22 Ağustos 2016 tarihinde zernews sitesinde Kürdistan Yurtseverler Birliği’nden Mele Baxtiyar’ın bir açıklaması yayımlandı. Bu açıklamada, Mele Baxtiyar, özetle, “28 devlet bağımsız Kürdistan’ı tanımayacak” diyor. Mele Baxtiyar, bağımsızlığın Kürdlerin doğal hakkı olduğunu da dile getiriyor ama, bu açıklamada vurgu “tanınmama” üzerine yapılıyor.
Bu açıklamanı, bende yarattığı duyguları ve düşünceleri dile getirmek istiyorum. Filistinli Arapların İsrail’le mücadelesinde, mücadelenin yükseldiği dönemlerde, bu tür açıklamalar yapılırdı. Ama bu açılamalar hep tanıma üzerinden yapılırdı. ‘Tanımama’ değil,’tanıma’ üzerinden yapılırdı. “Basra Körfezi’nden Fas’a kadar bütün Arap devletleri Filistin’i tanıyacak”, “İslam Konferansı’na üye devletler Filistin’i tanıyacak”, “Dünyada şu kadar devlet Filistin’i tanıyacak”… “Falanca devletin de Filistin’i tanıyacağı söyleniyor.”
Yakın zamanda, gerçekleşen, Kosova, Makedonya, Karadağ gibi devletler için de bu tür açıklamalar yapılırdı. Ama açıklamalar da hep ‘tanıma’ üzerinden yapılırdı. “Avrupa Birliği üyeleri Kosova’yı tanıyacak”, “Avrupa devletleri Makedonya’yı tanıyacak” vs.
Filistinli Araplar’ın, , Kosova’nın, ve Makedonya’nın bağımsızlığı konusunda Türkiye’de de, gerek solda, gerek sağda yer alan kişiler, kurumlar bildiriler yayımlardı. Bunlarda da hep ‘tanıma’ya vurgu yapılırdı.
Gerek Güney Kürdistan’da, gerek Kuzey Kürdistan’da, Kürdler de, Filistin’in bağımsızlığı ve tanınmasıyla çok açıklamalar yaptılar.
Ortadoğu’da, ‘tanımama’ konusundaki açıklamalar daha çok Kürdler için, Kürdistan için yapılıyor ve daha çok da Kürdler tarafından yapılıyor. Bunun, Türk solu, Arap solu, Fars solu kaynaklı olduğu da bilinmektedir.
Bütün bunlara rağmen, Kürdlerin, Kürdistan’ın bağımsızlığı gündeme geldiği zaman, “şu kadar devlet bağımsız Kürdistan’ı tanımayacak” diye açıklama yapmaları, Kürdlerin, kendilerine olan güven duygusunun eksikliğiyle ilgilidir. Kürdleri/Kürdistan’ı müştereken yöneten devletlere olan bağlılıklarıyla ilgilidir.
Biz, dünyadaki, Ulusal ve toplumsal kurtuluş mücadelelerini biraz biliyoruz. Dünyada, hiçbir halk, Kürdlerin ödediği kadar bedel ödememiştir. Asya’da, Vietnam dahil, Afrika’da, Cezayir dahil, hiçbir halk bu kadar ağır bedel ödememiştir. Araştırmacı-yazar Fuat Önen, yazılarında ve konuşmalarında, Avrupa Birliği’ne üye olan ve nüfusları, iki-üç milyon arasında, değişen, Estonya, Letonya, Litvanya, Slovenya, Slovakya gibi devletleri kastederek Kürdlerin 200 yıldır, özgürlük ve vatan için yaptıkları mücadelede verdikleri şehit sayısının, bu devletlerin nüfusundan daha fazla olduğunu, ifade etmektedir.
