KÜRDLER YÜZ YIL ÖNCE NASIL KAYBETTİLER, BUGÜN KAZANABİLİRLER Mİ?..

Celâl Temel

Yüz yıl önce, I. Dünya Savaşı sonrasındaki süreçte, Mezopotamya ve Ortadoğu’nun kadim halkı Kürdlerin ülkesi Kürdistan, büyük güçler ve bölgesel güçlerin işbirliğiyle parçalandı. Kürdlerin kaderi, bu güçlerce masa başında belirlendi. Bu haksız durum yüz yıldır devam ediyor ve Ortadoğu’daki huzursuzluğun ana sebeplerinin başında geliyor. Yüz yıl önce, Kürdlere yapılan bu tarihi haksızlık, düzeltilebilecek mi, düzeltilebilecekse kim düzeltecek?..

Kürdler, Lozan’da meydana gelen oldubittiyi hiç bir zaman kabul etmedi. Kürdleri egemenliklerinde tutan ve hepsi Müslüman olan bölgesel güçler, hepsi Hristiyan olan büyük güçlerin de desteğiyle k Kürdlerin tüm hak taleplerini reddettiler, terör olarak nitelendirdiler. Kürdlere karşı ittifaklar, paktlar kurdular. Durum niye böyle, elli milyonun üstünde bir nüfusa sahip Kürd ulusu, neden uluslararası bir statüye, bir devlete sahip değil? Bugün, uluslararası güçler arasında, kısmen de olsa artık Kürdlerin neden bir ulusal statüye sahip olmadığı tartışılabilmektedir. Kürdler için de uluslararası hukuk uygulanacak mı? Dünden bugüne olanlara bakarak, bu soruların cevaplarını kısmen verebilir, bazı sonuçlar çıkarabiliriz.

Bazı Tarihi Hatırlatmalar ve Günümüz

Yüz yıl önce ve bugünün koşullarını iyi bilmek gerekir. Geçmişte olanları değiştiremeyeceğimize göre, orada takılıp kalmadan, o günlerden dersler alarak daha az hata yapabiliriz. Kürdleri temsil eden, Kürdler adına politika yapanların çoğunun, tarihlerini, özellikle siyasi tarihlerini bilmedikleri ve buna bağlı olarak siyasi bilinçle hareket etmedikleri bir gerçektir. Eski tarihi süreçler bir yana, Kürdlerin kaderi, asıl olarak, I. Dünya Savaşı sonrasındaki Mondros-Lozan sürecinde çizildi. Uzun bir tarihi süreç içinde, sadece beş yıllık (1918-1923) bir süreç, Kürd ulusun kaderini çok kötü çizdi; örneği yoktur ya da çok azdır.

Savaşın sona erdiği 1918 yılından, Lozan Antlaşması’nın imzalandığı ve Türkiye Devleti’nin kurulduğu 1923 yılına kadar geçen beş yıllık sürede, Kürdler sahibi oldukları arazinin tapusunu alamadılar. Cemiyet-i Akvam’ın (Milletler Cemiyeti) kurulduğu bu süreçte, o güne kadar tarihsel olarak var olan Kürdistan Meselesi, ondan sonra, özellikle kuzey parçasında, bireysel demokratik hakların elde edilmesi gibi dar Kürd Meselesi (Sorunu) şekline dönüştü. Osmanlı İmparatorluğu mirası üzerine kurulan Türkiye Devleti’nin, Kürdlerin varlığını tanımamasıyla, Kuzey Kürdistan’da (Bakur’da), günümüzde“ Kürd Meselesi” adı verilen olgu çıktı ortaya.

Bu süreci değerlendiren Güney Kürdistanlı aydınlarından Refik Hilmi, dönemin Kürd önderlerine şu sitemde bulunuyor: “O dönemin siyasi kargaşasında, bir çok devlet yıkıldı, birçok yeni devlet oluştu. Uyanık olmak gerekirdi. Millete öncülük edecek, dürüst, zeki ve yurtsever öncüler gerekirdi. Çevresinde olup bitenlerden habersiz olanların, fırsatı değerlendiremeyenlerin boynuna kölelik zinciri takıldı. Bunlardan biri de Kürd milleti oldu.”[1]

O dönemde, Kürdlerin karşılaştığı politik oyunları, kurban edildikleri emperyalist komploları, o aldanma ve aldatılma yıllarını, Kürdler dâhil, genel kamuoyu doğru olarak bilmemektedir. Kuzey Kürdistan’da bugün yaşanan olumsuzlukların doğru anlaşılamamasının önemli bir nedeni, bir nevi milat olan o yılların bilinmemesidir. O günlerde, hata yapan, yanılan, yanıltılanlar, bunca yaşanmışlıktan sonra, bugün artık aynı hataları tekrarlamamalıdırlar.

