Selfie çağından önceki prehistoryadan bakıyorlar bize. Bakışları haşin. Ehlileştirilmeye direnen bir vahşilik var o bakışlarda. Yani yüzlerinde bugünkü yapay tebessümlerimizden ve riyakar medeniyetten eser yok. Fotoğraf makinasının kapanına yakalanmış yabani kaplan gibiler. Gördüğümüz suretleri genelde destursuz alınmıştır. Türkiye’de Cumhuriyet’in karanlıkta kalan yüzü (sivil cumhuriyet) hakkıyla günışığına çıktığında bu ülkenin bir şeyhler, seyyidler, Saidler memleketi de olduğu gerçeğiyle karşı karşıya kalınacak. Şimdilerde hainlik yaftasıyla saygısızlık yapılan bu üç zatın tarihsel figürler ve mazlum insanlar olarak kıymetini bir gün daha iyi anlayacağız.
Üç adam var. Resimleri yanyana. İsimleri de yakın. Onları sevmeyenler onları topluca itibarsızlaştırmak için isimlerini kasten birbirine karıştırır. İsimler de karıştırılmaya pek müsaittir: Şeyh Said, Seyyid Rıza, Said Nursi. Tek isim olsaydı “Şeyh Seyyid Said” gibi birşey olabilirdi. Onları yarım veya çeyrek sevenler bir kısmını diğerinden tenzih etmek için çırpınır. Çoğu Nurcu Said Nursi’yi kendilerince tenzih etmek için mazlum Şeyh Said ve Seyyid Rıza’yı kamyonun altına atmakta bir beis görmüyor. Ve bunu Şeyh Said’e yazılmamış bir mektubu ona yazılmış gibi sunarak yaparlar. Bazı Aleviler Seyyid Rıza’yı ilericilik kapsamında tutup dinci-şeriatçı sandıkları Şeyh Said ve Said Nursi’ye bulaştırmamak için ayrı tutup diğerlerini tukaka ederler. Sünni devletçiler de Türkçülük ve dindarlığın hangisinin ağır bastığına ve devlete teslimiyetin şiddetine bağlı olarak bu isimlerin herbiri hakkında kahraman ve hain şıklarından birini seçerler.
Ama gel gör ki bu üç zat arasında bir akrabalık var: Aynı milletin çocukları. Aynı haysiyete şahitlik yapmışlar (bu şahitliğe Türkçe’de şehit de deniyor). Selfie çağından önceki prehistoryadan bakıyorlar bize. Bakışları haşin. Ehlileştirilmeye direnen bir vahşilik var o bakışlarda. Yani yüzlerinde bugünkü yapay tebessümlerimizden ve riyakar medeniyetten eser yok. Fotoğraf makinasının kapanına yakalanmış yabani kaplan gibiler. Gördüğümüz suretleri genelde destursuz alınmıştır. Görüntüye esir düşme’den önceki çağın yüz ve bakışları bunlar. Derin bir sembolik şiddet ve tahrifat sisinin arkasından bu çağa bakıyor bu yerliler. Kıyafetleri kendi milletlerinin ananevi kıyafeti. Underdog olmaktan gelecek krediye muhtaç olmayacak kadar kendilerine ait değer’leri olan insanlar. Bir cumhuriyet kurulurken militarist bir tacize uğramışlar. Baş eğmedikleri için ölüm yahut sürgünle unutulmaya ve yokolusa mahkum edilmek istenmişler. Öldü(rüldü)klerinde mezarsız bırakılmışlar. “Gerici, yobaz” denerek harcanmak istenmişler.
Ne var ki, resmi tarihin kötü adam etiketinin altına gömülmelerine insaf sahiplerinin kalbi ve aklı razı olmuyor. Özellikle de Kürtler bu resmi anlatıya teslim olmuyor. Çünkü bu zatları hem içeriden tanıyorlar (çünkü onlar kendileri, dedeleri) hem de resmi tarihin yargısına itimat etmiyorlar. O yüzden “Şeyh Said Onurumuzdur” derken buluyorlar kendilerini. Spontane, örgütsüz, kolektif Kürt bilincinin dile gelişi var bu sahiplenmede. Partilerüstü bir hissiyat.
Geçenlerde Şeyh Said tartışması vesilesiyle sosyal medyada üçünün resimleri ile birlikte şöyle bir not paylaştım:
Sivil cumhuriyetin kurucu babaları.
Bir istibdadın mağdurları.
Yarım cumhuriyetin diğer yarısı olan mirasları görünmezlik ve iftiralara hedef yapılmış ve çarpıtılmış onurlu insanlar.
