SOYKIRIM GELENEĞİ HESAPSIZ ÇÖZÜM ARAYIŞI

İnsanlık tarihi sadece savaşlar tarih olmadığı halde savaş ve işgalin olmadığı yıllar parmakla sayılacak kadar azdır. Emperyal devletler tarihi savaşlarla sınırlandırmaya özen gösteriyorlar. Özellikle katliam ve soykırım yapanlar pişmanlık duymayıp geçmişleri ile hesaplaşmamışlar ise tarihi dar bir çerçeveye sokmak, yapay ve gerçekçi veriler ile bilgilere dayalı olmayan tarih tezleri yazmaya devam ediyorlar. Geçmişlerindeki kirliliği örtbas etmeye çalışmaktalar ve el koydukları halkların mirasını kendileri için meşru bir varlık gibi gösterme, devam eden kaynaklara el koyma durumunu bir hukuki temele oturtma ve gelecekte benzer eylemlerine kendi halkını hazırlamayı amaçlanmaktadır.

Bütün işgaller sömürü amaçlı olarak gerçekleştirilmiştir. İnsani amaçlı yapılan işgale insanlık tarihinde rastlamamız mümkün değildir. İşgal edenler, işgali altındaki halkları çeşitli metotlar uygulayarak sömürmüşlerdir. En çok uygulanan yöntemler:

  • İşgal edilen halkın (ülkenin) değerlerini kendi ülkelerine götürmek,
  • İşgal edilen halktan vergi almak,
  • İşgal edilen halkı karşılık ödemeden kendi yararına çalıştırmak,
  • İşgal edilen halkı başka işgaller için asker olarak kullanmak,
  • İşgal edilen yerleri tüketim pazarı olarak kullanmak,

Bunlar gibi daha çok sayılacak uygulamalara egemen devletler başvurmaktan kaçınmamış. Direnen halklara karşı her türlü şiddete başvurmaktan kaçınmamışlar. Direniş kırılamadığı yerlerde ise katliamlar yapılmıştır. Bazen bu katliamlar soykırıma varacak ölçüde sert olmuştur.

Kurdistan’da olduğu gibi bazı yerlerin işgallerinden sonra işgalci devlet işgal ettiği yerleri kendi devletine katmıştır. Esas sahipleri yok sayılmıştır. Soykırıma varan uygulamaların çoğu bu durumlarda gerçekleşmiştir. Yerli halklar fiziken ve tarihsel olarak yok edilerek topraklarına sahip olunmuştur. Yerli halkların geçmişleri ile bağları kesildiği gibi kendi milletinden insanları hazırladıkları plan çerçevesinde işgal bölgelerine yerleştirmişler. Tarihte bu uygulamaya ağırlıkla İngilizler ve Türkler başvurmuştur. İnsanlık tarihinde hiç görülmeyen bir uygulamaya sadece Türkler başvurmuştur. Son iki yüzyılda bu uygulamaya başvurulmuş. Yerleşik kadim halkların benlikleri, kimlikleri, kültürleri ve tarihleri yok sayılarak zorla yeni bir kimlik, Türk, sahibi yapılmış ve yapılmaya çalışılmaya devam edilmektedir. Aralıksız sürdürülen bir soykırım uygulaması yerleşik bir politika olarak günümüzde de devam etmektedir. Birleşmiş Milletlerin ve İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin soykırım tanımlamasına göre TC’de hala her gün, her saniye soykırım yapılmaya devam edilmektedir.

Geçmişte veya günümüzde yapılan soykırımlar kabul edilmediği ve hesabı görülmediği sürece yenilerinin yapılması kaçınılmazdır. “Geçmişte yaşanan katliamlardan ve soykırımlardan bugün yaşayanlar sorumlu mudur” sorusu ile karşılaşabiliriz. Hiçbir şey yapmayanlar evet sadece sorumlu değil, aynen uygulayıcılar gibi suçlu olarak kabul edilmeli. Atalarının yaptıklarını insan haklarına uygun olarak kabul edenler, lanetleyenler ve katliama maruz kalan halkların tarihsel miraslarını kendilerine verenler veya verilmesi için elinden gelen her türlü gayreti gösterenler suçlu veya sorumlu alınamazlar. Böyle bir tutum içinde olmak bir ideolojinin gereği değil, insani bir gerekliliktir. Soykırıma karşı olmak bir erdem değildir. İnsani bir tutumdur. Aksi davrananların yeni işgaller, soykırımlar ve katliamlar yapacağını veya yapmaya eğilimli olduklarını görmemek için aptal olmak lazımdır.

Katliamlar ve zulümler arasında fark yoktur. Ayırım yapmaya kalkışmak doğru değildir. Kim yaparsa yapsın aynı şekilde lanetlenmeli ve herkes tarafından cezalandırma yoluna gidilmelidir. Türklerin Bosna veya Azerbaycan’da yaşanan bazı olayları gündeme getirmesinde sakınca yoktur, doğrudur. Başka halklara, Yakındoğu’da özellikle Ermeniler ve Kurdlere, yapılanları görmezden gelmeleri ise samimi olmadıklarını göstermektedir. Kendi yaptıklarını gizlemek için özellikle yapanların torunları tarafından kabullenen ve lanetlenen katliamları sürekli gündemde tutmaya çalışmaları anlayışlarının ve niyetlerinin göstergesi olarak karşımızda durmaktadır. Devam eden soykırımı ise hoş gördüklerinin göstergesidir. Katliam yapanların bıraktıkları gasp edilen mirasa doğal hakları gibi sahiplenenlerin katliamcılar ve soykırımcılardan farkı yoktur.

