İbrahim GÜÇLÜ
Diyarbakır 4. Asliye Ceza Mahkemesi, Kürdistan24 gazetesinde 19 Mayıs Atatürk Türk Gençlik Bayramı hakkında yazdığım yazıdan dolayı beni yargılayıp ceza verdi. Cezamı ertelemedi. Ben de yüksek mahkemeye itiraz etmeme kararındaydım. Avukat Hasan Dağtekin arkadaşım “hakkımız olan hukuki yolu kullanalım” dedi. Ben de “siz nasıl istiyorsanız öyle yapın” dedim. O da üst mahkemeye itiraz etti. Üst Mahkeme olan Diyarbakır Bölge Adliye Mahkemesi 2. Ceza Dairesi, itirazı inceleyerek hakkımdaki ceza ile ilgili lehimde bozma kararı vermiş. Üstelik Mahkemenin sunduğu gerekçeleri içtihat niteliğindedir.
Yargılama sürecine ve Üst Mahkemenin Bozma Kararının gerekçelerine bakalım.
( I )
Diyarbakır Cumhuriyet Savcılığı Kürdista24’te 19 Mayıs 2019 yılında yazdığım bir makalemden dolayı hakkımda soruşturma başlattı. Sorguda ifadem alındıktan sonra Cumhuriyet Savcısı davanın açılması için iddianame tanzim etti ve mahkemeye gönderdi. Mahkemede iddianameyi kabul ederek davanın açılmasına karar verildi.
İlk Duruşma, 07. 07. 2021 Tarihinde bir (1) saat gecikme ve gerilimle başladı. Mahkemeye kapsamlı siyasi ve hukuki yazılı ve sözlü görüşlerimi sundum. Diyarbakır 4. Asliye Ceza Mahkemesi Cumhuriyet Savcısının mütalaasını hazırlaması için duruşma 8 Kasım 2021 Tarihine ertelendi.
Duruşma başlamadan önce Diyarbakır Mahkemesinin önünde Kürdistan24 Televizyonu canlı yayın yaptı. Televizyonda, davanın muhtevasına, duruşmada dile getireceğim görüşlerimin kısa bir özetini sundum.
Duruşmada hiç avukat bulunmadı. Bu avukat arkadaşlarıma bağlı bir eksiklik değildi. Ben bu korona koşullarında ve Diyarbakır’ın yakıcı sıcağında onlara zahmet vermek istemedim. İlk duruşmada yapılacak fazla bir şey de yoktu. Bir hukukçu olarak benim de çözeceğim ve üstesinden geleceğim bir durumdu. Yoksa bütün davalarda başta Avukat Sabahattin Korkmaz olmak üzere Avukat Sedat Çınar ve başka avukat arkadaşlarım da her zaman yanımda oldular, duruşmalarıma katıldılar.
Duruşma ile ilgili bilgiyi sosyal medyadan (Facebook ve twitter)’den verdim. Kürdistan’da ve yurt dışında birçok değerli arkadaşım ve dostum yazarak ve telefon ederek desteklerini sundular. Hepsine teşekkürlerimi sundum.
Kamuoyuna yaptığım açıklamada, “Biz Kürtlerin statüsü sonuna kadar böyle devam edemez. Milletimiz mutlaka bir gün kazanacak: Özgürlüğüne, bağımsızlığına ve devletine kavuşacak” dedim.
( II )
SAVCININ FİKİR SUÇU YARATMASI…
Cumhuriyet Savcısı 08.11.2021 tarihli duruşmada mahkemeye esas hakkındaki mütalaasını sundu. Ben de buna karşılık savunma için zaman talebinde bulundum. Mahkemede bu talebimi yerinde görerek, duruşmanın ertelenmesine karar verdi.
Üçüncü duruşmada mahkemeye kapsamlı bir savunma sundum. Savunmamda özetle: Cumhuriyet Savcısının esas hakkındaki mütalaasında dile getirdiği görüşleri incelendiği zaman, iddianamedeki iddialarından farklılık taşımadığı görülür.
Ayrıca, Cumhuriyet Savcısının esasa ilişkin mütalaası okunduğu zaman, bir fikir suçunun yaratıldığı açıkça görülmektedir.. Oysa uluslararası hukuk, İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi, diğer uluslararası sözleşmeler, AİHM Kararları, hatta Türkiye Cumhuriyeti Anayasası fikri suç kabul etmemektedir. Fikir, insanın en değerli ürünü, insanın olmazsa olmaz değeri, insanlığı geliştiren, insanlığa yol açan en önemli ürünüdür. Çünkü insan düşünen bir varlıktır. Düşündüklerini de toplumla ve çevresiyle paylaştığı zaman fikir oluşumundan bahsedilebilir.
