Mustafa Özçelik – PAK Genel BaÅŸkanı
Kürdistan’da her geçen gün yayılan, derinleşen çatışmalı bir ortam ile yüz yüzeyiz.
6 Ay öncesine kadar, hiçbir Kürt siyasal kesimini hesaba katmadan ‘’güllük güllistanlık’’ bir ‘’çözüm süreci’’nin muhatabı olan Türk Devleti ile PKK, bugün de hiç kimseyi dikkate almadan çatışmaları başlatmış bulunmaktadırlar.
Kimsenin ne olduğunu bir türlü anlayamadığı ve aslında ‘’oyalama süreci’’nden başka bir anlam ifade etmeyen PKK-Devlet görüşmelerinin tek kazancı çatışmaların durması, kan dökülmemesiydi. Şimdi onun yerini kan ve yıkım aldı.
Dönem dönem ‘’ittifak’’tan,’’ işbirliği’’nden söz eden PKK ve HDP’nin,  Türk Devleti ile üç yıla yakın bir süre boyunca sürdürdüğü görüşmeler sürecinde, bir tek saniye bile diğer Kürt partileriyle görüşmek, birlikte hareket etmenin yollarını aramak gibi bir dertleri olmadı. Bugün de yine hiç kimseye sorma, danışma, ortak bir siyaset geliştirme ihtiyacı duymadan, hendeklerle, silahlı ‘’özyönetim’’ ilanlarıyla, çatışmalara taraf olmaktadırlar.
Açıktır ki, bu çatışmada aktör olan, rolü olan her gücün ayrı ayrı hesapları var; ama zarar gören tek adres Kürdistan halkı ve Kürdistan’dır.
MGK’nın, daha ekim 2014’te planlı bir saldırı hazırlığı yönünde kararlar aldığı bilinmektedir. Daha sonra ‘’Kamu Güvenliği Yasası’’ çıkarıldı. 2015’in Nisan ayından başlayarak, Jandarma Özel Harekat ve Polis Özel Harekat’a ait timler ‘’sokak savaşları’’ için özel eğitime alınmaya başlandı.
Başbakan Davutoğlu, 17 Aralık 2015 günü yaptığı açıklamada, ‘’Daha 2013 yılı kasım ayında yaptığımız değerlendirmede 12 kritik ilçeyi öngörmüştük.’’ diyor.
Evet, 7 Haziran seçimlerinde ortaya çıkan tablo da, bu top yekün saldırı planının uygulanması için bir alarm işlevi gördü.
‘’PKK çözüm süreci boyunca şehirlere silah yığınağı yaptı’’ diyerek aslında buna göz yumduğunu itiraf eden  Sayın Devlet yöneticilerine, ‘’yoksa bugünkü tabloyu özellikle mi istiyordunuz?’’ diye sormamak elde değil.
Türkiye’nin, milyonlarca mültecinin Avrupa kapılarına dayanma ihtimalini Avrupa’ya karşı bir silah olarak kullanması ve ‘’İŞİD’e karşı uluslararası koalisyon’’a katılması, Rusya’nın bölgeye fiili gelişi ile bütünleşince, Türkiye’nin ABD ve Avrupa nezdindeki rolü daha bir arttı. Bölgede alabildiğine yalnızlaşan Türkiye, birçok tavizde bulunarak, oluşan bu yeni konjonktürle de, ABD ve Avrupa nezdinde tekrar değer kazanmaya başladı, ihtiyaç duyulan ülke konumu daha bir öne çıktı. Buna son günlerdeki Türkiye-İsrail yakınlaşması da eklenince, denklem daha bir zorlaşmaktadır. Türk Devleti bütün bunları Kürtlere karşı yürütülen savaşta bir destek ya da göz yumma kozu olarak kullanmanın hesaplarını da yapmaktadır, yapacaktır.
Bu tablo bütünlüklü bir değerlendiremeye tabi tutulduğunda, saldırıları ‘’AKP ve Saray Faşizmi’’ gibi ifadelerle açıklamanın ne kadar yanlış, eksik, gerçeklikten ve derinliği görmekten ne kadar uzak olduğu daha kolay görülebilecektir.
