Bağımsızlık şafağında korku ve başarısızlık iklimi

Bağımsızlık şafağında korku ve başarısızlık iklimi

Cano Amedi 

Kürdistan Bölgesi’nde, bağımsızlık için yapılmak istenen referandumun tarihi yaklaştıkça egemen devletlerin ve onlarla bağdaşık ilişkiler içerisinde olan kimi ‘Kürt’ çevrelerinin tarihsel korku ve hezeyanları zirve yapmak üzeredir. Kürt halkının kararlı ve ulusal direnişi karşısında işbirlikçi ve köle ruhlu bu kesimler bir hayli gayri ahlaki ve gerçeklerden uzak bir kara propaganda kampanyasıyla efendilerinin buyruklarını yerine getirmek için olmadık yol ve yöntemlere başvurmaktadırlar. Oysa toplumsal olayları, gelişmeleri tarihsel koşulların öngördüğü ‘Dün-Bugün-Yarın denklemi’ içinde değerlendirmek gerekiyor.

Kemalist ve ümmetçi referanslı umumi müfettişlerin Kürt mahallesinde cirit attığı bu günlerde, gelişmeleri daha iyi okumak için tarihsel gerçekler ışığında olayları yorumlamak ve Kürt mahallesinin iki yüzüne projektör tutmanın doğru bir yaklaşım olduğu aşikardır.

Son zamanlarda, egemen ‘Kürt’ siyasetinde, dipten gelen toplumsal bunalım ve kurgulanan ‘yenilgi’ psikolojisi, hendek sendromu, bu figüranları ve sahne gerisindeki gölge oyunun malum oynatıcılarını bir hayli tedirgin etmektedir. Kendileriyle hesaplaşma, doğru zeminde doğru politikaları tespit etme yerine, hayali yel değirmenlerine saldırmayı, kitleleri yanlış hedeflere yönlendirmeyi ve dışarıdan günah keçilerini çoğaltmayı tercih etmektedirler. Kara propagandanın tavan yaptığı bu günlerde kendilerini ‘Kaf Dağı’nın ardındaki gizemli ‘kurtarıcı’nın birer havarisi gibi görenler, sosyal medya tahtırevanı üzerinde “Ey Barzanî” ile başlayan cümleler eşliğinde Kürt mahallesini bombardıman etmeyi ‘örgütsel’ bir görev olarak algılayan bu zavallılar, Kürt ve Kürdistani değerlere saldırmayı, aşağılamayı ve yok saymayı politik bir başarı olarak görüyorlar. Referandum ve bağımsızlık sürecini başarısız kılmak için bütün medya ve örgütsel imkânlarını seferber etmiş durumdalar. “Bağımsız-özgür” gazeteci kimliğiyle Kemalist akıl hocalarından yardım istemekteler. Y. Küçük ve Doğu Perinçek’in öğrencileri de bu yardımlarını esirgemekten sakınmıyorlar. Yıllardır sömürgecilerin uyguladıkları kara propaganda metotlarını can simidi gibi görüyorlar. Boynuz kulağı geçer misali tekçi ve diktatörlük hevesiyle Kürdistani değerlere saldıranlar bir an için geriye dönüp arkada bıraktıkları o yıkım tablolarına iyicene bakmalarında yarar görüyoruz. Kürt toplumunun en dinamik kesimini “Türk demokrasisi” için meze yapanların bağımsızlık karşıtı faaliyetlerin ana aktörü olmaları bu projenin derinliğini ve boyutunu göstermektedir.

Batı cephesinde bunlar olurken “muhalif” Kürt mahallesinde neler oluyor? Gelin hep beraber projektörü kendimize tutalım. Sahi bu kargaşa ve umutsuzluk iklimin yaratılmasında hiç mi bizim günahımız yoktur. Toplumsal gelişmelerinin gerisinde hayatı yorumlamak ne kadar gerçekçi bir yaklaşımdır? Sahi bireysel ya da örgütsel olarak bu tür sorulara verilecek yanıtlarımız nelerdir? Mücadele değerlerine, emeğimize ve ideallerimize ne kadar bağlıyız? Toplumsal yaşamın içinde ne kadar örgütlüyüz, kitleler nezdinde siyasal ve sosyal etkinliğimiz ne düzeydedir? Bu ve buna benzer birçok soru sıralayabiliriz.

Tablonun bu yüzeyine baktığımızda gölgeleriyle muhalefet eden bitkin ve yorgun âtıl kadrolarının haleti ruhiyeleri süslemektedir. Yaşamlarının son demlerinde bir takim ‘Kürdi’ refleksler eşliğinde sahnelerde arzı endam etmeleri ve her seferinde umut kıran bir işlev görmeleri başlı başına yaralayıcı ve köstekleyici bir realitedir. Güne otuz yıl öncenin refleksleri ve ‘heyecanıyla’ başlayanlar, cümlelerini sonunda hayıflanarak “neydi o günler” diye bulut kümelerinin üstünden zemine sert ve yaralayıcı inişler yapmaktalar. Kendi gölgeleriyle kavgalı olan bu cenah, bir nevi müzmin muhalefet tarzıyla hep şikâyet ederek “mükemmeliyeti” yakalama peşinde koşturuyorlar. Ancak bünyemizin bu uzun maratona ayak uydurmakta zorlandığını her nedense kabullenemiyoruz. Başarı, umut ve hayallerimizi beyhude transferlere bağlamaktan bir türlü vazgeçemiyoruz.

