Yedi yıldır haksız ve hukuka aykırı bir şekilde esir tutulan Kürt siyasetçi Selahattin Demirtaş, 2 Ocak 2024 tarihli mahkeme savunmasındaki Kürdistan çıkışıyla dikkatleri bir kez daha üzerine çekti.
“Anavatanım Kürdistan” diyen Demirtaş, Türklerin bin yıl önce buraya geldiğini, bu devletin Kürdistan’ı işgal ettiğini, anlaşmayı bozanın Kürtler değil Türkler olduğunu, herkesin bu işgalin bedelini ödediğini söyledi.
Hakkını teslim etmek gerek. Demirtaş, başından beri, benzerine az rastlanır bir dik duruş örneği sergiliyor.
Siyasi rehine olduğunu, savunmasını mahkemeye değil halka yaptığını, karşısındakilerin hâkim taklidi yaptığını, mahkeme kararının yok hükmünde olduğunu söylüyor.
Kendisinin Kürt olduğu için, Kürt olmayanların da Kürtlerle dayanışma gösterdiği için yargılandığını, bu mahkemede Kürt ve Kürdistan gerçeğinin mahkûm edilmek istendiğini belirtiyor ve hukuki açıdan söylenecek tek şey, bu dava çöptür diyor.
Demirtaş, savunmasına başladığı 25 Aralık 2023’te “7 yıldır tutuklu olmamıza rağmen ilk defa savunma yapıyorum, ilk defa suçlamalara cevap verme fırsatı buluyorum” şeklindeki ifadeleriyle belli ki değerlendirme yapılırken bu savunmasının esas alınmasını istiyor.
26 Aralık’ta devam ettiği savunmasında, 2010’lu yıllardan itibaren içinde yer aldığı parti çizgisinin Türkiye’de birlikte yaşamın mücadelesini verdiğini, toprağa veya bölgeye bağlı eyalet sistemindense tüm Türkiye’de yerelden yönetimin güçlendirilmesini savunduğunu, bu olursa Kürtlerin de kendi kaderini tayin hakkının bölünme gerçekleşmeden sağlanacağına inandığını söylüyor.
Aynı günkü mahkemede Oslo ve İmralı’da yapılan görüşmelerde devlet ve PKK tarafının ortaklaştıkları noktaları “Şiddet, terör olmayacak. Bölünme olmayacak. Kürtler inkâr edilmeyecek. Kürtlerin yönetime katılma hakkı tanınacak.” şeklinde açıklıyor.
Ancak Kürdistan’daki bombardımanların sürmesi ve soykırım anlayışının dayatılması durumunda Kürtlerin buldukları ilk fırsatta devletlerini kuracaklarını belirtiyor. “Yahudi halkının da Filistin halkının da devlet hakkı var. Doğru. Peki, kendi ülkene dönüp bakınca neden bunları söyleyemiyorsun” diyor.
Kürdistan çıkışını yaptığı 2 Ocak’taki savunmasında ise Türk devletinin işgalci olduğunu söylerken “Suçlu aranacaksa o biz değiliz. Biz bunun mağduruyuz. Bizim de hatalarımız oldu, o da hakikatin peşinden gitmeme hatasıdır.” sözleriyle Demirtaş bir tür özeleştiride bulunuyor.
Hakikat, Kürtlerin anavatanı olan Kürdistan’da Türk devletinin işgalci olduğuysa, Demirtaş’ın içinde yer aldığı siyasi geleneğin 15-20 yıl gibi uzun bir süredir otoasimilasyon olarak nitelenebilecek bir söylemi benimsediği biliniyor.
Kürtlerin kendi kaderini tayin hakkının terkedilmesinden ulusal kurtuluş hareketi misyonunun reddine, Türk bayrağından Çanakkale’ye, Türk ırkçılarının demokratik milliyetçiler olarak kabulünden Kürt milliyetçiliğinin dışlanmasına ve her fırsatta Kürt partisi değiliz demeçlerine kadar sayısız örnek.
Demirtaş da cezaevinde uzun süre partisinin Türkiyelileşme söylemini sürdürdü. 2023 seçimleri için verdiği mesajlarda bile Türk siyasetinin egemen ezberi olan Kürdüyle, Türküyle, Lazıyla, Çerkeziyle bir ve beraber olmaktan, büyük ve güçlü Türkiye’den bahsetti.
Parti tabanı ve Kürt kitleleri uzun şaşkınlıktan sonra gittikçe yükselen tonda bu duruma tepki gösterdi. Parti ise, bu söylemi terk etmek bir yana, yükselterek devam ettirdi.
Ancak esir lider Demirtaş esas hakkındaki savunmasında kurucu kodlara dönüş niteliğindeki söylemleriyle dikkati çekiyor. Bu söylemler konjonktürel ve yaşadığı şartların ürünü de olsa, çok önemli.
Demirtaş, Kürtler arasında büyük prestije sahip. Sadece parti tabanında değil, yaygın Kürt kitlelerinde, özellikle yeni kuşaklar arasında dinlenen, dikkate alınan bir profil. Bu prestij parti geleneğinden çok, büyük oranda kendi karizmasının ürünü.
Özellikle sosyal mecralarda yeni kuşaklar arasında Kürtlük simgesi olarak görüldüğü anlaşılıyor. Kürtlüğün tanımında ve Kürtlerin tercihlerinde belirleyici olabiliyor.
