PWK Genel Başkan Yardımcısı Mehmet Can Azbay’ın İHH’nin düzenlediği çalıştay Konuşması

PWK Genel Başkan Yardımcısı Mehmet Can Azbay:

Şiddet son bulmalı, Kürtlerin kollektif haklarının tanınması için de adım atılmalıdır

İnsani Yardım Vakfı (İHH), 11 Ocak 2025 günü Diyarbakır’da, KÜRT MESELESİNİN ÇÖZÜMÜ VE BARIŞA SİVİL KATKILAR ÇALIŞTAY’I düzenledi.

Kürdistan Yurtseverler Partisi (PWK) de bu çalıştaya davet edildi. PWK adına, PWK Genel Başkan Yardımcıları Mehmet Can Azbay ve Vahit Aba çalıştaya katıldılar.

PWK Genel Başkan Yardımcısı Mehmet Can Azbay çalıştayda PWK adına yaptığı bir konuşmayla, PWK’nin görüş ve önerilerini dile getirdi.

………………………………………

PWK Genel Başkan Yardımcısı Mehmet Can Azbay’ın Çalıştay’daki Konuşması:

 

Sayın Divan, Saygıdeğer Katılımcılar

Öncelikle, bizleri de bu çalıştaya davet ettiği için IHH yönetimine teşekkür ediyoruz.

Ben, Türkiye’de yasal faaliyet yürütme hakkını kazanmış; ama adında ‘’Kürdistan’’ olduğu ve programında Kürtlerin milli, demokratik hak ve özgürlüklerini dile getirdiği için, hakkında kapatma davası açılmış bir partinin, Kürdistan Yurtseverler Partisi’nin, Genel Başkan Yardımcısı olarak, partimizin görüş ve önerilerini sizlerle paylaşmak istiyorum. Partimiz hakkında açılan kapatma davası, şiddeti reddeden bir partinin düşünce, ifade, örgütlenme özgürlüğünün engellenmesi anlamına gelmektedir.

Evet, partimiz hakkında açılan kapatma davası sürüyor; ama, partimiz yasal bir parti olarak tüm faaliyetlerini sürdürmeye devam ediyor.

Saygıdeğer katılımcılar,

Üç aydır MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin tutum ve çağrısıyla birlikte, ‘yeni bir sürec’e dair tartışmalar ve kapalı kapılar ardındaki görüşmeler gündemin merkezine oturdu.

Ama, izlenen yol ve yöntemler; ne yazık ki, gerçek anlamda bir barış ve çözümü içeren ‘’yeni bir sürec’’in gereklerine denk düşmemektedir.

Sormak lazım; sorun neden bu kadar karmaşık, gizemli bir hale getiriliyor ki, neden çözülemez bir bilmeceymiş gibi yansıtılıyor ki?

Kürtlere yapılan haksızlıkları ortadan kaldırmanın, aslında, Türkiye’de de özgürlüğün, demokrasinin, adaletin, eşitliğin, insanca yaşamın en temel anahtarlarından biri olduğunu, 100 yıllık Türkiye Cumhuriyeti tarihi tüm boyutlaryla ispatlamıştır. Kürtler özgürleşmeden, Türklerin özgürleşemediklerini hep birlikte yaşadık, yaşıyoruz.

O halde, sorunun gerçek tanımı yapılarak, kısa, orta ve uzun vadeli çözüm programlarının, Kürtlerin ve Türklerin temsilcilerince ortak bir şekilde belirlenmesi yerine, neden sorunun adını doğru bir şekilde koyma ve buna göre adım atma yerine, kapalı kapılar ardında, belirsizleştirme, öteleme, çözümsüzlüğü derinleştirme yolu seçiliyor?

Daha ne zamana kadar, sorunu ‘’ekonomik gerilik’’, ‘’feodalite’’, ‘’dış güçlerin oyunu’’, ‘’terör’’ vb. şekillerde tanımlayarak, gerçeklere gözümüzü kapatmaya devam edeceğiz?

Sorunun, 30 milyona yakın nüfusuyla, Kürtlerin varlığının, milli, demokratik, kollektif hak ve özgürlüklerinin tanınmamasından kaynaklandığını ne zaman kabulleneceğiz? Sorunun,  Kürtlerin, dünya milletlerinin sahip olduğu haklardan, kendi ülkelerinde kendilerini özgürce yönetme haklarından mahrum bırakılmış olmasından kaynaklandığı açık değil midir? Kıbrıs’taki Türklere federasyon ya da konfederasyon öneren Türkiye Devleti’nin, 30 milyona yakın nüfusuyla Kürtleri yok sayması ve kollektif haklarını kabul etmemesi anlaşılır bir şey midir? ‘’Türkiye,  Kuzey Kıbrıs Türklerine ne istiyorsa, biz Kürtler de aynısını istiyoruz’’ dediğimizde, neden yadırganıyoruz?

