Yönetmen Caroline Fourest: Filmimde Kürtler bir bayrak altında savaşıyorlar

Ruken Hatun Turhallı

BasNews – Fransız gazeteci ve yönetmen Caroline Fourest’in: “Kadınların Silah Kardeşliği filminde Kürtler, savaşan grupların gerçek renklerinden ve ortak motif olan Kürdistan güneşinden yola çıkarak yeniden çizdiğim, tek ortak Kürdistan bayrağı altında savaşıyorlar. Buna paralel olarak, IŞİD bayrağını da hafif bir biçimde değiştirdik. Yine siyah beyaz ve kırık el yazısıyla, ancak, çapraz kılıçları da ekledik. Bu, halifeliği yeniden kurmayı hayal eden bütün radikal İslamcı gurupların paylaştığı bir simge. Film, kadınlar ve Kürtlerin fanatizme karşı kazandıkları bu savaşın bir metaforu olarak kalsın istedim. Filmin, IŞİD’in devlet olarak çöküşü ile eskimesini ve tarihe mal edilmesini istemedim. Bu grup sadece çok daha derin olan asıl kötülüğün bir tezahürüydü. Savaş ne yazık ki henüz bitmedi ve daha uzun sürecek. Hafızamızın da bu tehdit karşısında canlı kalması ve bizlere güç vermesi gerekiyor. Dünya Kürtleri tek bayrak altında bir ulus olarak görüyor. Açıkçası Japonya’da veya Avrupa’da bu filmi izleyecek olanlar “YPJ, Peşmerge” demeyecekler. Zaten çok azı bunu biliyor. Ancak şunu söyleyecekler,  “Evet, Kürtler bizim için savaştı!, bu nedenle onları terk etmemeliyiz”. Bir de, “Kürtler Irak’ta bağımsızlıklarını istiyor, Suriye’de bizi yardıma çağırıyorlar. Onlara yardım etmemiz lazım.” diyecekler.”

Fransız gazeteci ve yönetmen Caroline Fourest’in Kürt kadın savaşçılarının IŞİD’e karşı mücadelesini konu edinen uzun metrajlı filmi “Kadınların Silah kardeşliği -Soeurs D’Armes” Henüz gösterime girmeden fragmanıyla oldukça büyük ilgi uyandırdı. Yönetmen Fourest ile filmi ve filmde tema edindiği Kürtleri özellikle de Kürt kadınını konuştuk.

 “Kadınların Silah Kardeşliği” Filmi yapma fikri sizde ne zaman ve nasıl oluştu?

Dört yıl önceydi, aynı hayat ve aynı savaş anı içinde, kadınların hem ataerkil baskının en korkuncunu hem de feminizmin en ileri düzeyini bir arada yaşamakta olduğunu fark ettiğim anda, ilk fikir oluştu. Sonra, kurtulan Ezdi kızların hikâyelerini okudum. Cihatçıların kadınlar tarafından öldürülme düşüncesiyle dehşetle titrediklerini öğrendiğimde, artık aşağı yukarı ne olup bittiğini biliyordum. Sanki kadın düşmanı deliliklerinin, artık kadın eliyle sonuna geldiklerini onlar da fark etmiş gibiydiler. Nihayetinde kadın korkuları onlara karşı dönmüştü. Bir de uzun bir süredir, neredeyse on beş yıldır radikal dincilik ve İslamcılık üzerine çalışıyorum. Sadece kurgunun bu ikonografik, güçlü, devrimci, tersine dönüşü, tam anlamıyla yakalayabileceğini düşündüm.

Görüntünün olası içeriği: bir veya daha fazla kişi, dağ, açık hava ve doğa

Peki, sizin için tetikleyici unsur ne oldu?

