Suriye ve Kürdistan (Batı) Panoraması: Güçlerin İlişkileri ve Stratejiler ( I )

İbrahim GÜÇLÜ

(ibrahimguclu21@gmail.com)

Soğuk Savaş sonrasından Arap dünyasından geç bir şekilde başlayan ayaklanma hareketleri, “Arap Baharı” olarak tanımlandılar. Bu hareketler, sivil ayaklanmalar modeli çerçevesinde başladılar. Otoriter ve teokratik yönetimleri değiştirme kapasitesine ulaştılar.

Ama bir dönem sonra bu süreç tersine döndü. Trajik gelişmelere yol açtı ve kaynaklık etti. Mısır’da askeri darbe ile seçimle gelen cumhurbaşkanı ve yönetimi alaşağı edildi. Batı Dünyası, İslamcı Cumhurbaşkanı ve yönetimine karşı askeri darbeyi destekledi.

“Arap Baharı”, Yemende, şiddetli iç savaşa dönüştü. Bu iç savaş Yemen’de devletlerin doğrudan müdahaleleriyle devletlerarası savaş kapasitesine ulaştı.

Suriye’de durum daha vahim, daha trajik, daha yıkıcı bir hal aldı. Bu durum halen de bütün şiddeti ve katliamlarla devam ediyor.

Suriye’de 2011 yılında Ürdün’ün sınırında Deraa’da başlayan sivil ayaklanmanın üzerinden 6 yıl geçmiş durumda. O günden sonra çözüme yaklaşma yerine, çözümden uzaklaşmanın her gün verileri üretiliyor.

Suriye’de 600.000 kişiden fazla insanın öldürülmesi, şehirlerin yerle bir edilmesi, 10 milyona yakın insanın mülteci haline gelmesi, Suriye’de sorunu çözüme yaklaştırma yerine daha karmaşık bir hale getirdi..

Değişik aşamalarda farklı devletlerin doğrudan iç savaşa müdahil olmalarıyla, sorun daha da karmaşıklaştı. Her gün sürpriz gelişmeler. Devreye girdi, gündemleşti.

Suriye Faşist Baas Rejiminin, İdlib’te kimyasal silahlarla katliam yapmasından sonra, Suriye’deki güçler dengesi, devletlerin birbiriyle ilişkileri, devletlerin stratejileri tümden değişti.

Suriye’de ayaklanmanın sivil doğal bir halk hareketi olarak başlaması ve iç savaşa dönüşmesi…

“Arap Baharı” sonucu birçok Arap Devletinde sivil ayaklanmalar oldu. Ayaklanmalar rejim değişikliklerine sebep oldu. Ortaya çıkan rejimler, demokratik, parlamenter ve çoğulcu rejimler olmazsa da, yönetimde kast ve faşist/otoriter nitelikteki elitlerin yerini, halk güçleri ve onların temsilcileri aldı.

Bu sivil ve halkçı ayaklanmalar, Suriye’yi de etkiledi. Suriye’de de halk, 2011 yılının Mart ayında Ürdün’ün Deraa Kentinde sivil direniş başlattı. Baas yönetiminden ve diktatörlüğünde demokratik hak ve özgürlükler açısından taleplerde bulundu.

Ne yazık ki, Baas Diktatörlüğü bu taleplere uzlaşmacı ve sorumlu bir yönetim mantığıyla cevap vermedi. Barbarca, silahla, saldırı ve şiddetle sivil direnişe cevap verdi. Kan döktü.

Deraa’da kanın dökülmesinden sonra, Suriye’nin diğer şehirlerinde de sivil direnişler sökün etmeye başladı. Kısa sürede halk ayaklanmalarına dönüştü. Bu ayaklanmaların rejim tarafından kanla ve katliamla bastırılması, doğal sivil hareketleri ve direnişleri, silahlı çatışmalara dönüştürdü. Toplumsal geniş kesimlerinin, bu silahlı ayaklanmalara katılması, Baas militer güçlerinden kopuşların başlamasıyla, iç savaş koşulları oluştu.

Deraa dönemindeki demokratik taleplerin yerini de, rejimin değişmesi, yeni demokratik çoğulcu parlamenter sistemim oluşması, Baas Partisinin ve devletin istihbarat aparatlarının tasfiyesi stratejisi aldı.