Evet, Türkiye Cumhuriyeti Devleti 100 yıl önce, tekçi bir anlayışla, Kürtler başta olmak üzere tüm halkları yok sayarak, yanlış bir temelde inşa edildi. Bugün öncelikle yeni bir paradigmayla, bu tarihsel yanlışlığa son verecek adımlarla, iki milletin eşitliğini esas alan çözüme kapı aralanabilir.

O halde, çözüm için ilk adımları da bu tanımlama üzerinden yapmak daha doğru, daha çözümleyici olacaktır diye düşünüyoruz.

Bu konuda, öncelikle mağdur durumda olan Kürtlerin sesine, taleplerine kulak verilmelidir.

Bugün, eşit vatandaşlığı çözüm olarak gören Kürtler ile, Kürtlere siyasi bir statü isteyen Kürtlerin asgari ortak paydaları vardır ve bu paydaları şu şekilde ifade etmek mümkündür:

–Türkiye Devleti, tüm askeri operasyonlarına, PKK de tüm silahlı eylemlerine son vermelidir.

–Kürt kimliği, ana dille eğitim hakkı ve Kürtçenin Türkçe ile birlikte resmi bir dil olması, düşünce, ifade, inanç ve örgütlenme özgürlüğü, amasız, fakatsız kabul edilmeli ve tüm bu haklar anayasal güvencelere kavuşturulmalıdır.

Evet, gerçekten de bir kardeşlikten, barıştan, söz edilecekse; dile getirmiş olduğumuz bu en öncelikli adımların atılacağı bir diyalog ve çözüm süreci başlatılmalıdır.

Bu talapleri dile getirmek için, bir deha, doğa üstü bir güç ya da ilahi meziyetlere sahip biri olmaya da gerek yoktur.

Gerçekten de Kürtlerin bu en öncelikli hakları için adım atılacaksa; her hangi bir gerekçe ve şarta endekslenmeden, tehdit, ceza ve düşmanlık diline başvurmadan, her birey ve kesimin kendisini özgürce ifade edeceği bir normalizasyon sürecine ihtiyaç vardır. Kürd parti ve siyasi çevrelerinin hemfikir oldukları acil talepler ve Kürd milletinin millet olmaktan kaynaklanan haklarının temini noktasında bir diyalog zeminin yaratılması için tarihsel korku baryerlerini ve ‘’terör’’ bahanesini gerekçe göstermek doğru değildir, çözümsüzlüğü derinleştirmektir.

Kürtlerin acil taleplerinin yaşam bulması için, aslında, Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı sayın Erdoğan, yetkilerini kullanarak, bu öncelikli talepler konusunda yasal düzenlemeler yapabilir, akabinde de bu adımlar yasal ve anayasal güvencelere kavuşturulabilir.

Yok, eğer kapalı kapılar ardında konuşulanlar, Kürtlerin bu öncelikli hakları değilse; nedir o zaman, bir muamaya dönüştürülen görüşmeler, açıklamalar, gizemli tutumlar?

Sorun, silahların susturulmasıysa eğer, PKK’nin silahlı eylemlerinin, 2015’teki barikat- hendek uygulamalarında bizzat yaşadığımız gibi, en çok Kürtlere zarar verdiği tüm çıplaklığıyla görülmüştür. Üstelik son 9 yıldır, PKK’nin neredeyse silahlı eylem yapamadığını, yapma gücünü kaybettiğini tartışma götürmeyecek bir şekilde, herkes görebiliyor. PKK’nin zaten yürütme zeminlerini yitirdiği silahlı eylemlerini tümden sonlandırması elbette ki halkımızın, gerçek çözümden yana olan herkesin çıkarınadır.

Sorun, PKK’nin silahları bırakmasıysa eğer, o da elbette ki PKK’nin vereceği bir karardır; devlet ve PKK anlaşarak, bu konuda bir uygulama programı belirleyebilirler.