Özgürlük, bağımsızlık mücadelesi veren uluslar, bir siyasi tarih bilinciyle hareket etmek zorundadırlar. Bu aşamalarda, halkın fazla bir inisiyatifi olamaz, halk sadece mücadeleye destek verir ki, Kürd halkı bunu fazlasıyla yapıyor. Tarihi süreçlerde hainlik yapan Kürd önderler olsa da Bitlis Mebusu Yusuf Ziya, Dersim Mebusu Hasan Hayri gibi yurtseverlik duygularıyla hareket ettiği hâlde, hata yapanlar, aldananlar, aldatılanlar da oldu.

Birinci Dünya Savaşı sonrasındaki kesitte, tarih adil gerçekleşmedi. Aynı coğrafyayı paylaştıkları Ermenilerle farklı; Arap, Fars ve özellikle Türklerle aynı dine mensup olmaları, bu dönemde, Kürd politikalarında en belirleyici etken oldu. Türk ulusal hareketi, büyük bir ustalıkla, “İslam kardeşliği”, “Saltanat-Hilafet sevgisi”, “Büyük Ermenistan kurulması tehlikesi” gibi söylemlerle, Kürdlerin büyük kesimini yanına almasını bildi.

1878 Berlin Antlaşması’ndan beri, Kürdlerle Ermeniler arasına bir ateş topu gibi yuvarlanan Vilâyat-ı Sitte meselesi bu dönemde de çokça gündeme geldi. Kürdistan’ın büyük bölümünü de içine alan, “Denizden denize (Karadeniz’den Akdeniz’e) Ermenistan” projesi, Kürdistan’ın Ermeni azınlığının egemenliğine gireceği korkusu, adeta Kürdlerin aklını başından aldı.

1918 yılı sonlarında İstanbul’da kurulan ve Kürdistan’ın çeşitli yerlerinde yirmiden fazla şubesi açılan Kürdistan Teali Cemiyeti, Kürdler adına büyük bir ümit yaratsa da ömrü çok kısa oldu. Bu sıralarda,1920 sonbaharından 1921 yılı yaz aylarına kadar Koçgiri bölgesinde Kızılbaş Kürdlerin önderliğinde verilen silahlı mücadele de bir sonuç vermedi.

Kürdlerin bu dönemdeki mücadelesi, Batılı Emperyalist Güçler, Osmanlı Devleti, Rusya ve İttihat-Terakki bakiyesi Türk Milliyetçi Hareketi gibi güçlü yapıların karşısında zayıf kaldı. Kürdler, bu dönemde ne olup bittiğini ya anlayamadılar ya da yanlış anladılar; yanıldılar, yanıltıldılar…

Birinci Dünya Savaşı sonrasındaki süreçte, Çarlık Rusya’nın mirasçısı Bolşevikler ve Ortadoğu’nun jandarması Büyük Britanya devletlerinin çıkarları; Osmanlı mirasçısı Türkiye Devleti’nin çıkarlarıyla çakışınca Kürdler konjonktürün, yeni oluşan statükonun kurbanı oldular.  İngiltere, Fransa ve Türkiye’nin, bu süreçte ortaklaşa çizdikleri; Hakkâri’den Akdeniz’e uzanan dokuz yüz kilometrelik devlet sınırları, boydan boya Kürdleri, Kürdistan’ı bölen sınırlar oldu.

Arap şeyhlerinin İngiliz ve Fransızlarla, Türk milliyetçilerinin Rusya ile hatta İngilizlerle işbirliği yaptığı bu dönemde, Kürdler güneyde Şeyh Mahmud Berzenci önderliğinde İngilizlere karşı amansız bir savaş verdiler. Aynı dönemde Doğu Kürdistan’da Smail Ağa Şikakî (SİMKO) önderliğinde İran monarşisine karşı da bir Kürd direnmesi vardı. Kafkaslardaki azınlık Kürdler de Rusya’nın güçlü pençesi altındaydılar.

Bu sürecin finalinde imzalanan Lozan Antlaşması’yla, Türk halkının çoğunluk hâlinde yaşadığı toprakların tamamı, Kürd halkının çoğunluk hâlinde yaşadığı toprakların büyük kısmı Türkiye’nin sınırları içinde kaldı. Bugün, bu sınırın altında ve üstünde var olan yangının, Ortadoğu’da bitmeyen trajedilerin ana sebebi, yapay Filistin meselesinden çok bu sınırlardır. Bölgede yüz yıldır bitmeyen acılar, o dönemdeki haksız ve yanlış kararlardan kaynaklanmaktadır.