Ne yazık ki Cumhuriyet Savcısı Kürt milleti, Kürdistan’la ilgili ürettiğim fikirlerimi içeren makalemi okuyunca, Kürtleri ve Kürdistan’ı inkâr eden resmi ideolojiyi benimsediğinden, fikirlerimi suç kapsamında ele alma rahatlığını göstermiş.
Ben yıllardır, Kürtlere, Kürt milletine, Kürdistan’a dair düşünceleri üreten ve savunan bir kişiyim. Sadece Kürtlere, Kürt milletine, Kürdistan’a dair fikirleri üretmekle kalmıyor, Kürtlerin milli haklarına kavuşması, Kürt milletinin ve Kürdistan’ın özgürleşmesi, Kürt milletinin diğer dünyadaki milletler ve Türk milleti kadar devlet hakkı da dahil bütün haklara sahip olması için mücadele ediyorum.
Bunu yapmamak, öncelcikle beni Kürt olmaktan ve sonra da insan olmaktan çıkarır. Beni hiçsizleştirir. Bundan dolayı düşüncelerimi doğru buldum ve savundum. Bir suç işlediğimi değil, Kürt ve insan olarak görevimi yerine getirdiğim düşündüğümü ifade ettim.
BEN KÜRDİSTAN’DA SÖMÜRGECİ-İŞGALCİ TÜRK DEVLETİNİN HUKUKUNU UYGULAYAN MAHKEMEDEN BERAAT TALEP ETMEDİM.
Ben geçmiş yargılamalarımda da, son yargılamamda da Kürdistan’da sömürgeci-işgalci Türk Devletinin hukukunu uygulayan mahkemelerde beraat talebinde bulunmadım.
A-Benim mahkeme sunduğum yazılı savunmamın sonunda Türk mahkemeleri hakkında açıkça ve daha öncede onlarca yargılanmamda belirttiğim gibi: “Kürtleri yargılayan mahkemelerin meşru görmüyorum. Aldığı kararları da hukuki ve meşru olduğunu/olacağını düşünmüyorum. Benim hakkımdaki yargılamaların hepsi, Kürt olmamdan, Kürt milli haklarını savunmamdan, Kürt milliyetçisi olmamdan dolayıdır. Şimdiden bu nedenle yargılanıyorum. Yoksa yazdığım makale sadece bir gerekçe.”
Bu görüşleri ifade eden birinin mahkemeden beraat talep etmesi söz konusu olmaz.
B-Avukatım Hasan Dağtekin haklı olarak, avukat olmanın da gereğince benim menfaatimi koruma kaygısıyla beraat talebinde bulundu ve şöyle dedi: “Müvekkilimin savunmasına aynen iştirak ediyoruz. Yerleşik Yargıtay uygulamaları ve AİHM’in 1976 tarihli ve devamındaki kararları da gözetildiğinde müvekkilin üzerine atılı suçun koruması gereken ifade özgürlüğü kapsamında yer aldığı görülecektir. Yine anayasanın 90.maddesi gereğince Türkiye’nin taraf olduğu temel hak ve özgürlüklere ilişkin anlaşma ve sözleşmelerin iç hukuk normu olduğuna ilişkin atıf vardır. Bu nedenle atılı eylem yönünden müvekkilimin beraatına karar verilmesini talep ederiz.”
( III )
Sömürgeci Yargı ceza verdi ve yeni davaya kapı araladı.
07.03.2022 tarihinde saat 10.30’da hakkımda devam etmekte olan dava görülmeye başlandı. Duruşmaya yargılanan olarak ben, Av. Hasan Dağtekin, PAK Genel Başkan Yardımcısı Vahit Aba katıldı. Duruşmada mahkeme,” bu duruşmanın son ve karar duruşması olduğuna, bu son duruşmada benim son savunmamı” talep etti. Duruşmada ilk söz doğal olarak bana verildi.
Ben Savunmamı yazılı ve sözlü sundum. Av. Hasan Dağtekin de hukuki savunmasını sundu. Savunmalarımızı sunmamızdan sonra, sömürgeci hukuk uygulayıcısı mahkemesi ara karar verdi. Duruşma salonuna alındığımız zaman, mahkeme, kararını yüzümüze okudu.
Karar beklediğimiz gibi, cezayla sonuçlandı.
Her ne kadar bizim savunmalarımızdan sonra, mahkeme biraz sarsılıp yolunu şaşırmak üzereyken, rotasına girdi. Ceza verdi.