Ayrıca, yine bu tablo dikkate alındığında, PKK’nin mücadeleyi Kürtlerin güçlü oldukları siyasal, demokratik, sivil, kitlesel alandan, zayıf oldukları çatışma ve özellikle şehir içi çatışma alanlarına kaydırmasının; başka hesaplar yok ise eğer, büyük bir siyasal yanlışlığı ifade ettiği görülebilecektir.
İşte bütün bunlar açık- beyan ortada iken, ‘’devletin güçlü olduğu minderde’’ savaşa kalkışmak nasıl yorumlanabilir? Bile bile lades olduğu ortada olan bu yanlışa yönelmenin nedeni nedir?
Türk Devleti 90 Yıllık siyasetin tekrarından bir sonuç alamayacağını bilmelidir
Şimdi Türk Devleti’nin Cumhurbaşkanı’na, Başbakanı’na, Genelkurmay Başkanı’na soruyorum: ‘’Kökünü kazıyacağız, temizleyeceğiz ‘’ diyorsunuz. Sizlerden önceki tüm Cumhurbaşkanları, Başbakanlar ve Genelkurmay Başkanları’nın da kelimesi kelimesine bu sözleri söylediği halde amaçlarına ulaşamayarak bu dünyadan göçüp gittiklerini bilmiyor değilsinizdir. Peki neden bu ‘’at gözlüğü’’, bu öfke, bu saldırı?
Sizden önceki Türk Devleti yöneticileri, Şeyh Said, Dersim, Ağrı ve tüm başkaldırılarda zaten bu yaptıklarınızı fazlasıyla yapmadılar mı? Mağaralarda çocuk, kadın, yaşlı insanlarımızı diri diri yakmadılar mı? Liderlerimiz dahil, yüzlerce insanımızı idam etmediler mi? 12 Eylül faşizminde, Generalleriniz Diyarbakır Cezaevinde, Türkiye ve Kürdistan’ın her yerinde, Hitleri aratmayan bir vahşet uygulamadılar mı? 1990’lı yıllarda, yine bu Devletin yöneticileri, polisleri, generalleri, MİT’i bir olup 17 bin insanımızı ‘’faali meçhul’’ adı altında katletmediler mi?
Sayın Erdoğan, Sayın Davutoğlu, ‘’ Kürt’’ derken, ‘’Dersim’’ derken, ‘’12 Eylül’’ derken, döktüğünüz o gözyaşları neydi, nerede o gözyaşları? Bugün sergilediğiniz tutumun Dersim’de, Diyarbakır zindanında, ‘’faali meçhuller’’de,   ‘’Türk Devleti’nin bekası için bunları yapıyoruz’’ diyerek övünenlerden bir farkının olmadığını görmeniz için ne yapmak lazım? Binlerce insan katledildikten sonra mı bugün yaptıklarınızın da Kürdistan halkının haklı özgürlük mücadelesini yok edemeyeceğini anlayacaksınız.
Kürt ve Kürdistan sorununda herhangi bir çözüm planına sahip olmayan Türk Devleti, bugün özünde özgürlük mücadelemizi geriletmek, kazanımları ortadan kaldırmak ve özellikle de siyasal, demokratik, kitlesel mücadelenin zeminlerini tahrip etmek amacıyla planlı bir saldırı yürütmektedir. Bu nedenle de, PKK’nin hangi yanlış siyasetinin sonucu olursa olsun, hiçbir insanımızın, kardeşimizin katline göz yumamayacağımızı, devletin bilmesi gerekmektedir.
Kitlesel katliamlarla, ülkemizi harabeye dönüştürerek bir sonuç alacağını uman Türk Devleti’nin, bu yolla özgürlük mücadelemizi durduramayacağını söylemek için falcı olmaya gerek yoktur. Ayrıca oluşacak bir kitlesel katliamın ağır sonuçlarıyla, tüm Kürdistan siyasetinin zeminlerinin tahrip edilmek istendiği de ayrı bir gerçekliği ifade etmektedir.