Charlie Hebdo saldırısında birçok arkadaşım ve meslektaşımı kaybettim. Bir film yapma fikri aklıma, tam da o gün, 7 Ocak 2015 bu saldırıdan sonra, arkadaşlarımın çoğunu kaybettiğimde aklıma geldi. Derginin Genel Yayın Yönetmeni Charb, Kürtlere hayrandı. Öldürülmeden hemen önce Kürlerle ilişkiye girmeyi ve saflarına katılmayı hayal ediyordu. Kürt direnişine katılan enternasyonalist bir tugayın hikâyesini anlatmak, benim için bir bakıma onun bu rüyasını gerçekleştirmenin bir aracı oldu. Ben bile katılma arzusuyla yanıp tutuşuyordum. Bu duyguyla baş etmekte oldukça zorlandım. Film işte bu duygulardan yola çıktı…

Dünya, Kürtleri, özellikle de Kürt kadınlarını IŞİD’e karşı verdikleri cansiperane mücadele ile tanıdı. Oysa dünya mücadelelerinden habersiz olsa bile Kürtler ve Kürt kadınları çok eskiden beri zulme karşı direniyorlardı. Siz Kürtleri ne zaman ve nasıl tanıdınız?

Geçenlerde fark ettim, daha yirmi yaşımda,1995’de, yazdığım ilk makalelerden birinde Kürtlere ayrımcılığı işlemişim, Türk rejiminin yaklaşımını ‘faşist’ olarak ele almışım. Fransa, eskiden beri Kürtleri destekleyen bir geleneğe sahip. Bu gelenek Fransa’da entelektüeller arasında ciddi oranda diri kalmıştı. Ancak, benim Kürt kadın savaşçılarla ilk karşılaşmam sinema vesilesiyle oldu, onları ilk kez Hûner Selîm’in ‘My sweet Pepper Land’ filminde gördüm. Sonrasında gerçek savaşçıları da gördüm. Hem gerilla hem Peşmerge’den hem de PAK’dan kadın savaşçıları gördüm. Beni Şengal’e götürenler de Peşmergeler oldu. Şengal’e, Musul’un alınmasından önce ve sonra olmak üzere tam üç defa gittim.

Bu projenin gerçekleştirilmesi esnasında henüz bilmediğiniz, sizi şaşırtan, özellikle aklınızda iz bırakan şeyler oldu mu?  

Daha Kürdistan’a gitmeden önce senaryomun ilk taslağını yazmıştım. Tamamen kurgusal amaçlarla burada biraz çılgıncasına yazdıklarım, orada gerçeğin eleğinden geçti ve doğrulandı. Örneğin, kafamda kızların cihatçılarla karşı karşıya geldiklerinde onları panikleten bir tür çığlık atıyor olabileceklerini hayal etmiştim. Şengal Dağı’nda ilk kez karşılaştığım kadın gerillalar gerçekten de cihatçıları korkutmak için savaş esnasında bazen “tilili” çektiklerini söylediler. Kulaklarıma inanamadım. Onlardan bu çığlığı benim için bir kez atmalarını istediğimde kızardılar ve utandıkları için bunu önümde yapamayacaklarını söylediler. Çok dokunaklıydı…

Filminizin adı “Kadınların Silah Kardeşliği” Silah ve kadınların bir araya gelemeyeceğini söyleyenlere sözünüz ne olurdu?

Onlara bunu özellikle savaşçı kadınların karşısında söylemekten kaçınmalarını tavsiye ederim. Bence, tüm ataerkil dünya, kadınların bu denli güçlü olabileceğini gördüğünde çok ürktü. İşte benim asıl ilgimi çeken şey de bu. Bir kez olsun gücün eril değil de dişil tarafta olduğu feminist bir savaş filmi yapmak ihtiyacı doğdu.

Görüntünün olası içeriği: bir veya daha fazla kişi, ayakta duran insanlar, gökyüzü, plaj, açık hava ve doğa

Senaryo ve sinopsis yazımı esnasında olay örgüsünü hangi kriterlere göre kurguladınız ve karakterleri neye göre belirlediniz? Yael, Kenza ve Zara gibi isimlerin sembolik bir anlamı var mı?