Sömürgeci hukuk uygulayıcısı yargının kararının en güzel yanlarından bir diğeri de, benim için yeni davaya kapının aralanması oldu. Kararda denildi ki: “Sanığın kovuşturma aşamasında sunmuş olduğu dilekçeler ile duruşmadaki beyanlarının suç oluşturma ihtimaline binaen gereğinin takdir ve ifası için Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığına SUÇ DUYURUSUNDA BULUNULMASINA.”
Bu karar açıklandığı zaman, mahkeme hâkimine, “ yazıklar olsun. Savunma hakkını bile yargılama konusu yapıyorsunuz” dedim.
Hâkim sesini çıkarmadı.
Mahkeme açıkça kutsal ve vazgeçilmez olan “savunma hakkını” da ihlal edilmekten geri durmadı, sömürgeci hukuku uygulayan yargı olduğunu bir kez daha ortaya koydu. Ben de aralanan bu kapıdan girerken, daha başka yeni davalara kapının aralanması için savunmalarımdan ve görüşlerimden vazgeçmeyeceğim. Baş ve göz üstüne geldi diyorum.
Sömürgeci hukuku uygulayan yargının aldığı karar aynen şöyleydi:
“Gerekçesi 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun 232/3. Maddesi uyarınca 15 GÜN içinde açıklanacağı üzere;
“1-Sanık İBRAHİM GÜÇLÜ’nün üzerine atılı ‘Halkı Kin ve Düşmanlığa Alenen Teşvik Etme’ suçunu işlediği sabit olduğundan 5237 sayılı TCK’nun 216/1 maddesi uyarınca, suçun işleniş biçimi, suçun işlendiği yer ve zaman, suç konusunun önem ve değeri, meydana gelen zarar, sanığın amaç ve saiki ile suçun işlenmesindeki diğer özellikler göz önüne alınarak TAKDİREN 1 YIL HAPİS CEZASI İLE CEZALANDIRILMASINA.”
Sömürgeci hukuk uygulayıcısı mahkeme, bir indirim uygulayarak 1 YILLIIK CEZAYI, 10 AY HAPİS CEZASINA çevirdi.
Ama sömürgeci hukuk mahkemesi, “Sanık hakkından daha önce benzer eylem nedeniyle kovuşturmanın ertelenmesi kararı birden fazla dava dosyasının olduğu sanığın eylemlerinin devam ettirdiği, bu haliyle sanığın tekrar suç işlemeyeceği konusunda mahkememizce kanaat oluşmadığından sanık hakkında CMK 231’de düzenlenen Bu haliyle sanığın tekrar düzenlenen HÜKMÜN AÇIKLANMASININ GERİ BIRAKILMASINA YER OLMADIĞINA ve YİNE AYNI NEDENLERLE SANIK HAKKINDAN VERİLEN CEZANIN ertelenmesine yer olmadığına VE TCK’nın 50. maddesi gereğince hakkından verilen cezanın SEÇENEK YAPTIRIMLARA ÇEVRİLMESİNE YER OLMADIĞINA” diyerek;
Sömürgeci hukuku uygulayan mahkeme, işgalci ve sömürgeci devlet için güvenilmez, sürekli Kürtçülük suçunu işlemeye meyilli ve kararlı olduğum konusundan da bir tescil yaptı.
Sömürgeci hukuku uygulayan mahkemenin bu kararı, bana da uygun, sevindirici, yerinde bir karar.
Ben sözlü son savunmamda dedim ki: “ Önceki savunmalarımı aynen tekrar ediyorum. Benzer eylemler ve görüşlerim nedeniyle hakkımda daha önce mahkemelerde soruşturma makamlarınca takipsizlik kararı verilmiş, kovuşturma aşamalarından ise davalar ortadan kalkmışlardır. Osmanlı İmparatorluğunun yıkıntıları üzerinde kurulan Türkiye Cumhuriyeti ile birlikte devlet Kürtlere işgal hukuku uygulamaktadır. Bir tarafta Kürtler ve diğer tarafta devlet ve devlet adına mahkemeler.
“Devletin sömürgeci işgal hukuku, İstiklal mahkemelerinde, DMG’lerde, Sıkıyönetim Mahkemelerinde, sözde siz sivil mahkemelerde hep uygulana gelmiştir. Uygulanan bu hukuk, Kürtlerin inkârı üzerinde temellenmektedir. Dolayısıyla Türk Dili dışında Kürt dili denildiğinde, Türk Bayrağı dışından Kürt Bayrağı denildiğinde, Türk ülkesi dışında işgal edilmiş Kürdistan’dan ve Kürt milletinden bahsedildiği zaman otomatikman yargılama konusu oluyor. Bu mantığı bu davadaki iddianame ve yargılamada da aynı görüyorum. Ona karşı yazılı görüşlerimi de sunacağım. İddia makamı bir fikir suçu oluşturmuştur, ırkçı ve ayrımcı bir mantık sergilemiştir.”