Birinci Dünya Savaşı’nda, Osmanlı ordusu, Kafkasya’da, İran içlerinde, Bağdat-Basra taraflarında, Yemende, Kanal’da harekata girişmiştir. Bu ordularda savaşanların çok büyük bir kısmı Kürddür. 1914 sonunda ve 1915 başında gerçekleşen Sarıkamış harekatında soğuktan, hastalıktan, açlıktan, donanımsızlıktan yaşamını yitiren askerlerin çok çok büyük bir kısmının Kürd olduğu söylenebilir. Kürd askerleri Çanakkale Savaşlarında da vardır… Onbinlerce kayıp sözkonusudur. Ama bu kayıplar Osmanlı arşivlerine ‘Osmanlı’ diye geçer. Cumhuriyet’den sonra düzenlenen arşivlerde ‘Türk askeri’ veya ‘Osmanlı askeri’diye geçer. Savaştaki bu Kürd kayıplarını kim bilebilir. Aşiretleri bilebilir mi? Onları savaşa gönderen örgütleri bilebilir mi? Kürdler bunun bir yerlere kayıt yapmış mıdır? Kanımca hayır. Bu kayıpları, sadece bu Kürd askerlerin anaları bilir. Onlar da bu kayıpları yüreğine, beynine kaydetmiştir. Sorulduğu zaman, “… gitti, bir daha haber alamadık…” der.
Kürdler’de bu kayıpların hiçbir kaydı yoktur. Ne aşiretinde, ne de bu Kürdleri savaşa süren örgütte bu kayıtlara ilişkin bir iz yoktur. Zaten kayıt yoktur. Böyle bir kurum yoktur. Bunun anlamı, insanlarına değer vermemektir.
Süleymaniye’de, Süleymaniye Merkez Güvenlik Karargahı’nı dolaşın İnsanın yüreğini yakan-kavuran görüntüleri, ses kayıtlarını izleyin… Zehirli gazlarla, fiziki işkencelerle, döverek, aç-susuz bırakarak onbinlerce Kürd katledilmiştir. Gerek Kürdistan Demokrat Partisi’nden, gerek, Kürdistan Yurtseverler Birliği’nden, gerek İslami partilerden… onbinlerce kayıp…Bunların isimleri falan yoktur. Bu kayıpları da sadece, anaları, yakınları bilir.
Kürdistan Demokrat Partisi’nin, Enfal’de, kaçırılan, bir daha kendilerinden haber alınamayan Barzanileri bulmak için toplu mezarları izlemesi, toplu mezarlarda didik didik kazılar yapması, DNA testi ile bulanan Barzaniler için Barzan’da, Mele Mustafa Barzani’nin kabri yanında şehitlik kurması elbette çok iyi bir proje. Bu projenin, bütün Kürdistan şehitleri için genişletilmesinde büyük yarar var.
“Şu kadar devlet bağımsız Kürdistan’ı tanımayacak” demek, Kürdleri/Kürdistan’ı değil, Kürdistan’ı müştereken baskı altında tutan devletlerin çıkarlarını daha çok savunmak anlamına gelir. Böyle olunca, kendi çocuklarınıza değer vermezsiniz, Kürdler için, Kürdistan için şehit olan çocuklarınızın isimlerin bile bilmezsiniz. İşte bu noktada, Kürdlerin, İsrail’in bağımsızlık mücadelesini öğrenmeleri, bu mücadelenin bilincine varmaları çok önemlidir kanısındayım. Bunu ifade ederken, Kürdlerin, Museviler kadar birbirlerine bağlı, tutkun olmadıklarını, Museviler kadar vatana bağlı olmadıklarını, Museviler kadar disiplinli, ilkeli bir yaşam sürmediklerini, Museviler kadar milli duyguya sahip olmadıklarını, Museviler kadar çalışkan, gayretli, üretken biliyorum. Bunlara rağmen, Musevilerin bağımsızlık mücadelesinin incelenmesi, bu mücadelenin bilincine varılması önemlidir.
“İsrail, Amerikan emperyalizmi tarafından, Ortadoğu’da, Arapların arasına yerleştirilmiş bir hançerdir” değerlendirmesi, çok uzuz, hiçbir süreci doğru-dürüst açıklamayan bir değerlendirmedir. Bu, Musevilerin, büyük bir yoksunluk ve fedakarlık içinde yürüttüğü mücadeleyi gizleyen bir açıklamadır. İsrail’in bağımsızlık mücadelesinin sadece Araplara karşı değil, ABD, Büyük Britanya gibi büyük güçlere karşı verilen bir mücadele olduğu açıktır.
Bu çerçevede, örneğin Golda Meir’ (1898-1978)’in yaşamına bakmakta yarar vardır. Golda Meir, 1969-1974 arasında İsrail Başbakanıdır. 1956-1966 arasında Dışişleri Bakanıdır. Ama, Golda Meir’in, 1930’lardaki, 1940’lardaki mücadelesi, 1948’e varan yıllardaki mücadelesi çok daha önemlidir, ufuk açıcıdır. İsrail’in bağımsızlık ilan ettiği gün 14 Mayıs 1948’dir. Golda Meir de devlet kurucuları arasındadır.