Özellikle genç Ezdi kadın kahraman Zara’nın olduğu tüm bölümler sembolik açıdan çok önemli. Ezdi kadınların başına gelenler bu fanatiklerin, sınır tanımayan kadın düşmanı şiddetini savaşın altında yatan derin nedenleri sembolize ediyor. Fakat ben aynı zamanda filmim aracılığıyla Avrupalı gençlerin de kendilerini keşfetmelerini istedim. Çünkü özellikle onlar IŞİD gibi grupların propaganda ile hedef aldığı kitledir. Gençler, İnternet üzerinden manipüle edilerek iş başvurusu yapar gibi örgüte alınma noktasına geldiler. Sonra da bilmedikleri toprakları kolonileştirmeye ve insanları köleleştirmeye yönlendirildiler. Aslında gazeteci olmanın kötü bir yanı var. Cihatçılar ne zaman bir eylem yapsa, elimizde olmadan onları haber yaparak kahramanlaştırıyoruz. Kahraman oluyorlar çünkü haberlerin konusu onlar. Bir sinemacı olarak istiyorum ki, Avrupa gençliği onlara medyada asla göstermediğimiz, gerçek kahramanların da olduğunu görsün. Bu bizim yansıtmadıklarımızı, Kürt Savaşçıları, nihayet bu gerçek kahramanlarla tanımlayabilsin. Gençliğimiz Kürt direnişine katılan kahramanların da olduğunu görsün. Bu gönüllülerden birinin adının örneğin Kenza olması, Cezayir kökenli bir Fransız olması, Kürt yanlısı ve laik olması bir rastlantı değil. Ciddi bir sembolizm var orada. Arapça kökenli bu ismi özellikle Avrupa’daki kestirmeci ırkçı ve önyargılı yaklaşımlarla mücadele etmek için seçtim.

Filmi Fas’ta çekmeyi tercih etmişsiniz. Filmi Rojava veya Kürdistan Bölgesi gibi öykünün yaşandığı yerlerde, onu yaşayan insanlarla beraber çekmek daha gerçekçi olmaz mıydı?

Aslında filmin bazı sahnelerini Kürdistan Bölgesi’nde Peşmerge ile beraber çektim. Çekimler esnasında Kürdistan Bölgesel Yönetimi bana çok misafirperver davrandı. Hikâyenin öteki Kürt gruplarını da içerdiğini bildikleri halde son derece naziktiler. Benden hiçbir zaman senaryomu okumayı istemediler. Ellerinden gelen yardımı da yaptılar. Sonra filmi Rojava Kürdistanı’nda çekmek istiyorduk. Ancak uygulamada bu çok zor oldu. Gerek zaman, gerek, masraflar, gerekse güvenlik açısından bunun imkânsız olduğunu gördük. Sinema çalışmalarında biliyorsunuz, yarım saatlik bir gecikme bile projenin tamamını felç edebiliyor. Sınırları geçmek için harcadığımız zamanı düşünerek, böyle bir lüksümüzün olmadığına karar verdik. Yine bu filmin finansmanı bizler için çok zor oldu. Kimse filmin başarılı olacağına inanmıyordu. Ben kendim Kürdistan Bölgesi’ndeki masrafları kısmen finanse etmek zorunda kaldım. Yapımcılarım gereğinden fazla risk almıştılar. Gerçek bir savaş filmini çok az bir bütçe ile yapmamız gerekiyordu. Bunu yapmanın tek yolu filmi hızla ve en uygun teknolojik koşullarda iyi bir biçimde yapmaktan geçiyordu. Bu koşulları bize sunan en iyi yer Fas oldu. Zaten Irak ve Suriye’yi konu edinen tüm büyük savaş filmleri orada çekiliyor.