İşgalci devletlerin bir başka uygulaması da katliamlarda yönetici olarak görev alanları ve mirasçılarını ödüllendirme yoluna gitmesidir. Burada genellikle takip edilen yöntem resmi bütçeden ödül dağıtma şeklinde olmamaktadır.  Katliam yapanların, katledilenlerin yükte hafif pahada ağır mallarına el koymalarına göz yummak ve kolaylaştırmak ile yine katledilenlerden zorla rüşvet almalarını sağlamak, en çok uygulanan yollardır. Yasal ve kayıtlı para iz bırakır ve yüzlerce yıl sonra bile bunların belgelerine ulaşmak mümkün ve kolaydır. 1925’de Azadi harekâtı sonrası ve 1937-38’de Dersim’de uygulanan Kurd katliamlarında görev alan komutanların ve İstiklal Mahkemeleri savcıları ile hakimlerinin katliamlardan hemen sonra servetlerinin muazzam yükselmesi, güzel örnekler olarak karşımıza çıkmaktadır. Devam eden direnişler ve olası direniş olasılıklarına karşı jenosit uygulayıcı devlet her zaman hazırlıklı olmaya çalışmış ve rahat suçlar işleyecek paramiliter yapıları oluşturmuş ve yaşatmaya çalışmıştır. Günümüzde bunun en güzel örneği hala toplumun gündeminden hiç düşmeyen mafya ve narkotik yapılardır.

Osmanlı ve devamında, katliamlarda devşirmelerin kullanılmasına özen gösterilmiştir. Değişik halklardan insanların devşirilmesi, devlet politikası olarak sürdürüle gelmektedir. Kökünden koparılmış insanlardan şovenist yaratmak, daha kolaydır ve onlar hizmetinde oldukları egemen sisteme daha sorgusuz bağlı olurlar. Osmanlı’nın son 50 yılında ve TC’de Çerkezlerin kullanılması rahatlıkla görülebilir. Saldırgan devşirmelerin torunlarının saldırgan olma garantisi yoktur. Bunlar bir süre sonra normal insani yaşama uyum sağlamaya başlıyorlar. Bu nedenle devletin yeni ırkçı olmaya müsait devşirmelere ihtiyacı vardır. Son yıllarda devletin muazzam sayıda sığınmacıya olanak vermesi boşuna değildir. Bunlardan bir süre sonra saldırgan Türk ırkçıları yaratılacaktır. Sığınmacı politikasının başka nedenlerinin olması bu gerçeği değiştirmez.

Egemen sistem, kendisine karşı direnen ve farklılıkları gündeme getiren herkesi terörist olarak yaftalamaktan çekinmemektedir. Uluslararası terörist kavramının ne olduğu tekçi, tenkilci devlet için önemli değildir. Onun için önemli olan yandaşlarını ve yandaş yapmaya çalıştırdıklarını nasıl inandıracağıdır. Günümüzde Türk ırkçısı olmanın en güzel örneklerinden önde gelenlerinden biri de geçmişlerinden koparılmış Pontusların torunlarıdır. Bugünün muteber millicileri olarak görülen bunlar kimliklerinin farkına vardıklarında terörist olarak tanımlanacakları mutlaka görülecektir.

Egemen sistem yoğun bir gizleme ve propaganda ile halkı o kadar zihnen uyuşturmuş, robotlaştırmış ve ırkçılaştırmış ki hiç kimse yüzyıl önce bu topraklarda yaşayan kadim halklara ne olduğunu kendisine bile sormuyor. Türkler acaba bir gün Pontuslar ve Ermeniler ne oldu diye soracaklar mı? Bu soruların sorulması olasılığı bile, egemen sisteme her zaman kâbus gördürmektedir. Özellikle asimile edilmiş halkların kimliklerini öğrenmesinden korkulmaktadır. Bu nedenle günümüzün Türk ırkçıları olsalar da Ermenilerin ve Pontusların torunları derin kurumlar tarafından düzenli takip edilmektedir.

Bir süredir bazı partiler ve liderleri tarafından demokratlık, insan haklarına ve hukuka bağlılıklarını göstermek için kullandıkları kavramlardan biri de “farklılıklarımızı konuşmayacağız” şeklindedir. Bu söylem tehlikeli ve art niyetlidir. Farklılıklar zenginliktir ve mutlaka korunmalıdır. Farklılıkları yok saymak inkarın ve jenosidin aklanmasıdır. Her şeyden önce farklılıkların yaşanmasına ortam sağlanmalıdır. İnsanlar yıllardır kimliklerini gizlemek zorunda kalmıştır. İnsani, ahlaki ve adaletli davranış insanların kimliklerini açıklayabilme ve yaşayabilme ortamını sağlamayı gerektirmektedir.

1915 Ermeni ve 1916 Kurd katliamlarının kabulü ve lanetlenmesi ile başlayarak bu topraklarda uygulanan soykırım uygulaması olarak da tanımlanabilecek katliamlar ve zulümlerin kabulü ve lanetlenmesi ile başlayarak bütün haksızlıkların hesabı görülmeli ve gereği yapılmalıdır. Bu ülkede jenosidin yasal kaynağı olan Anayasa’nın 66. Maddesi tarihin çöplüğüne öncelikle atılmalıdır.

Geef een reactie

Het e-mailadres wordt niet gepubliceerd. Vereiste velden zijn gemarkeerd met *