Sayın Erdoğan, Sayın Davutoğlu, Genel Kurmay Başkanı, kuvvet komutanları, generaller, MİT ve Emniyet yetkilileri; on binlerce asker ve polis, panzerler, tanklar, helikopterler, savaş uçakları ve bombardımanlarla, viraneye çevrilmiş yerleşim yerleriyle, yüzlerce cana kıymakla ne yapmaya çalışıyorsunuz? Herhalde bu yıkım ve ölüm siyasetiyle, bizlere özgürlük, adalet, demokrasi ve insan hakları getirdiğinizi söylemeyeceksiniz. ‘’Terörle mücadele ediyorum’’ diyorsanız eğer; Dersim ve diğer isyanlarda kafa kesen, insanları yakan, dereleri kanla dolduran generallerin söylediklerini bir kez daha okumanızı tavsiye ederim. O zaman, aynada kendinizi değil de, o generalleri gördüğünüzde, belki o hipnozdan uyanırsınız.
Hendek ve çatışmayla değil, silahsız sivil itaatsizlikle haklarımızı arayalım
PKK’ye sormak istiyorum: Bu çatışmaların, hendeklerin, silahlı ‘’özyönetim’’in, YDG-H örgütlenmesinin ne anlama geldiğini Kürdistan halkına açıklayabilir misiniz?
Son 6 ay içinde ‘’demokratik cumhuriyet, ortak vatan, demokratik ulus, ortak bayrak’’ için 2 kez seçmenden oy istediniz. İki kez ‘’Vatanın bölünmez bütünlüğü için’’, ‘’Atatürk ilke ve inkilaplarına bağlı kalacağı’’nıza, ‘’..büyük Türk milleti önünde and içiyorum’’ diyerek milletvekiliği yemini ettiniz. ‘’Kürdistan’’dan, kendi geleceğini belirleme hakkından bahs edenleri de, ‘’ulus devlet devri kapanmıştır’’ diyerek, ‘’marjinal’’, ‘’oyun bozan’’, ‘’realiteden uzak’’ diye suçladınız.
Şimdi bütün bunları siz söylememişsiniz  gibi, ‘’Özyönetim; Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı’nın uygulanmasıdır’’ diyenleriniz de var; ‘’devletsizlikten’’,  ‘’Kürdistan’’dan bahsedeniniz de. Bazen de silahlı ‘’özyönetim’’ ile ‘’şehirlerde özgür alanlar’’ yaratacağınızı söylüyorsunuz. Bir yandan ‘’YDG-H’nin PKK ile bir ilişkisi yok’’ diyorsunuz; bir yandan da ‘’gençlerimizin direnişine sahip çıkalım, direnelim’’ diyorsunuz.
Bir gün ‘’öyle’’, bir gün ‘’böyle’’ diyorsunuz. İstediğiniz şeye ‘’taktik’’, istediğinize ‘’stratejik’’ diyorsunuz. Hiç bir konuda, hiç kimsenin fikrini almadığınız halde, herkesin de sizin bu ‘’oynak’’ siyasetinize göre hareket etmesini, ‘’oynamasını’’ istiyorsunuz.
‘’Özyönetim’’ ile neyi kastediyorsunuz? Kürdistan halkının özgürce kendisini yöneteceği Kürdistan’a bir statüyü mü kastediyorsunuz? Yoksa Avrupa’daki yerel yönetimler sistemini mi?
PKK, HDP  ‘’gençlerimiz direniyor, destekliyoruz’’ diyerek, silahlı ‘’özyönetim’’ ve hendek siyasetine arka çıkmakta; ama hendek ve silahlı ‘’özyönetim’’i en azından ellerindeki 100 belediyede neden uygulamadıklarına herhangi bir açıklık getirememektedirler. Kürt ulusal bilincinin en gelişkin olduğu, devlet partilerine %80-90’larla hayır diyen ilçelerin hendek ve ‘’özyönetim’’ için seçilmiş olmaları bir tesadüf olarak yorumlanabilir mi?