Fas’ta filmi çekerken çok duygulandırıcı anlar yaşadık. Plato olarak kullandığımız bir Berberi köyünde halk çekim için inşa ettiğimiz Ezdi Laleş’ini, çekim sonrasında yıkmamıza engel oldu. Orda yaşayanlar mabedin hatıra olarak kalmasını istediler. Yine çok duygulandırıcı bir olay, Fas’ta rastladığımız Kobanili bir mülteciyi oyuncu koçu olarak işe aldık. Kobanili oyuncu koçumuz, Faslı figüranlara nasıl Kobanilileri ve Ezdileri oynayacaklarını açıklıyordu. Figüranların çoğu Berberi halkındandı ve Ezdilerin yaşadıklarıyla direkt bir özdeşim kuruyorlardı. Sinemanın büyüsünün yarattığı bu duygu paylaşımı eşiz bir şeydi, Kürtleri, Arapları ve Berberileri birbirine bağlıyor ve herkes IŞİD’in yaptıklarına karşı bir şeyler yaratma fikrini seviyordu.

Görüntünün olası içeriği: 2 kişi, ayakta duran insanlar ve açık hava

Filminizde, Kürtlerin öncü olduğu, siyasal ve askeri örgütlerin isimlerini belirtmiyorsunuz. Bunu evrensel ruhu korumak endişesiyle yaptığınızı belirtmiştiniz.  Böyle bir seçimin sizi gerçeklerden ve dolayısıyla tam da bu anlamda ulaşmak istediğiniz evrenselden uzaklaştırabileceğinden endişe duymadınız mı?

Evet, biliyorum, bunu bu savaşta yer alan ya da hala ön saflarda savaşan insanlara açıklamak kolay olmayacak. Ancak, benim filmim dokümanter değil, kurmaca bir film. Şüphesiz gerçek yaşanılanları benim filmimden çok daha iyi anlatan filmler yapıldı. Fakat bunların izleyicisi sınırlı sayıdaki bilinçli kesimlerdi. Bu film ise çok daha büyük ve çok daha genç bir izleyici kitlesini hedefliyor. Bu insanlar muhtemelen ne Kürtleri ne de Ezdileri tanıyorlar. Dahası, belki bu savaşta ne olduğundan bile haberleri yok. İşte benim açımdan onlara dokunmak için, Kürtlerin iç kavgalarına girmeyen gerçek bir aksiyon ve duygu filminin gerçekleştirilmesi gerekiyordu. Bu büyük kitle zaten onları anlayacak araçlara sahip değil. Bir de inanıyorum ki tarih de zaten bu savaşı Kürtlerin kendi aralarında bölünmüşlüğü üzerinden yazmayacak. Şanlı tarihe kalacak olan şey Kürtlerin her bir parçasının kendi özgücüyle Islam Devleti’ne karşı nasıl direndiği ve sonuçta her birinin kendi yöntemleriyle ona karsı nasıl muzaffer olduğudur. Bazen, evrenselliğe ulaşmak adına somut gerçeklikten uzaklaşmak ve daha ileriye bakabilmek gerekir. Bu anlamda dokümanter bir filmin sağlayamadığını, kurmaca bir film kolayca yapabilir. Ben şahsen dışarıdan yapılan bir filmin Kürtleri aynı hikayenin etrafında toplaması ve aynı yöne doğru bakmaları fikrini çok seviyorum. Kürtlerin ortak bir geleceği hayalini kurabilmesi için geçmiş üzerine bir uzlaşıya varması gerekiyor. Sinema bu uzlaşıya ve ortak gelecek hayaline katkıda bulunabilseydi bu muhteşem olurdu.