Bu anlamda yeni söylemlerini görmezden gelmek, toplum gerçeklerine göz kapamaktır.
Öcalan’ın mahkeme savunmalarının aksine, Demirtaş Kürtlük zemininden konuşuyor. Kürt tarihini sahipleniyor. Kendisini Selahaddin Eyyübi’nin ve Şeyh Said’in torunu görüyor. “Bastırılmak istenen Kürt feodalitesi değildir. Bastırılmak istenen Kürt aydınlanmasıdır, Kürt devrimidir” diyor.
Kürt Sorunu dediği Kürdistan davasını gayet doğru bir şekilde 1800’lerden başlatıyor. “Bana sorsanız Kürt sorunu 1071’den sonra başladı. Bin yıldır sadece kazık yiyoruz. Kürtlere, kendi anavatanında bir türlü kendini yönetme hakkı tanınmadı” diyerek sorunun kaynağına kadar gidiyor.
Kürtleri ve Türkleri net bir şekilde iki ayrı özne olarak görüp, tutukluluklarının Edirne ve Kandıra’da geçmesini Osmanlı’da Kürt mirlerinin uzak diyarlara sürgününe benzeterek hafızanın devamlılığını sağlıyor.
Ancak Demirtaş’ın bugüne kadar söyledikleri hep bu doğrultuda değil. Sözgelimi savunmasının 29 Aralık 2023’teki kısmında “Arkadaşlarımıza uyarımdır; HDP’den sapma bunlara hizmet eder.” uyarısıyla kamuoyunda Türkiyelileşme olarak bilinen ve yaygın Kürt kitlelerinde tepkiyle karşılanan siyaseti “Kürtler binlerce yıl sonra Anadolu coğrafyasında merkeze oynuyorlar. Merkez siyaseti yapıyorlar. Onların belirlediği çeperden çıktılar. Bütün Türkiye’yi demokratikleşme iddiası ile yürümeye başladılar. Onlar (devlet) açısından tehdit büyüktür.” cümleleriyle vazgeçilmemesi gereken bir siyaset olarak savunuyor.
Kürtler Anadolu’nun yerlileri olarak Anadolu’daki büyük nüfuslarıyla elbette Kürdistan dışında da merkez siyasete oynayacaktır. Ancak bunun yol ve yöntemi HDP projesinde pratize edildiği gibi değildir. Bu, pirince giderken evdeki bulgurdan olmak, otoasimilasyonu hızlandırmak, bir tür Truva travması yaşatmaktır.
Sonuç itibariyle, yaşanan trajedi nedeniyle hassas olmasına rağmen, içinden geçtiğimiz süreçleri ve liderleri Kürdistan davasını ve Kürtlerin kaderini ilgilendirdiğinden, Kürt aklı ve vicdanıyla değerlendirmek gerekiyor.
Kürtler bir millet ve millet olmaktan kaynaklı hakları gasp edildi. En az iki asırdır bunun mücadelesini veriyor.
Bu mücadelenin her evresinde birçok öncü ve hareket geldi geçti. Her biri kendi imkân, şart ve kavrayışına göre mücadele yürüttü.
Kimileri dönemin siyasi, dini ve ideolojik rüzgârlarına kapılıp ana yoldan saptı. Kimileri güç yetiremeyip teslimiyetçi bir dile savruldu. Kimileri umudunu kaybedip köşesine çekildi. Kimileriyse bir ulusun haklı davasını ne pahasına olursa olsun eğip bükmeden savunmayı sürdürdü.
Kürtler yenildikçe mazlumiyet anlatısının Kürt belleğindeki yeri genişledi. Yenilen, kırılan, esir düşen Kürt liderlerin söylem ve savunuları bayraklaştı.
Oysa insan özgürlükte dile gelir. İnsan onuruna layık bir yaşam tasavvuru varlık zemininde yeşerir. Yokluk ve yenilgi buhranında değil.
Esaretten gelen sesin frekansı ne kadar güçlü olursa olsun, esaret koşullarının ürünü olduğunu göz ardı etmek, büyük yanılgılara yol açabilir.
Bu anlamda Şeyh Said’ten günümüze esir düşen Kürt liderlerin ne mahkeme savunmaları ne de zindan mektupları temel perspektiftir. Bunlar olağanüstü şartların ürünleri olarak analize tabi tutulmalıdır.
Bununla beraber değerli dostum Hişyar Özalp’in ifadeleriyle “Türk mahkemelerinde Türk devletini Kürdistan’da işgalci olarak nitelemek tek başına devrimci bir tutumdur, değerlidir. Bu tavır desteklenmelidir.”
Twitter’da yayımlanan bazı cümlelerin hdp.org.tr sayfasında yayımlanan metinlerde yer almamasından anladığım kadarıyla yayımlanan kısımlar Demirtaş’ın günlük savunmalarının tamamı değil.
2 Ocak’a kadarki savunmanın internette yayımlanan kısmı yaklaşık 50 word sayfası tutuyor. Bu nedenle savunmayı bir bütün olarak değerlendirmek mümkün olmuyor.
Bu vesileyle Tahir amcamızın vefatı sebebiyle Demirtaş ailesine başsağlığı dileklerimi iletiyor, Selahattin Demirtaş’ın en kısa zamanda özgürlüğüne kavuşmasını diliyorum.
Necat ZANYAR
Rudaw