Kanımca gündemi yılların yorgunluğuyla geride takip edenler, nedense (ağırlıklı olarak) ‘alan savunma refleksiyle’ 40 yıl öncesinin yol ve yöntemini, arkadaş çevresini ve ideolojik duvarlarının yaratmış olduğu örgütsel heyecanı arıyorlar. Bu arayış onları dar bir ‘alana’ hapsetmiş bulunuyor. Geçmişin emek ve mücadele birikimini ortak değerler etrafında ortaklaştırmayı ne yazık ki beceremiyoruz ve hala mürid tarikat ilişkileri ekseninde bireysel çıkarları kutsamayı politik bir “başarı” olarak görülüyor ya da görüyoruz.

Eskimiş plaklar gibi kahve köşelerinde, nostaljik rıhtımlarda “bizim” hikayelere dair nameler dökülüyor bir çoğumuzun dillerinde.  Kimse sürece ilişkin, yeni bir dil yeni bir ürün, yeni bir ambalaj, yeni bir Pazar, doğal gelişim ve büyümeyi esas alan ulusal bir zemin ihtiyacından söz etmeden, bu yaşamsal ihtiyacı gözetmeden “eski dükkânını” toparlama telaşında. Birçokları eskinin ideolojik reflekslerinden ve teklik tekellinde kurtulmadıkları için herkes kendisini merkeze oturmaktadır. Bildik müzmin tiplerle “Dikana Beko û sê qalıb sabûn” misali post, rant ve makam labirenti içinde “birlik” girişimleri hızla kan kaybederek bir umutsuzluk iklimine doğru yol alıyor. Kim nerede, kiminle, ne için yol aldığını bilmeden salt “mavi boncuk bende” misali bireysel çıkar odaklı referans noktalarını oluşturma derdindeler. İsim hakkı kavgası politik geleneği temsil etmekten ziyade bireysel rant ve çıkarlar ekseninde post ve makama sahip olma arzusu olduğunu ve politik samimiyetten uzak olduklarını yakın zamanlardaki girişimlerle ispatlamıştır.

Siyasal çekim merkezi olmaktan bir hayli uzak olanların sitemkâr eleştirileri bir anlam ifade etmiyor. Kendi içlerinde parçalı ve tavırlı olan odakların merkez olma iddiaları beyhude bir çabadır. Çünkü günümüzde ne merkez kalmış ne de Pazar!  Teorik olarak hepimiz biliyoruz ki, toplumu tetikleyen genç ve dinamik kitlelerdir. Kimse bu sorularla yüzleşmek, çözüm aramak noktasında kendisine soru sormak istemiyor. Genç kitleler heyecan, hareket ve fark edilmeyi arzuluyorlar. Dolaysıyla geçmişin dehlizlerinde unutulmaya yüz tutan “bizim” diye tabir edilen hikâyeler,  o günün ayrışma noktaları ve dönemin ideolojik duvarları günümüz gençliğinin ilgi alanına girmiyor. Doku uyuşmazlığını yaşayan ve çok kimlikli “emekli” kadroların transferiyle yeni bir iskelet oluşturma ya da eskinin külleri üzerinde yükselmek mümkün değildir.

Evet, geçmişte yaşadıklarımız birer gerçekti ve bize aitti ancak bilmeliyiz ki bizler de gençtik ve kasırgalarla, fırtınalarla mücadele ederek o günleri dolu dolu yaşadık. Birçoğumuz açısında geride olumlu ve olumsuzluklarıyla tarihe birer dip not yazdırdık. Doğru ve olumlu olanı ayıklayıp bugünle bütünleştirmek ve geleceğe yol almak yılların bize kazandırdığı tecrübe ve birikimle mümkündür. Kısa ve öz olarak genç kuşakların ilgisini çekmeyen sorunlar ve ideolojik ayrışma noktaları deşmek; ya da birilerin talebi doğrultusunda eskinin isim hakkını pazarlamak, koltuk ve makam rüyalarını diri tutmanın hiçbir yararı yoktur. Bunu yapanlar zaten tahtırevanlar üzerinde gün sayıyorlar. Kanımca yapılması gereken tek şey, yaşamın bize tekrar tekrar öğrettiği gibi Dün-Bugün-Yarın denklemini çözmek, bilgi ve birikimlerimizi, tecrübe ve öngörülerimizi genç dinamizmle bütünleştirerek bayrak yarışını en iyi dereceyle taçlandırmak gerekiyor. Umut ediyorum ki 25 Eylül 2017 de, Güney Kürdistan’ın başkenti Hewler’den Dünyaya haykırılacak sevinç çığlıkları yeni bir süreci tetikleyecektir. Bu sevinç dalgaları parçadan bütüne bir domino etkisi yaratacaktır. Bu sürecin öncülüğünü, sorumluluğunu geçmişin emek ve tecrübelerini ulusal mücadele potasında harmanlayacak ve bu ortak emeği geleceğe taşıyacak olan ortak akıl yeni bir süreci tetikleyecektir. Referandum bayrağını bağımsızlık doruklarına dikecek olan ulusal potansiyel ve politik enerjiyle bütünleşmek, duruş sergilemek Kürdistani bir yaklaşımdır. Kürdistan toplumu olanca bütün farklılıklarıyla, zenginlikleriyle, siyasal, dinsel ve sosyal farklılıklarıyla bu sürecin başarılmasında rol alacağı inancıyla herkese Rojbaş Kürdistan diyorum.

 

·         Bağımsızlık şafağında korku ve başarısızlık iklimi

http://www.basnews.com/index.php/tr/opinion/konuk-yazar/378765

Geef een reactie

Het e-mailadres wordt niet gepubliceerd. Vereiste velden zijn gemarkeerd met *