“Kadınların Silah Kardeşliği” filminde Kürtler, savaşan grupların gerçek renklerinden ve ortak motif olan Kürdistan güneşinden yola çıkarak yeniden çizdiğim, tek ortak Kürdistan bayrağı altında savaşıyorlar. Buna paralel olarak, IŞİD bayrağını da hafif bir biçimde değiştirdik. Yine siyah beyaz ve kırık el yazısıyla, ancak çapraz kılıçları da ekledik. Bu, halifeliği yeniden kurmayı hayal eden bütün radikal İslamcı gurupların paylaştığı bir simge. Film, kadınlar ve Kürtlerin fanatizme karşı kazandıkları bu savaşın bir metaforu olarak kalsın istedim. Filmin, IŞİD’in devlet olarak çöküşü ile eskimesini ve tarihe mal edilmesini istemedim. Bu grup sadece çok daha derin olan asıl kötülüğün bir tezahürüydü. Savaş ne yazık ki henüz bitmedi ve daha uzun sürecek. Hafızamızın da bu tehdit karşısında canlı kalması ve bizlere güç vermesi gerekiyor. Dünya Kürtleri tek bayrak altında bir ulus olarak görüyor. Açıkçası Japonya’da veya Avrupa’da bu filmi izleyceek olanlar “YPJ, Peşmerge” demeyecekler. Zaten çok azı bunu biliyor. Ancak şunu söyleyecekler, “Evet, Kürtler bizim için savaştı!, bu nedenle onları terk etmemeliyiz.” Bir de, “Kürtler Irak’ta bağımsızlıklarını istiyor, Suriye’de bizi yardıma çağırıyorlar. Onlara yardım etmemiz lazım” diyecekler.

Ezdilere karşı işlenen soykırım aynı zamanda kadınlara karşı da işlenen bir kadın soykırımı. Uluslararası kadın hareketlerinin buna karşı göstermesi gereken duyarlılığı yeterli oranda gösterdiğine inanıyor musunuz ?

Hayır maalesef. Bunu Nadia Murad’ın, Donald Trump’ ile tanıştırıldığı zaman, Donald Trump’ın gösterdiği talihsiz tepkiden de görüyoruz. Uluslararası mecrada, kurumsal kadın dayanışması çok zayıf. Dünya hala bu soykırımın vardığı dehşetin derecesini yeterince anlamadı. Maalesef benim filmimde de jenosit çok işlenmiyor. Aslında ham gerçeği verdiğinizde izlenmesi çok zor bir film ortaya çıkıyor. Ancak, benim filmim daha ziyade direnişle, mücadele ile ilgili. Filmin merak uyandıracağından ve daha ileri gitme, gerçekte ne olduğunu öğrenme arzusu uyandıracağından eminim. Dünya çapında en azından öyle olacağını umuyorum. Şu anda bir distribütör bulmakta zorlansak da, tam bu nedenlerden dolayı filmimin Amerika Birleşik devletlerinde, Arap dünyasında ve her yerde görülmesini önemsiyorum (İnanılmaz boyutta büyük taleplerin buralardan geldiğini de belirtmeliyim.)

Sadece büyük seyirci kitlesine yönelik ana akım bir film, dünya kamuoyunu Kürtlerin sorunlarına karşı daha duyarlı hale getirebilir. Bağımsızlık istediler diye Kürdistan Bölgesi’nde Kürtler saldırıya uğradığında veya Rojava’da yardıma ihtiyaçları olduğunda yüz üstü bırakılırlarsa, dünya kamuoyu şoka uğramış gibi hissedecektir.

Uluslararası toplumun insanlığa karşı işlenen bu suçun faillerini yargılama konusundaki isteksizliğini nasıl açıklıyorsunuz? Kurbanların Kürtler ve Ezdiler gibi azınlıklardan olması, bunların yarısından fazlasının kadın olması bir neden olabilir mi?

Ben özellikle bir taraftan Türklerin, diğer taraftan Rusların desteklediği Beşar El Esad’ın uyguladığı baskının Rojava’nın yargı yetkisine sahip özerk bir bölge olarak tanınmasını imkansız kıldığını hissediyorum. Rojava’ya yargılama yetkisi tanınsaydı, oradaki mahkemeler yabancı cihatçıları Irak’ta olduğu gibi yargılayabilirdi. Nihayetinde “geri dönenler” sorunu kısmen çözülürdü. Bir de Rojava Kürtlerinin denize açılma imkanı olsaydı, Kürdistan Bölgesi ile aralarındaki ilişkiler de iyileşebilirdi belki. Şayet Türkler Rojava’ya yoğun olarak saldırırsa ki böyle bir ihtimal var.  İşte o gün dünyanın hangi tarafta olduğunu belirlemesi lazım. O tarafın, Kürtlerin yanı olacağını umuyorum.