Çağdaş Arap düşüncesinin, İsrail’le, Musevilerle ilgili değerlendirmesi yanlıştır. İsrail’i boğmak, deniz dökmek, yok etmek vs. şeklindeki düşünceler yanlıştır. Şüphesiz, bugünkü, İran yönetiminin düşüncesi de yanlıştır. Ortadoğu, Sina, Kenan Diyarı (Filistin) Musevilerin de anavatanıdır. Peygamber Musa’ya On Emir nerede inmiştir? İbrahim Peygamber’in çocukları, Mısır’a ne zaman girmiştir? Mısır’dan çıkış ne zaman ,nasıl olmuştur? Hangi Firavunun döneminde giriş, hangi Firavunun döneminde çıkış olmuştur? Süleyman mabedi nerede, ne zaman kurulmuştur? Kral Davut ve Kral Süleyman tarafından kurulan, daha sonra ikiye bölünen İbranilerin Kuzey tarafı, İsrail Devleti Asur İmparatoru V Salmanasar tarafından ne zaman yıkılmıştır, Asur İmparatoru, Musevileri, ne zaman, Babil’e ve Kürdistan’a sürgün etmiştir?
Exodus, Musevilerin Mısır’dan çıkışı, Mısır’dan çıkarılışı anlamında kullanıldığı gibi, Roma İmparatorluğu döneminde, Musevilerin, Filistin’den kovulmaları, dünyanın dört bir yanına savrulmaları anlamında da kullanılmaktadır. Burada, önemli olan şudur. Museviler, Kenan Diyarı’ndan, Filistin’den kovulmuşlar ama, 2000 yıl (ikibin) boyunca, vatanlarını hiçbir zaman unutmamışlar, her zaman , oraya tekrar dönmenin, arzusu, hesabı içinde olmuşlardır.
1960’larda, Arap düşüncesi, İsrail’i boğma, denize dökme, yok etme üzerine kuruluydu. Ve bu düşünce başta, Mısır Başkanı Cemal Abdülnasır (1918-1970) tarafından dile getiriliyordu. İsrail’i yok etme, boğma, Akdeniz’e dökme sloganları, Basra Körfezi’nden Fas’a bütün Arap dünyasında çoşku yaratıyordu. Bu sloganlarla bütün Arap ülkelerinde gösteriler, yürüyüşler mitingler yapılıyordu.
O dönemde, Araplar 92 milyondu. İsrail üç-üçbuçuk milyon civarındaydı. Nasır, Sovyetler Birliği taraftarı bir politika yürütüyordu. Sovyetler Birliği’nden çok miktarda savaş uçakları, tanklar, zırhlılar, her türlü savaş araç-gereçleri alıyordu.
Bu ilişkiler çerçevesinde, 6-7 Haziran 1967 Arap-İsrail Savaşı’na kısaca değinmekte yarar var. Akabe Körfezi’nde Taba’dan, Akdeniz’e, Refah’a, Han Yunus’a kadar, Gazze’ye tanklar, zırhlılar dizilmişti. Yüzlerce tank. O zaman, Gazze Mısır egemenliğindeydi. 4-5 Haziran günlerinde, Başkan Nasır, Gazze’de dizilen bu tankların üzerine çıkmış, Arap dünyasına mesaj veriyordu…” 92 milyon Arap, bir tükürsek İsrail’i boğarız.” Dikkat edelim, “İsrail’i yeneriz” demiyor. “İsrail’i boğarız, yok ederiz” diyor. “Tükrükle olmasa, Akdeniz’e dökerek”… Ve bu sloganlar, bütün Arap dünyasını coşturuyordu.