Kürtlerin milli demokratik partileri ve halk güçleri de, sivil protesto hareketleriyle, Deraa’da başlayan Arap sivil ayaklanma hareketlerini destekledi. Onlar da başından itibaren rejim değişikliğini amaç olarak belirlediler.

Rejimin ürünü ve koltuk değneği olan PKK/PYD, Kürtlerin genelinin tutumuna karşı, rejimin yanında yer aldı. Rejimin değişmesini istemedi, rejimin yaşaması için çaba gösterdi. 

ABD ve Batılı Müttefiklerinin Libya gibi Suriye’ye müdahale etmemelerin yol açtığı kötülük…

Obama, ABD’de Başkan olduktan sonra, özelde Ortadoğu ve genel plânda dış politika ile ilgili önemli değişiklikler yaptı. Ortadoğu’dan çekilme stratejisinin gereği olarak, Irak’tan askerlerini çekti. Afganistan’da, önce askerlerini azaltacağını ve sonrada tümden çekeceğini konsept olarak benimsedi.

Suriye’de sivil demokratik direniş ve ayaklanmaların iç savaşa dönüşmesinden sonra, muhalefetin kendi başına rejimi deviremeyeceği açığa çıktı. Bunun için uluslararası desteğe ihtiyaç olduğu tartışmasızdı.

Libya’da da, ABD ve Batılı müttefiklerinin müdahalesiyle Kaddafi Rejimine son verilmişti. Burada da ABD askeri güçleri doğrudan müdahalede bulunmadı. ABD ve müttefiklerinin uçak bombardımanı ile yerel güçlere destek vermesiyle, rejim devrilmişti.

Suriye’de gün geçtikçe bu talep ve beklenti artıyordu. Ama ne yazık ki, ABD (Obama) ve Batılı müttefikleri müdahale yapmayı gerçekleştirmediler.

Giderek Suriye’deki iç savaş kangren olmaya başladı. Muhalefetin içinde de radikal İslamcı güçler öne çıkmaya başladı. Baas rejimi de, bu radikal İslamcı kesimlerin güçlenmesi için alttan destekler verdi. Böylece muhalefet cephesinin meşru olup olmadığı tartışma gündemine girdi.

ABD ve müttefikleri, vekâlet savaşı metodunu benimsediler. Özgür Suriye Ordusuna ve diğer ılımlı muhaliflere destek oldular.

Suriye’yi destekleyen başka bölgesel ve uluslararası güçler de doğrudan duruma müdahil ve taraf olmaya başladılar.

İlk aşamada İran, İran’ın desteklediği Lübnan Hizbullah’ı askeri güçleri Suriye rejimini korumak için fiilen savaşmaya başladılar.

Suriye’de durum daha karmaşık hale geldi.

Bu arada, DAEŞ denilen örgüt de beslenip büyütülüyordu.

DAEŞ’ın varlığı, Suriye rejiminin can simidi, rejimin kalması için genel kanaatin oluşması için gerekiyordu.

Suriye’nin birinci kimyasal silah kullanması ve sonrası gelişmeler…

Suriye’de Baas Rejimi, İran ve Hizbullah güçlerinin muhalefet karşısında yetersiz kalınca, kimyasal silah kullanarak, insanlık dışı katliama yol açtı.

Bu durumda da, uluslararası güçler, ABD ve müttefikleri müdahale etmeyi ve rejimi cezalandırmayı sağlamadılar. Rejimle uzlaşarak sorunu çözmek istediler. Bu mantık ve strateji sonucunda, Suriye’nin kimyasal silahlarını teslim etmesini gündeme getirdiler. Bu talep üzerine, Rusya devreye girdi. Aracılık yaptı. Rejim ve Esat koruyucusu oldu.

Rusya’nın ağırlığıyla, rejimin cezalandırılması yerine, kimyasal silahların Suriye’de çıkarılması konusuna karar verildi.

Oysa İnsanlık Düşmanı Baas Rejimi, bir miktar kimyasal silahı teslim etti. Bir kısmını da gizlediği, İdlibteki kimyasal silah katliamıyla açığa çıktı.