 

Kürd ulusal hakları söz konusu olunca hep emperyalizm teorileri gündeme getirilip, Kürdlerin emperyalistlerle işbirliği yaptığı iddia edilir. Başbakan İsmet İnönü biz bulamadık dese de Türk devlet yöneticileri, aydınları, tarih yazıcıları, Kürd ulusal mücadelesinde hep İngiliz parmağı aradılar. O süreçte, herkes bir şekilde emperyalistlerle işbirliği yaparken bunu yapmayan/yapamayan sadece Kürdlerdir. Osmanlı İmparatorluğu mirası üzerinde, Bolşevik Rusya, Büyük Britanya, Fransa gibi güçlerle ilişkiler geliştirerek yeni bir devlet oluşturan Türk ulusal hareketini, antiemperyalist; bölünen, hiçbir ulusal statüye kavuşamayan Kürdleri, emperyalizm işbirlikçisi göstermek, büyük bir çelişki ve saptırmadır. Kürdistan’ı bölen esas olarak emperyalistler değil mi? Emperyalistlerin büyük patronu İngiltere isteseydi Türkiye gibi Kürdistan da kurulmaz mıydı?..

Büyük güçlerin o gün yaptığını bugünkü dünya düzeltebilir mi? Sosyolog İsmail Beşikci, yıllardır, “Büyük güçlerin oluşturduğu Uluslararası Anti Kürd Nizam, yüz yıl önce masa başında Kürdlerin kaderini belirledi. Kürdlerin kaderlerini tayin etme hakkı uluslararası hukukun bir gereğidir.” diyor. Beşikci, bunu, Kürdlerin haklı olduğu gerçeğinden hareketle söylüyor. Kürdler adına politika yapanlar ise Beşikci gibi cesaretli ve açık sözlü olamıyorlar.

Elbette meydana gelen oldubittilerden, bunca gelişmeden sonra, Kürd Meselesi kolay çözülecek bir mesele değildir. Fakat “hakları” orada duruyor. Ulusal, hatta insani hakları ellerinden alındığına, kendi kaderlerini tayin etmeleri engellendiğine ve artık savaşlarla bu hakların alınmayacağı belirtildiğine göre, dünya barışı çerçevesinde bu haklar verilmelidir.

Kürdler o günlerde oyalandılar, yanıldılar, yanıltıldılar; bugünkü yeni dünya sisteminde artık böyle olmamalı. Başur’da önemli bir statü elde eden, Rojava’da önemli fırsatlar yakalayan ve nihayet Bakur’da büyük varlıklarıyla, büyük bir güç hâlinde olan Kürdler, asimilasyonla savrulup erimeden, dünyayı da beklemeden bir şeyler yapmak zorundadırlar. Güncel olarak, küçük parça Rojava ve büyük parça Bakur’da olacaklar önemlidir. Kürdlerin kalbi Bakur’dadır.

Bir tarafta haksız, hukuksuz, hâlen savaşan vahşi bir dünya; diğer tarafta modern bir dünya var. Yüz yıl önceden beri, büyük güçlerin, milletler cemiyetinin, komşu Müslüman güçlerin, Kürdlere yaptığı tarihsel haksızlığı; günümüzdeki uluslararası sistem, modern dünya, düzeltir mi, düzeltebilir mi? Bilmiyoruz. Bunu belirleyecek olan, büyük oranda, yine Kürdlerin kendileri olacaktır. Kürd ulusunun haklılığı ve ulaştığı güç buna yeter…

NOT: Günceli pek yazmayan biri olarak, son açıklama üzerine meydana gelen gelişmeleri dikkatle izliyorum. Beklendiği gibi Kürdlere bir şey yok, o çok dile getirilen barışın da olup olmayacağı belli değil. Kürd ulusal mücadelesi, kritik bir dönemeçte. Çok değerli değerlendirmeler yapılıyor. Bağımsız Kürd bölgesinde kalmaya çalışan bir Kürd aydını olarak, söylenmeyen bir şey kalırsa tabii bir şeyler yazabiliriz…

CT

[1] Refik Hilmi, Anılarım, Perî Yayınları, 2010, s. 46-47

 

(Makale içerikleri tamamen yazarın sorumluluğundadır. Sitemiz, bu görüşlerden dolayı herhangi bir sorumluluk kabul etmez.)

Geef een reactie

Je e-mailadres wordt niet gepubliceerd. Vereiste velden zijn gemarkeerd met *