İsrail’in Suriye’deki Güvenli Bölge Politikası ve Dürzi ile Kürt Toplumlarının Kendi Kaderini Tayin Hakkı

Husamettin TURAN

Ortadoğu’nun tarihi, etnik ve dini kimlikler arasındaki hassas dengelerle şekillenirken, halkların kendi kaderini tayin hakkı sürekli tartışmaların odağında olmuştur. İsrail’in Suriye sınırında oluşturduğu güvenli bölge politikaları, bölgedeki Dürzi ve Kürt toplumlarının geleceğini doğrudan etkilemektedir. Bu strateji hem insani hem de askeri hedefler güderken, bölgesel güvenlik ve siyasi dengeler açısından önemli değişimlere yol açmaktadır.

Güvenli bölge ilanları, özellikle Ortadoğu gibi etnik çeşitliliğin yüksek olduğu coğrafyalarda derin etkiler yaratır. İsrail’in Dürzi nüfusunun yoğun olduğu alanlarda attığı adımlar, kendi güvenliğini sağlama amacı taşırken, aynı zamanda bölgesel aktörlerle ilişkilerini şekillendirme girişimi olarak da değerlendirilebilir. İç savaş sonrası süreçte, Dürzi ve Kürt toplumlarının kendi geleceklerini belirleme hakkı ve bu hakların uluslararası hukuk çerçevesinde nasıl ele alınması gerektiği kritik bir mesele olarak öne çıkmaktadır.

Uluslararası hukuk, halkların kendi kaderini tayin hakkını temel bir ilke olarak kabul etse de bu hakkın uygulanabilirliği çeşitli siyasi ve coğrafi faktörlere bağlıdır. Dürziler, tarihsel olarak marjinal bir topluluk olarak görülse de İsrail’in sağladığı güvenlik ortamı, onların özerklik veya federatif yönetim gibi modelleri benimsemelerine zemin hazırlayabilir. Kürtlerin durumu ise daha karmaşık bir yapıya sahiptir; çünkü bölge ötesi dinamikler ve uluslararası aktörlerin politikaları Kürt toplumunun geleceğini doğrudan etkilemektedir. 2017’de Irak Kürt Bölgesel Yönetimi’nin gerçekleştirdiği bağımsızlık referandumu, bu tartışmalara önemli bir örnek teşkil etmiş, ancak uluslararası destek eksikliği nedeniyle bağımsızlık gerçekleşmemiştir.

Şüphesiz, uluslararası güç dengeleri Ortadoğu’nun enerji kaynaklarının zenginliğini göz ardı etmeyecek, politik tutumlarını buna göre belirleyeceklerdir. Tam da bu noktada, Kürt siyasi aktörlerin devreye girerek bu güçlerle sağlıklı ve güven verici ilişkiler geliştirmeleri gerekirdi. Arkalarında güçlü bir halk desteği olmasına karşın, Kürt siyasi aktörler nedense ufacık bir dini azınlık olan Dürzilerin gösterdiği siyasi duruşu sergileyemediler. Arkalarında yüz bini aşkın eğitilmiş ve donatılmış bir ordu olmasına rağmen, Kürt ulusunu rahatlatacak bir siyasi tutumu şu ana kadar ortaya koyamadılar.

Dürzilerin, Esad’ın devrilmesiyle birlikte İsrail ile ilişkiye girmeleri, onların ne denli doğru bir politik tutum aldığını gösteriyor. İsrail’in onlara sahip çıkması, bu stratejilerinin karşılık bulduğunun bir göstergesi. Buna karşılık, birlik oluşturamayan, ikircikli ve kararsız bir anlayışla ne ulusal kurtuluş mücadelesi verilebilir ne de uluslararası büyük devletlere güven telkin edilebilir. Şu an biz Kürtlerin durumu maalesef bu.

Son gelişmeler, Suriye’deki Dürzi toplumunun 5 bin kişilik nüfusuyla federasyon ilan etme olasılığını gündeme getirmiştir. Bu durum, Suriye yönetimi ve bölgedeki diğer aktörler arasında yeni tartışmalara yol açabilir. İsrail’in bu sürece destek verdiği yönündeki iddialar, Arap dünyasında farklı tepkilere neden olmuştur. Ancak böylesi bir federatif yapının uluslararası meşruiyet kazanıp kazanmayacağı, büyük güçlerin politikalarına bağlı olacaktır.

Öte yandan, YPG’nin 110 bin kişilik askeri gücüyle Suriye ordusuna katılmak istemesi ve açıklaması, bölgedeki dengeleri yeniden şekillendirebilir. Uzun süredir ABD desteğiyle hareket eden YPG’nin böyle bir adım atması, Suriye’nin toprak bütünlüğüne katkı sağlayabilir. Ancak bu durum, Kürtler açısından bir özerklik kazancı mı yoksa siyasi bir geri adım mı olarak değerlendirilmelidir? Bu soru, sürecin nasıl yönetileceğine ve tarafların çıkarlarının nasıl dengeleneceğine bağlıdır. Böyle bir gelişme, ABD’nin bölgedeki etkisini zayıflatabilirken Türkiye açısından stratejik bir kazanç olarak değerlendirilebilir.

Ayrıca, YPG ile Suriye hükümeti arasındaki petrol anlaşması, ekonomik ve siyasi anlamda kritik bir öneme sahiptir. Bu anlaşma, YPG’nin ekonomik bağımsızlığını güçlendirirken, Suriye hükümetinin de enerji kaynakları üzerindeki kontrolünü artırmaktadır. Ancak bu durum, iki farklı yönetimin varlığını mı ortaya koymaktadır, yoksa YPG’nin Suriye’ye entegrasyon sürecinin bir parçası mıdır? Petrol gelirlerinin nasıl paylaşılacağı ve bu anlaşmanın bölgesel dengelere etkisi, bu soruların yanıtlanması açısından belirleyici olacaktır.

İsrail’in Suriye’deki güvenli bölge stratejisi, Dürzi ve Kürt toplumlarının geleceğini doğrudan etkileyen bir faktör olarak öne çıkmaktadır. Halkların kendi kaderini tayin hakkı, uluslararası hukuk çerçevesinde çok yönlü bir konu olmaya devam ederken, bölgesel ve küresel güçlerin politikaları bu sürecin nasıl şekilleneceğinde belirleyici rol oynayacaktır. YPG-Suriye hükümeti petrol anlaşması ve askeri entegrasyon süreci, bölgedeki siyasi yapının nasıl evrileceğine dair önemli ipuçları sunmaktadır.

Hüsamettin TURAN

Geef een reactie

Je e-mailadres wordt niet gepubliceerd. Vereiste velden zijn gemarkeerd met *