Bir yandan silahlı ‘’özyönetim’’ ile ‘’Türk Devleti’ni reddediyoruz’’ denilerek, şehirlerdeki hendeklerde yüzlerce hatta binlerce insanın ölümüne bir nevi ‘’evet’’ denilmektedir; bir yandan da Türk Parlamentosu’ndan çekilmeyerek, belediyelerde Türk Devletine bağlı kalınarak, ‘’özyönetimi’’ sadece belli ilçelerde uygulayarak, aslında Türk Devleti’yle bağınızı korumakta, ‘’nimetlerinden’’ yararlanmaktasınız.
Bugün şehirlerde yürütülen çatışma siyaseti, planlı bir başkaldırı, bir direniş ya da savunma  değildir. Şehirleri koruyacak askeri, siyasi, lojistik, diplomatik hiçbir güce sahip olmadığınızı bile bile, savaşı şehirlere taşıyarak binlerce insanın can ve mal güvenliğini tehlikeye attığınızın farkında değil misiniz? Binlerce insanın yerinden yurdundan edilmesine zemin hazırlandığını göremiyor musunuz?
Kürdistan halkı en temel insani, ulusal, demokratik hak ve özgürlüklerini tanımada, sürünceme ve öteleme siyaseti izleyen Türk Devleti’nden önemli bir kopuş sürecine girmiştir. Bu gerçekliği gören Türk Devleti, görünen o ki, halkımızı devlet terörüyle, şiddetle, katliamlarla cezalandırmayı, sindirmeyi hedeflemektedir. İşte şehirlerdeki bu yanlış silahlı ‘’özyönetim’’ ve hendek uygulamalarınızla, Türk Devleti’nin bu siyasetine ne denli zemin hazırladığınızın farkında değil misiniz? Hazır olmadığınız bir çatışma zeminine, karşınızdaki sizi sürüklese bile, tüm dirayetinizle buna yol vermemeniz gerekir. 1925’te, 1938’de Türk Devleti hazır olmayan Kürdistan halkına saldırı başlattı. Kürdistan halkının da bu saldırıya silahlı direnişle cevap vermek dışında bir imkanı, bir aracı yoktu. Ama bugün, Kürdistan 1920’lerin, ‘30’ların Kürdistanı değildir. Sivil itaatsizlik yerine silahlı mücadele, gelinen aşamada Kürtlere yarardan çok zarar vermektedir.
HDP-DTK-DBP-HDK Eş başkanları Diyarbakır’da yaptıkları ortak açıklamada ‘’direnişe devam edeceğiz’’ diyorlar. Soruyorum: Hangi direniş? Akl-ı selimle PKK’yi hendek siyasetinden vazgeçirmek ve devletin saldırı planlarını boşa çıkartmak için en geniş toplum kesimlerini  sivil itaatsizlik eylemleriyle harekete geçirmek gerekirken, ‘’direniş’’ adı altında yürütülen bu siyaset, hendeklerin, barikatların olduğu yerlerdeki YDG-H’li gençleri ve sivil insanları devletin paletleri altında ezilmeye terk etmek anlamına gelmiyor mu?
Tüm Dünya’ya, Kürdistan halkına çağrı
Türk Devleti ve PKK arasında bir ‘’gövde gösterisi’’, bir ‘’bilek güreşi’’ne dönüştürülmek istenen bu çatışmalı süreç, ne yazık ki ‘’amacını aşan’’ karşılıklı bir inada dönüşmüştür.
Sayın Erdoğan, anlaşılan, Türk devleti olarak ‘’milli bir konsept ile’’ bu savaşı başlattınız. Ama, gelin bu yoldan dönün. Askere, polise, bürokrasiye talimat verin. Derhal bu saldırılara son verin. Öldüreceğiniz yüzler ya da binler sizlere bir şey kazandırmayacak. Sadece Kürtlerin, insanlığın kin ve nefretini kazanacaksınız. Kürt ve Kürdistan meselesi siyasal bir meseledir. Katliamlarla ortadan kaldırılamaz. Onun için de, gelin, Türk Devleti’nin, HDP, PKK dahil tüm Kürt siyasi partileriyle muhatap  olacağı yeni bir ‘’çözüm süreci’’ başlatalım. Uluslararası garantörler nezdinde barışçıl bir çözüm bulmak için konuşalım.