“Ben, Kürtleri yargılayan Türk Mahkemelerini meşru görmüyorum. Aldığı kararları da hukuki ve meşru olduğunu / olacağını düşünmüyorum.
“Bu yargılamalar Kürt olmamdan, Kürt milli haklarını savunmamdan, Kürt milliyetçisi olmamdan dolayıdur. Şimdiden bu nedenle yargılanıyorum. Yoksa yazdığım makale sadece bir gerekçe. Bir Kürt ve Kürdistan Dava adamı olarak yaptığım mücadelenin sonuçlarına katlanarak yoluma devam ettim ve edeceğim.”
Avukatım Hasan Dağtekin de hukuki açıdan mahkemenin suratına çok önemli görüşleri çarptı. 50 yıllık dostum ve arkadaşım olduğunu söyledi. Görüşlerime katıldığını da ifade etti.
BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ 2. CEZA DAİRESİNİN HAKKIMDAKİ İÇTİHAT NİTELİĞİNDEKİ BOZMA KARARI…
Dşiyarbakır Bölge Adliye Mahkemesi 2. Ceza Dairesi benim ve avukat Hasan Dağtekin’in savunmalarımızda ileri sürdüğümüz görüşleri temel alarak, yerel mahkeme olan Diyarbakır 4. Asliye Ceza Mahkemesinin benimle ilgili kararın bozulmasına karar veriyor.
Diyarbakır Bölge Adliye Mahkemesi 2. Ceza Dairesinin benim hakkımdaki bozma kararı aynen şöyle:
İlk derece mahkemesince verilen hükme karşı sanık tarafından istinaf yoluna başvurulmakla dosya incelenip görüşüldü, istinaf başvurusunun reddi nedenleri bulunmadığından işin esasına geçildi.
Vicdani kanının oluştuğu duruşma sürecini yansıtan tutanaklar, toplanan deliller gerekçe içeriği ve tüm dosya kapsamına göre yapılan incelemede:
Her ne kadar sanık hakkında yapılan yargılama sonucunda sanığın halkı kin ve düşmanlığa alenen tahrik etmek suçundan yapılan yargılama sonucunda , sanığın mahkumiyetine karar verilmiş ise de,
Yargıtay 8. Ceza Dairesinin 01/03/2022 tarih ve 2020/8472 Esas, 2022/3517 Karar Sayılı ve Yargıtay 16.Ceza Dairesinin 21/06/2022 tarih ve 2022/9636 Esas, 2022/3795 Karar Sayılı, ilamlarında da belirtildiği üzere, somut bir tehlike suçu olarak 5237 Sayılı TCK’nın 216/1maddesinde düzenlenen ve kamu düzenini, toplum huzurunu/barışı himaye eden, esas itibariyle nefret söylemini sınırlandırmayı hedefleyen halkı kin ve düşmanlığa tahrik etmek suçu; halkı, sosyal sınıf, ırk, din, mezhep veya bölge farklılığına dayanarak birbirine karşı kamu düzeni için tehlikeli olabilecek şekilde düşmanlığa ve kin beslemeye alenen tahrik edilmesini cezalandırmaktadır.
Mahiyeti ve yapısı itibariyle Anayasa’nın 26., AİHS’nin 10. Maddeleri ile teminat altına alınan düşünceyi açıklama ve yayma hürriyeti bağlamında suç tanımında gösterilen hassasiyetin uygulamada da gözetilmesinde zaruret bulunduğundan, kamu düzeni ve toplum huzurunu korumak gibi meşru bir amaca yöneldiğinde kuşku bulunmayan müdahalenin, demokratik bir toplumda zorlayıcı bir toplumsal ihtiyaçtan kaynaklanıp kaynaklanmadığının ve hakkın özüne dokunmadan ölçülü/orantılı bir müdahale olup olmadığının olaysal olarak mahkemece değerlendirilmesi gerekir.