Sivil bir tarihyazımı ve demokratik bir siyasi yüzleşme vuku bulduğunda istikbalin (itibarı iade edilmiş) müşterek kahramanları.
Ruhları şad, hatıraları daim olsun.
Bilenler bilir, hamasete tenezzül etmem. Seçtiğim kelimeler de özenle seçilmiştir. Bunu okuyan kimi insanlar bunu abartılı bulabilir. Bu insanlar cumhuriyet düşmanı değil miydi diye sorabilirler. Bunlar laiklik karşıtı değil miydi diye mırıldanabilirler. Çarpıtılmış bir tarihyazımının karanlık sisinin arkasından onları başka türlü görmek çok zor. Fakat gerçek öyle değil.
Mesela, Mustafa Kemal Atatürk bir demokrasi kitabı yazmamıştır ama Said Nursi bir demokrasi ve anayasal cumhuriyet kitabı yazmıştır. Bu kitabın adı Münazarat’tır. Türkiye Cumhuriyeti daha doğmadan önce 1911’de yayınlanmıştır. İkisi de halkı aydınlanma ile modernleştirmek isteyen Atatürk ile Said Nursi arasındaki fark şudur: Biri kafasında bitirdiği bir doğruyu topluma askeri ve bürokratik gücüyle benimsetmeye çalışırken, diğeri tamamen sivil bir güç ile aşağıdan yukarıya doğru kendi toplumunu özgürlük, demokrasi ve laikliğe hazırlamaya çalışmıştı. İlerici olsa da biri otoriter bir ezberci devrimci idi. Diğeri ise daha muhafazakar olsa da tedriciliği savunan organik bir reformcuydu. Anlaşamadılar. Merak eden ikisinde de, mesela, Rousseau’nun etkilerini görebilir. Ama hangisi daha demokrat ve sivil derseniz cevap açıktır. Ama o konuyu başka zamana havale edelim.
Gelelim Şeyh Said’e. O da mı demokrat diye sorabilirsiniz? Evet, Atatürk’ten daha az demokrat değil. “No taxation without representation” (söz hakkımızın olmadığı bir devlete vergi vermeyiz) diyerek İngiliz Kraliçesinin istibdadına isyan eden Amerika’nın kurucu babaları gibi o da bir terörist gibi görünse de Kürtler ile Türkler arasında İslam üzerinden kurulmuş olan toplumsal sözleşmeye Kemalizmin ihanet ettiğini düşündüğü için itiraz etti. Kürtlerin ve diğer Müslümanların rızası dikkate alınmadan temsil hukukunun ihlal edildiğini düşündüğü için itiraz etti. Çağdaşlık adına, Türkleştirme adına yürütülen militarist tacize karşı isyan etti. Yöntemi tartışılabilir. Ancak o bir hürriyet ve haysiyet şahididir.
Seyyit Rıza’ya dair ne diyeceksin diye sorduğunuzu duyar gibiyim. Ben de düşündüm: Seyyit Rıza liberteryenizmi temsil ediyor. Kendi halinde yaşayan Dersim’e, oradaki insanların değer ve kültürüne saygı göstermeyen bir militer müdahale sözkonusu. Boyun eğmiyorlar diye Dersim’de o ilkel saydığı onurlu insanları bir soykırıma tabi tuttu devlet. Hizmetkarı olması gerektiği vatandaşı beğenmeyen bir devletin işlediği bir insanlık suçu var. Dersim’de irtikap edilen zulmün sorgulanması elbet bir gün gerçekleşecek ve mazlumların itibarı iade edilecek.
Türkiye’de Cumhuriyet’in karanlık yüzü ve karanlıkta kalan yüzü (sivil cumhuriyet) hakkıyla günışığına çıktığında bu ülkenin bir şeyhler, seyyidler, Saidler memleketi de olduğu gerçeğiyle karşı karşıya kalınacak. Şimdilerde hainlik yaftasıyla saygısızlık yapılan bu üç zatın tarihsel figürler ve mazlum insanlar olarak kıymetini bir gün daha iyi anlayacağız. Bu zatlar sivil bir tarihyazımı ve demokratik bir siyasi yüzleşme vuku bulduğunda gelecekte itibarları iade edilmiş müşterek kahramanlar olarak karşımıza çıkabilirler. Şeyh Said Bulvarı’ndan çıkıp Seyyid Rıza Havalimanına gitmeden önce Said Nursi Üniversitesi’nde bir konferansta tarihin neden bitmediğini anlatan akademik bir konuşma dinlemek pekala mümkün olabilir. Tekrardan ruhları şad, hatıraları daim olsun.