PKK’yi kayıtsız şartsız bir şekilde hendek, silahlı ‘’özyönetim’’, çatışmaları yoğunlaştırma siyasetinden vazgeçmeye, şehirlerdeki askeri gücünü geri çekmeye çağırıyorum. Kürdistanlı aydınlar, siyasetçiler, işverenler, işçiler, köylüler, esnaflar, kadınlar, gençler halkımıza ve davamıza zarar veren hendek ve şehirlerdeki savaş siyasetine dolaylı-dolaysız destek vererek bu tahribatın derinleşmesine yol vermemelidirler. Şehirler, dağlık alanlar gibi değildirler. Ablukaya alınan İlçe merkezlerinde, mahallelerde barikatlardaki gençlerimizi ve sivil insanlarımızı on binlerce asker ve polisin önüne ‘’kurbanlık koyun’’ gibi süren uygulamalara yüksek sesle ‘’hayır’’ diyelim.
Son birkaç ayda yüzbinlerle ifade edilen insanımız yerinden yurdundan oldu. Yüzlerce sivil ve savunmasız insanımız yaşamını yitirdi. Bir çok ilçemizde mahalleler viran oldu. Ekonomik, sosyal, manevi bir yıkım söz konusu. Tarihi ve kültürel miraslarımız yok ediliyor. Kürdistan milli sermayesi büyük bir darbe aldı. Bu tablonun tek kurbanı da Kürdistan halkıdır, Kürdistan coğrafyasıdır.
Kürt ve Kürdistanlı tüm siyasi partiler, gruplar, STK’lar, parlamenterler, belediye başkanları, seçilmiş il ve ilçe meclis üyeleri, en geniş toplumsal kesimlerin temsilcileri, din alimleri, akil adamlar, etkili şahsiyetler, aydınlar, sanatçılar, kadınlar ve gençler olarak en temel ulusal, demokratik hak ve özgürlüklerimizi içeren asgari bir program etrafında kenetlenelim. Bu programla, Türk Devletinin izlemiş olduğu saldırı, çözümsüzlük ve sürünceme politikasına karşı hendeksiz, silahsız, çatışmasız bir sivil itaatsizlik süreci başlatalım. Türk Devleti’nin şiddette ısrar etmesi ihtimaline rağmen, milyonlarla, sivil kitle eylemleriyle, şiddete yol vermeden, ‘’eşitlik, özgürlük, adil çözüm, demokrasi’’ diyelim, siyasal çözüm yollarını geliştirelim. Bunun için de öncelikle çift taraflı bir ateşkes için etkili bir tutum geliştirelim.
Türkiye halklarına sesleniyorum: Yıllardır yüzlerce milyar dolar sizlerin yaşamınızdan, geleceğinizden kesilerek savaşa harcandı. Askeriyle, polisiyle, siviliyle binlerce çocuğunuz bu savaşın kurbanı oldu. Bu savaştan hiçbir kazancınız yoktur. Bu saldırılara sessiz kaldıkça, bugününüzü de, çocuklarınızın geleceğini de kararttığınızın farkına varın.
BM, AB, NATO’ya, uluslararası insan hakları kuruluşlarına sesleniyorum: Bu katliam girişimlerine sessiz kalmayın. Bu yıkım ve ölüm uygulamaları, bir ülkenin ‘’iç sorunu’’ olarak görülemez. Her şeyden önce yaşama hakkı ayaklar altına alınmaktadır. Saldırılara, toplu katliam girişimlerine son vermesi için, Türk Devleti’ne; devletin saldırılarına bahane oluşturan hendeklere ve çatışmalara son vermesi için de PKK’ye ‘’dur’’ deyin, etkili tedbirler alın.
Son olarak Kürdistan Bölge Başkanı Sayın Mesud Barzani ve Kürdistan Federe Devleti’nin tüm yöneticilerine sesleniyorum: Bu mesele herkesten çok bizim meselemiz, çözümü kolaylaştıracak olan da yine bizlerin bilinçli müdahalesidir; çatışmalara karşılıklı olarak son verilmesi için derhal etkili bir girişim başlatılmalıdır. Ülkemiz daha fazla harap olmadan, daha fazla insanımız ölmeden, harekete geçilmelidir.