Madde gerekçesinde de açıklandığı üzere; suçu oluşturan “tahrik”, soyut saygısızlık ve reddin ötesinde, bir halk kesimine karşı düşmanca tavırlar gösterilmesini sağlamaya veya bu tür tavırları pekiştirmeye objektif olarak elverişli olmalıdır. Fail sübjektif olarak da bu amacı gütmeli, halk kesimini kin ve nefrete tahrik etmelidir. Bu kapsamda salt yüz çevirme, soyut bir ret veya saygısızlık ifade eden bir davranışta bulunma veya bu yönde sözler sarf etme, suçun gerçekleşmesi bakımından yeterli değildir. Fiilin suç teşkil etmesi için bunların ötesinde, ağır ve yoğun bir tarzda kin ve düşmanlığa tahrikin var olması gerekir. Diğer bir tabirle etkili bir şiddet çağrısı ya da nefret söylemi içermelidir. Failin fiili, adet ve şahıs olarak muayyen olmayan toplum kesimi üzerinde kin ve nefret duygularının oluşumuna veya mevcut duyguların pekişmesine etkide bulunmalıdır.
Kin ve düşmanlık; “husumet beslenen konuya karşı tasarlayarak zarar vermeye, öç almayı gerektirecek şiddette nefret duymaya yönelik hareketlerin zemini oluşturan psikolojik bir hal” olarak açıklanabilir. “Kin” ve “düşmanlık” ibaresinin anlamı da dikkate alındığında sadece “şiddet içeren ya da şiddet tavsiye eden tahrikler” madde kapsamında değerlendirilebilecektir. Türk Ceza Kanununun 216. Maddesinde yer alan düzenleme, doğrudan ifadenin içeriğinin hedefe alarak bir sınırlama öngörmemektedir. İfadenin işletişimsel etkisinin muhatapları üzerinde yarattığı varsayılan etkiyi değil, somut vakıada kullanılan ifadenin yaratmış olduğu etkiyi dikkate almaktadır. (Terörizm ve İfade Özgürlüğü Paradoksu, Yrd. Doç. Dr. Kemal Şahin, Sy.339). Kamu güvenliğinin bozulması tehlikesinin somut olgulara dayalı olarak varlığı gereklidir. Bu tehlike, somut bir tehlikedir. Somut tehlikenin gerçekleşip gerçekleşmediği belirlenirken failin söz ve davranışlarının neden olduğu tehlike neticesine bakmak gerekir. Hâkim, kullanılan ifadeler dolayısıyla bu tehlikenin gerçekleşip gerçekleşmediğini, dayanak ve noktalarını göstermek suretiyle belirleyecektir.
Yapılan açıklamalar ışığında dosya kapsamına göre yapılan incelemede: Bu açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde; sanığın, herkese açık olan sosyal medya haber sitesinde iddianamede yer alan sözleri paylaştığının anlaşılması karşısında, kullanılan ifadeler dolayısıyla, TCK’nın 216/1-2. Maddesinde düzenlenen kamu güvenliği açısından açık ve yakın bir tehlikenin ortaya çıkması halinde” suçun unsurları itibariyle oluşacağı, bu nedenle somut olarak açık ve yakın tehlike unsurunun gerçekleştiği hususunda delillerin neler olduğu araştırılarak dosya içerisine alındıktan sonra sanık hakkında TCK’nın 216/1-2 maddesinde tanımlanan açık ve yakın tehlike unsuruyla birlikte suçun diğer unsurları ve cezalandırma şartlarının gerçekleşip gerçekleşmediğinin gerekçe bölümünde tartışılarak sanığın hukuki durumunun takdiri yerine eksik inceleme ve yetersiz gerekçe ile yazılı şekilde hüküm kurulması,
Kabule göre de;
Sanığın işlediği iddia edilen halkı kin ve düşmanlığa tahrik etmek suçuna dair eylemini basın ve yayın yoluyla gerçekleştirildiğinden TCK 218/1. Maddesinin uygulanması gerektiği gözetilmemesi
Hukuka aykırı, sanık müdafinin istinaf istemleri bu nedenlerle yerinde görüldüğünden 5271 sayılı CMK’nun 283.maddesindeki kazanılmış hak kuralı gözetilmek suretiyle 5271 s. CMK’nın 280 ve devamı maddeleri uyarınca hükmün BOZULMASINA
Kararın bir örneğinin Diyarbakır Bölge Adliye Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmesine, bir örneğinin de ilk derece mahkemesince istinaf eden sanık müdafine tebliğine,
Dosyanın, yeniden incelenmek ve hükmolunmak üzere hükmü bozulan ilk derece mahkemesine gönderilmesine,
5271 sayılı CMK’nın 284/1 ve 286/1. Maddeleri gereğince KESİN olmak üzere 30.09.2022 tarihinde oy birliğiyle karar verildi.
Diyarbekîr, 3 Ocak 2023