Türkiye Devleti, 100 yıldır, Türk toplumunu, eğitim sistemi, uygulama, propaganda ve siyasetiyle, şovenizm ve Kürt karşıtlığı üzerinden şekillendirmiştir. Türkiye Devleti’nin ve Türk toplumunun bu gerçekliğini dikkate alarak, ‘’Türk toplumunu, Kürtlerin varlığının ve haklarının tanınması konusunda ikna etmekte devletin işi kolay olmayacak ve bu nedenle de kademeli adımlar atmak zorunda kalınacaktır’’ yönünde bir çok yorum ve tespite de rastlamaktayız. Elbette ki böyle bir sorun vardır. Ama, açıktır ki, AK Parti, MHP, Erdoğan, Bahçeli ve Türk Devlet yetkililerinin şu ana kadarki söylemleri ve siyaset kültürleri, aslında böylesi kademeli bir programın uygulanacağına dair de hiç bir işaret ve umut vermemektedir.Kaldı ki Kürtlerin varlığının, kollektif dil ve kültürel haklarının yasal ve anayasal güvencelere kavuşturulmasını, PKK’nin silahlı eylemlerinin son bulmasına ya da PKK’nin silah bırakmasına endekslemek; 30 milyonluk Kürt halkına haksızlık değil midir? Bu yaklaşımın Kürtleri rencide ettiği görülemiyor mu?

Amasız, fakasız bir şekilde dile getirmek istiyoruz ki, savaşı, askeri operasyonları, silahlı eylemleri durduracak; sorunun çözümünü öteleyen, daha da derinleştiren anlayış ve tutumlar yerine, diyalogla, siyasi ve demokratik çözümün yolunu açacak her adımı destekleriz.

Devlet Bahçeli’nin çağrısıyla başlayan tartışmaların, görüşmelerin, aslında, esas olarak Güneybatı Kürdistan (Rojava Kürdistanı) ile ilgili olduğu, her geçen gün daha bir görülmekte, netleşmektedir.

Esad Rejimi’nin yıkılması, Kürtlerle Şam’ın ilişkilerinde yeni bir tablonun ortaya çıkmasına yol açmıştır.

Türkiye Devleti’nin, Suriye ve Rojava Kürdistanı ile ilgili, son 10 yıldaki operasyon, uygulama, siyaset ve çağrılarında ana hedef, daha çok ve öncelikle Kürtlerin Rojava Kürdistanı’nda  herhangi bir siyasi statü elde etmelerini engellemek ve mümkün oldukça, Kürtlerin en az kazanım elde edecekleri bir sonuç yaratmaktır.

Elbette ki, Rojava Kürdistanı ile ilgili kararı, bizzat orada yaşayan Kürt kardeşlerimiz, onların tüm temsilcileri, ortak bir irade ve ittifakla, bizzat kendileri verebilmelidirler. Ama, Türkiye Devleti’nin izleyegeldiği siyaset yanlştır diyoruz.

Sormak istiyoruz; Rojava Kürdistanı’nda Kürtlere yapıcı, dostça bir yaklaşım gösterilmezse, hak ve özgürlüklerine, iradelerine saygı gösterilmezse, Kuzey Kürdistan ve Türkiye’de olsun, Kürdistan’ın diğer parçalarıyla ilişkilerde olsun, Türk-Kürt kaderşliği nasıl sağlanacaktır?

Öcalan’ın da, farklı siyasi parti ve sivil toplum kuruluşlarının da, sorunların çözümüne ilşkin  görüş ve önerileri alınmalıdır. Ama, siyasi partileriyle, sivil toplum kuruluşlarıyla, toplumda karşılığı olan etkili, saygın insanlarıyla, Kürtleri temsil edebilecek çok geniş, bilinçli ve Kürtlerin büyük çoğunluğunca kabul görebilecek bir güç vardır. Eğer Kürtleri temsil edecekse, böylesi bir gücün oluşturduğu bir Temsil Platformu’nun Kürtlerin temsilcisi olarak, Türkiye Devleti’ne muhatap olması, daha doğru, daha vijdani, daha kapsayıcı, daha etkili olacaktır. Meşru ve ikna edici olan, yapılması gereken de budur diye düşünüyoruz.

Türkiye Devleti, Rojava Kürdistanı’ndaki halkımızın meşru, milli, demokratik hak ve özgürlüklerine saygı duyar ve bu temelde tüm Kürt taraflarıyla bir diyalog geliştirirse, inanıyoruz ki, Kuzey Kürdistan’da da sivil, siyasi, demokratik çözüm zemini daha bir güçlenecektir. Kürtlerin milli, demokratik hak ve özgürlükleri sağlandıkça, Türkiye’de de özgürlüğün, demokrasinin, adaletin gelişmeye başladığı görülecektir.

Evet, sonuç olarak diyoruz ki; şiddet son bulmalıdır, ama, Kürtlerin kollektif haklarının tanınması için de adım atılmalıdır.

Saygı ve selamlarımla

Mehmet Can Azbay

Kürdistan Yurtseverler Partisi (PWK) Genel Başkan Yardımcısı

Geef een reactie

Je e-mailadres wordt niet gepubliceerd. Vereiste velden zijn gemarkeerd met *