16 Ekim 2017 ihanetinin yarasına dair kısa bir değerlendirme

Kürdistan tarihi ve coğrafyasının çok kanlı ve uzun bir mücadele geleneğine ev sahipliğini yaptığını biliyoruz. Bu mücadele süreçleri keskin dönemeçlerle, kalın bariyerlerle, kör karanlık tünellerle hep engellenmeye çalışıldı. Düşman duvarlarla kuşatılmış ve bölünmüş bir zeminde Kürd karşıtı ittifaklar başarı ve ilerleme süreçlerinde hep iç ihanete yatırım yaptılar. Toplumsal, sosyal ve siyasal bölünmüşlüğün yarattığı psikolojik ve ideolojik etkenler, sömürgeci güçlerin daha da rahat at koşturmasını sağladı.

Son yüzyılın farklı evrelerindeki Kürdistan ulusal kurtuluş mücadelesinin tarihine baktığımızda, bütün dönemlerde gerilemenin, kaybetme ve yenilgiyle sonuçlanmanın en önemli nedenlerinin başında ulusal birlikteliğin sağlanmaması ve ciddi anlamda ulusal perspektife sahip bir örgütlenme ağının oluşmamasından kaynaklanıyor. Bu süreçlerde düşmanın beşinci kol çalışması ve iç ihanet odaklarının aktif rol oynaması sonucu her kalkışma, direnme ve mücadele hamlesi sonu trajedi ve kanlı bir duraklamaya yol açtı. İç ihanet odakları her seferinde mücadeleyi arkadan hançerleyerek malum rolünü oynamıştır. Bu ihanetler zincirinin en son halkası 16 Ekim 2017 tarihinde Kürdistan’ın kalbi Kerkük’te hafızlara kazındı.

Güney Kürdistan da, 25 Eylül 2017 tarihinde yapılan, bağımsızlık referandumuna karşı tavır alan ve “hayır” cephesinin bayraktarlığını yapan güçler; bir kez daha ispatladılar ki, bu operasyon-lar klasik kürd düşmanlığının bir ittifakı sonucudur. Bu projenin uygulanmasında yerel işbirlikçilerinin de içinde yer aldığını ve “başarı” payının bu ihanet çetesine ait olduğunu Maliki gibi bir katil bile itiraf etmektedir. Bu güçlerinin kürd düşmanlığı ve kuşatma politikaları 16 Ekim 2017 ihanetiyle somutluk kazandı.

“Kürd devletinin kurulmasına izin vermeyeceğiz!” naralarıyla Kürd toplumuna cilalı taş devrini öneren zihniyet, tipik bir ittihat terakki düşüncesinin güncellenmiş ve yeniden dizayn edilmiş bir versiyonu olduğunu referandum süreciyle bir kez daha kanıtlandı. Devlet aklıyla kurulmuş ve devlet aklıyla harekete geçirilmiş bilinçli, programlı ve “ devlet-i aliyenin kutsallığını” esas alan kontrollü “politik” erozyon hareketlerinin temel işlevi toplumsal hareketliliği ehlileştirmektir.

Dolaysıyla bu zihniyetin hem kendi bünyesinde, hem de dışındaki Kürdi kadroları/oluşumları tasfiye, imha ve hareketsiz hale getirmek için farklı zamanlarda ama benzer gerekçelerle toplumsal hafızayı “reset”lemeyi başarmış güdümlü ve bölgesel bir güç olduğu gerçeğini de teslim etmek gerekir.
Korku cumhuriyetini güncellemek için” yeni” arayışlara, politik varyantlara başvuran üst akıl “barış ve kardeşlik” teraneleriyle “matruşka” türü projeleriyle sonuç almayı hedefliyorlar. Ancak Kürd sosuyla boyanan Jön Türklerin mayasını piyasaya sürmek için ittihatçı reflekslere yönelmeye, “yeni” kavramlar üretmeye, suyu bulandırmaya hiç gerek yoktur. Bir çok çevre tarafında yıllardır tartışılan, parçadan bütüne mi, yoksa bütünden parçaya mı yol almak gerekir sorusunun cevabını süreç ve şartlar tayin etmektedir. Sonuçta bir hedefiniz varsa ve bu hedefe varmak için en uygun araç ve gereçleri kullanmak, hedefe yönelmek, başarmak, politik öngörü ve kararlılık göstermek mücadele tecrübesiyle mümkündür. Bağımsızlık kervanının izlemiş olduğu yol ve güzergâh bu politik tecrübe ve kararlılığın sonucudur. Bu kervana katılmak, ortaklaşmak ve hedefe varmak için yapmanız gereken tek hamle korkularınızı yenmek ve “kralın çıplak olduğu” gerçeğini kabul etmenizdir. Bunun yolu ve yöntemi de ısrarla geçmişinizle, tarihinizle, farklı süreçlerdeki makas değiştirmeleriniz ve “sır” dolu kozmik odalarda hazırlanan “yol haritasına” bakmanızda yarar vardır.

Bir kez daha tekrarlamakta yarar vardır: Kim ve kimler tarafından mevcut sömürgeci duvarlardan sökülen her tuğla işgalci sistemde yeni bir gediğin açılması demektir. Dolaysıyla sizler de bu sistemin mağdurlarısınız, efendileriniz için kaygılanmanız yersiz ve anlamsızdır. Bırakın egemen diktatörler korku girdaplarında yol alsınlar. Beceremiyorsanız, hiç olmazsa sessiz kalın ya da klasik geçiştirme cümleleriyle “halkın iradesine saygı duyuyoruz” diyerekten kendinizi tartışmaktan uzaklaştırın. Başkalarının korkularına siz ne tercüman olabilirsiniz, ne de derman! Bu halkın yıllardır size sunmuş olduğu desteğinin ”Bağımsız, birleşik Kürdistan” şiarındaki anlam ve önemi için olduğunu unutmuşsunuz! Hatırlamakta yarar vardır. Güney, Kuzey, Doğu ve Güney-Batı Kürdistan’da elde edilen her kazanım, her başarı, her statü işgal altında yaşamaktan revadır. Bir halkın, bir ulusun kendi kaderinin tayini konusunda karar vermesi, belirleyici olması sizleri neden ürkütüyor? Geçmişe dönüp bu talepler uğruna yaşamını feda eden şehitleri hatırlayın, azıcık vicdan û vefa duygusunu taşıyorsanız onların anılarına, mücadele geleneklerine ve emeklerine saygı duymanız gerekir. Sizler makas değiştirdiniz, eski duygu ve düşüncelerinizden vazgeçtiniz diye ölülerinize, Kürdistan şehitlerine de aynı gömleği giydirme, onların yaratığı değerleri şahsi ve “örgütsel” çıkarlarınız doğrultusunda kirletmeniz mi gerekiyor!? Bu tercihiniz ne ahlaki ne de insani bir yaklaşımdır. Unutmayınız ki tarih her şeyi kaydediyor. Dün yazdıklarınız, haykırdıklarınız ve savunduklarınız arşiv kayıtlarında mevcuttur. Cano Amedi 15/11/2017 Amed

 

Geef een reactie

Het e-mailadres wordt niet gepubliceerd. Vereiste velden zijn gemarkeerd met *