Görüntünün olası içeriği: 1 kişi

Siyaset Bilimi Yüksek Okulun’da (Science Po) “Evrenselcilik ve çok kültürlülük” teması üzerine ders veriyorsunuz. Genellikle çelişkili olarak bulunan bu iki kavram, insan haklarının evrenselliğini, özellikle toplumsal cinsiyet eşitliğini hayata geçirirken kültürel çeşitliliği de aynı oranda öne çıkaran Kürdistan Bölgesi ve Rojava Kürdistan’ında bu uyum içinde uygulanıyor. Bunun evrenselci çok kültürlülüğünün dünyada feministleri için bir ilham kaynağı olabileceğini düşünüyor musunuz?

Öyle olduğunu düşünüyorum. Yıllardır kültürel çeşitliliğe saygıyı, feminizm ve laiklik gibi ortak değerleri dile getiren Aydınlanma Felsefesine dayalı evrensel bir ırkçılık karşıtlığını öğretiyorum. Kürtlerin dünyanın bu bölümünde bu kadar güçlü ve ilham verici değerlerin öncülüğünü yapması büyük bir umut kaynağıdır. Kaosun ortasında ışık kaynağı da olan bir bahçe gibi. Dolayısıyla, karanlık ve kaos yanlılarının onu boğmaması için hepimizin onun etrafında kollarımızı birleştirmemiz lazım.

Kürtlerle ilgili başka filmler de yapmayı düşünüyor musunuz ? Mesela, Kürdistan Bölgesi’nde, Baas rejimine karsı kahramanca direnen, 1974’te işkenceden geçirilen ve idam edilen Leyla Qasim var. Saddam Hüseyin’in 1980 ile 1990 arası, 182.000 Kürt’ün katledildiği Enfal Operasyonu var. Bu operasyonda binlerce kadın ve çocuk canlı olarak toprağa gömüldü. Aileler hala kayıplarını arıyorlar.

Evet, ekrana getirilmeyi hak eden binlerce Kürt hikâyesi var. Ben yirmilerimden beri Kürtler üzerine çalışıyorum. Bir gün yine bu konulardan birini işleyebilirim. Şu an için önceliğim “Kadınların Silah Kardeşliği” nin promosyonu. Filmin dünyayı dolaşmasını istiyorum. Dünyanın dört bir yanında bu filmi izlerken izleyicilerin yüzünde oluşacak duyguları merak ediyorum. Filmin Japonya’dan Arap dünyasına, Güney Afrika’dan Endonezya’ya (buralarda çoktan satın alındı), tüm dünyayı dolaşmasını dört gözle bekliyorum. Yine, biri Mısır’da El Gouna Festivali’nde, diğeri Kürdistan Bölgesi’nde Süleymaniye’de Film festivali olmak üzere, iki avant prömiyerimiz olacak. Ondan sonra Rojava’daki kadın festivaline de gideceğiz büyük ihtimalle. Bu filmi, Arap dünyasında sinema yapan insanlara, katliamdan kurtulan Ezdilere ve gerçek Kürt savaşçılarına göstermek düşüncesi eşiz bir duygu. Benim hayalim işte bu. Filmimin insanları çeşitlilikleri içinde birleştirebilmesini hedefliyorum.

Editörün notu: Sorularımı Türkçeden Fransızcaya ve yanıtlarını Fransızcadan Türkçeye çeviren Sevgili Zeynep Turhallı ve Lionel Citot’a çok teşekkür ediyoru

Ortam

Geef een reactie

Het e-mailadres wordt niet gepubliceerd. Vereiste velden zijn gemarkeerd met *