Böylece ABD’de Obama Yönetimi, asıl çözümden kaçmak için Rusya’yı kimyasal silahları Suriye’de çıkarmak için Aracı yaptı. Suriye’de rejimin yıkılmasına taraf olmadı. İç Savaş’taki yıkıma, katliamlara, toplu sürgünlere ve mülteciliğe göz yumdu.

Rusya’nın Suriye’ye çağrılması ve İkinci Soğuk Savaşın başlaması…

Suriye rejim güçleri, stratejik destekleyicisi İran ve Hizbullah, muhalefet karşısında yetersiz kalınca, Rusya’nın doğrudan Suriye’ye çağrılmasına karar verdiler. İran bu konuda aracı oldu.

Bu dönemde, uluslar arası güçler birbirini idare etti. Herkes bildiğini okudu ve yaptı. Başka şey söylediler, başka şeyler yaptılar.

Rusya’nın Suriye’ye çağrılması, İkinci Soğuk Savaş Döneminin başlangıcına işaret ediyordu. Ben ve başka birçok analizci bu görüşte birleştiler. 

Dolayısıyla bu savaş, Suriye rejimini korumaya yönelik Rusya merkezli güçlerle, Suriye rejimine karşı vekâlet savaşı veren ABD ve Türkiye merkezli bir savaştı.

Bu durumda yani yeni soğuk savaş koşullarında, daha DAEŞ’ın tek stratejik mücadele hedefi olmadığı dönemde: Bir yanda, Rusya, İran, Suriye Rejimi, Lübnan Hizbullahı, PKK/PYD vardı. Diğer cephede, ABD ve müttefikleri, Türkiye, ÖSO ve İslami muhalif güçler vardı.

 

Bu dönemde Türkiye, rejimin yıkılması iddiasını sürdürdü. Ona göre muhalefet güçlerine destek oldu. Bundan dolayı da, Rusya, İran, Suriye rejimi ile çatışmalı bir konuma geldi.

Rusya’nın Suriye’ye gelmesi ya da çağrılmasından sonra, Rusya’nın Suriye’deki etkinliğine bağlı olarak da bölgede etkinliği arttı. ABD, geri planda kaldı. Kaybeden taraf olarak tanımlandı. Bir zaman sonra, ABD ve Rusya’nın kaderi üzerinde işbirliği yaptığı ile ilgili yaygın tespitler ve yorumlar oldu. Aslıda sorun, Suriye’nin geleceği üzerinde bir anlaşmanın olması değil, ABD’nin pasif konumundan dolayı teslimiyetçi yapısının yol açtığı bir trajik durumdu.

ABD’de Obama ve Trump Stratejilerinin farklılığı…

Obama, Suriye’de rejimin yıkılmasını doğrudan bir hedef haline getirmedi. DAEŞ’i asıl mücadele hedefine koydu. Bunu da kendi askerleri ile değil, yabancı askerlerle yapmak istedi. Vekâlet savaşına karar verdi. Bir tarihten sonra Özgür Suriye Güçleri ve diğer ılımlı İslamcı muhalefet güçleriyle ilişkilerini kesti, PKK/PYD ile ilişki kurdu.

Suriye Rejimi, Rusya, İran, bu durumdan memnun olmadılar. Çünkü PKK/PYD bir rejim gücüydü. Bundan dolayı da, rejime karşı Arap ve Kürt muhalefetinin büyümesinden sonra, Suriye B Plânını hayata geçirmişti. Kürdistan’daki egemenliğini ve iktidarını PKK/PYD ile paylaşmıştı.

PKK/PYD’nin, ABD’nin güdümünde hareket etmesi, rejimin ve müttefiklerinin işine gelemezdi

Bu durumda da, iki cephe parçalandı.

Türkiye de, ABD’nin PKK/PYD destekleyiciliğine karşı çıkmaya başladı.

Trump’ın başkan adaylığı zamanında, ABD’nin dış politikasından ve Ortadoğu politikasından bir değişiklik olacağı görüşü ağırlık kazanmaya başladı. Trump’ın açıklamaları da bunu gösteriyordu.

Trump’ın vekâlet savaşından vazgeçerek, doğrudan müdahale yolu seçeceğinin ipuçları ortaya çıkmaya başlamıştı.

 

(Devam edecek)

Geef een reactie

Je e-mailadres wordt niet gepubliceerd. Vereiste velden zijn gemarkeerd met *