bu cinayetler zincire diğer Avrupa ülkelerinde yeni trajik halklar kattı.

Çok açık ki PKK başından beri Kürtlerle İsveç Devleti ve diğer Avrupa Devletleri arasındaki ilişkileri provoke ve sabote ediyor; kriminalize ve terörize ediyor..

Kürtler olarak, İsveç’e sahip çıkmalı, PKK’nın provokasyonlarına ve sabotajlarına karşı çıkmalıyız. Özellikle de İsveç’in NATO üyesi olmasından Kürtlerin bir zararı yoktur. İsveç’in bu konudaki kararına saygı duyulmalıdır.

Diyarbekîr, 17 Ocak 2023

Geef een reactie

Het e-mailadres wordt niet gepubliceerd. Vereiste velden zijn gemarkeerd met *