6 Haziran sabahı ne olmuştur? Bu savaş, dünya savaş tarihinde ‘6 gün Savaşı’ olarak geçer. Ama, ilk gün, hatta baskının ilk saatlerinde İsrail hedeflerine ulaşmıştır. Gazze, Sina Yarımadası, Golan Tepeleri, Batı Şeria İsrail’in denetimine girmiştir. Araplar, ne Mısır, ne Suriye, ne Ürdün cephesinde hiçbir varlık gösterememiştir. Araplar, her cephede yenilmiştir, darmadağın olmuştur. Sadece, Ürdün biraz direnmiş, yenilerek geri çekilmiştir. Mısır hava Kuvvetlerinin hiçbir uçağı havalanamadan imha edilmiştir. Yüzlerce savaş uçağı, havalanma fırsatı bile bulamamıştır. Akabe Körfezi’nden, Akdeniz’e, Gazze’ye dizilen tanklar, zırhlılar, paletleri bile dönmeden İsrail’in eline geçmiştir. Sovyetler Birliği’nin ve ABD’nin çabalarıyla, Mısır, Araplar ve İsrail arasında ateşkes yapılmıştır. O günlerde, “Eğer ateşkes olmasıydı Kahire bile düşebilirdi” şeklinde haberler de yayımlanmıştı.
Bu sadece askeri bir başarı değildir. Aynı zamanda çok büyük bir politik, diplomatik başarıdır.
Bu Arap-İsrail Savaşı’na Saddam Hüseyin de büyük bir birlik göndermişti. Ama, bu birlik, İsrail’e karşı tek kurşun bile sıkamadı. Saddam Hüseyin, ‘Emperyalizme karşı mücadele’ adı altında, Sovyetler Birliği’nden, savaş uçakları, tanklar, zırhlılar, her türlü savaş araç-gereçleri alıyordu. Sovyetler Birliği de, ‘emperyalizme karşı mücadele’ adı altında, Saddam Hüseyin’i, Irak’ı silahlandırıyordu. Ama bu silahlar, zehirli gazlar da dahil, hep mazlum Kürdlere, peşmergelere karşı kullanıldı. Bunu, Sovyetler Birliği, elbette biliyordu…
1948’e varan Arap-İsrail savaşlarında, 1948, 1955, 1967, 1973 Arap-İsrail savaşlarında, İsrail askerleri de çok kayıp vermiştir. Ama her İsrail askerinin kaydı vardır, her İsrail askerinin mezarı vardır. Bu, İsrail’in kendi insanlarına verdiği değeri gösterir. Her İsrail askerine devletin çok büyük bir ilgisi vardır. Şehitlerine de yaralananlara da, esir alınanlara da…
İsrail’in bu büyük askeri ve politik başarısının tek nedeni, Musevilerin birbirlerine tutkunluğudur, vatanlarına bağlılıklarıdır. Milli duygularının yüksekliğidir. Bunu, “Amerikan emperyalizminin işidir, yardımıdır…” diye açıklamak, çok ucuz bir değerlendirmedir. Burada, Kürdlere, “birbiriniz seviniz, birlik, beraberlik olsun, Irak’ı, Suriye’yi, İran’ı, Türkiye’yi sevmekten çok birbirinizi seviniz…” demenin hiçbir anlamı yoktur. Yararı da yoktur. Ama, Kürdlerin, şu konuda, kendilerini sorgulamaları gerekir. “İsrail’de, Musevilerde olan bu nitelikler bizde neden yok?” “50 milyonu aşkın Kürdün, uluslar arası kurumlarda, neden adı bile yok, temsilcisi bile yok…” Bu, yüksek Kürd bilinciyle ilgili bir durumdur.
Bu konuda, kendilerini sorgulamaya başlayan Kürdler zaaflarından da arınmaya başlarlar.
Devlet gündeme geldiği zaman, PKK/KCK, “devlet kötüdür, gericiliktir, bu işlerin zamanı geçmiştir” diyor. YNK/Goran da, “zamanı gelmedi” diyor, öteliyor. “Alt yapımızı tamamlayalım, ekonomimizi güçlendirelim, ondan sonra düşünürüz…” diyor. Bu iki düşüncenin birbirine zıt olduğu açıktır. Ama, Kürd/Kürdistan karşıtlığında, Kürdistan’ı müştereken yöneten devletlerin çıkarlarının savunulmasında beraber hareket etmiş oluyorlar.
Burada temel soru şudur. Diyelim, Başkan Mesut Barzani, “falan tarihte referandum yapıyoruz,” diyor. Referandum konusunda tarih açıklıyor. Bu açıklama karşısında, YNK’nin, Goran’ın, İslami partiler, Yekgirtu’nun, Komel’in…tutumu ne olur?