Deng Dergisi, 1 Haziran 2024 günü Diyarbakır’da ‘Kürt Meselesi: Nasıl Bir Gelecek Konferansı’ gerçekleştirmişti. Bu konferansta İbrahim Gürbüz, ‘Kürd Toplumunda Entelektüel Birikimin Tarihsel Süreç İçinde Geldiği Aşama ve Bunun Ulus ve Tarih Bilincine Etkisi’ başlıklı bir bildiri sunmuştu. Bu bildiride İbrahim Gürbüz, Etnik milliyetçilik, diaspora milliyetçiliği, toprak temelli milliyetçilik kavramlarını irdeliyordu.
Toprak Temelli Milliyetçilik
Şu isimler, bizlere, ne gibi süreçler çağrıştırıyor? Haci Qadirê Koyi (1817-1897), Ubeydullah Nehri (1826-1883), Addüsselam Barzani (1868-1914), Mela Selim (1849-1914), Şeyh Said (1865-1925), Xalid Begê Cibrî (1882-1925) Seyid Rıza (1863-1937), Dr. Fuad (1886-1925), Hizanizade Kemal Fevzi (1891-1925), Salih Begê Henî 1873-1925), Broyê Hesikê Telî (1877-1931), Alişer Efendi (1872-1937), Zarife Hanım (1885-1937), Alişer Efendi (1872-1937Gazi Muhammed (1893-1947), Şeyh Ahmed Barzani (1896-1969) Mela Mustafa Barzani (1903-1979) …
Bu kişiler, kendi okullarında, medreselerde, kendi ocaklarında eğitim görmüşledir. Kendi topraklarında, Kürdistan’da yaşamaktadırlar. Halkla sıkı bağları vardır. Dikkat edelim. Kürdlerde direniş hareketlerini başlatanlar hep bu kesimdir. Medreselerde gördükleri eğitimin bu süreçdeki rolü büyüktür. Toprak temelli milliyetçi bir hareket bu süreçte meydana gelmektedir. Bu kesim Kürd/Kürdistan sorununu toprak sorunu olarak algılamaktadır. Bağımsız Kürdistan talep etmektedir. Bu Kürdi, Kürdistani bir tutumdur.
Kürdlerin kendi okullarında, medreselerde eğitim görmesi kanımca çok önemlidir. Örneğin Mela Mustafa Barzani, Istanbul Harb Akademisi’nde veya Bağdat Harb Akademisi’nde eğitim görseydi Kanımca Mela Mustafa Barzani olmazdı.
Devletin en çok rahatsız olduğu kesim bu kesimdir. Bu kesimin kökünü kurutmak devletin çok temel bir politikasıdır. Yukarıda isimleri anılan 16 kişiden onunun idam edildiği, ikisinin savaş sırasında öldürüldüğü bilinmektedir. Dört liderin de çok yoğun mücadele sürecindeyken yaşamlarını yitirdikleri bilinen bir gerçekliktir.
Medreseler, Kürd toplum hayatında önemli kurumlardır. Ehmêdê Xanî (1651-1707), Meye Cizirî (1570-1640), Feqiyê Teyran (1590-1660), Mele Ehmedê Xasi (1866-1951) gibi Kürd şairleri, düşünürleri medreselerde yetişmişlerdir. Örneğin Ehmedê Xanî’nin, Meleye Ciziri’nin, 300-400 yıl sonraki Kürd düşün ve toplum hayatını etkilediği, şekillendirdiği görülmektedir.
3 Mart 1924’ de Tevhid-Tedrisat Kanunu ile medreselerin kapatılması, bir yerde, Kürdlerin okulsuz bırakılması anlamına gelmektedir. Medreselerde öğretim dilinin Kürdçe olduğu bilinmektedir.
1 Kasım 1928 harf İnkılabı, Kürdlerin geçmişle bağının koparılmasında çok büyük bir rol oynamıştır.
Bu kesimi şu isimlerle biraz daha zenginleştirebiliriz: Xalid Begê Hesenî ( … -1926), Xalis Begê Spîkî (1899-1977), Secera Ferzende Beg (1881-1937), İhsan Nuri (1892-1976), Nuri Dersimi (1893-1973), Fehmi Bilal (1887-1967) …
Kürdistan’da Kürdleri başsız ve aydınsız bırakmak devletin hiç taviz vermeden yürüttüğü bir politikadır. Başşız ve aydınsız, dilsiz, sermayesiz bırakılan kitlelerin milli bir hareketin yaratılmasında etkili olamayacakları açıktır. Savaşta meydana gelen katliamlar, köylerin yakılması-yıkılması, dahili ve harici kitlesel sürgünler, zora dayalı baskı araçlarının, örneğin, ordunun, polisi, cezaevlerinin çok yoğun bir şekilde kullanılması bu hedefi gerçekleştirmek içindir. Kürdistan’da Kürd burjuvazisinin oluşumunun engellenmesini, sermaye birikimini engellenmesini yine bu çerçeve içinde değerlendirmek gerekir.
İbrahim Gürbüz, diaspora milliyetçiliği, etnik milliyetçilik kavramlarını Bedirxanileri örnek göstererek irdelemektedir. Diaspora milliyetçiliği ile etnik milliyetçiliğin aşağı-yukarı aynı içerikte kavramlar olduğu söylenebilir. İbrahim Gürbüz, Celâl Temel’in ‘İlk ve Orta Kuşak Kürd Önder ve Aydınlar’ kitabından ve Ahmet Kardam’ın, Cizre-Bohtan Beyi Bedirxan, Sürgün Yılları kitaplarından ve ilgili bazı kitaplardan yararlanarak Bedirxanilar hakkında şu bilgileri vermektedir.
Mîr Bedirxan’ın (1803-1869) bütün çocukları, İstanbul, Girit, Şam gibi Kürdistan’ın dışındaki alanlarda doğmuşlardır. Şüphesiz, Mîr Bedirxan’ın Botan’da Cizre’de doğan çocukları da vardır. Fakat onlardan fazla söz edilmemektedir. İstanbul’da, Girirt’de, Şam’da, sürgün hayatı yaşayan bu cocuklar Kürd okullarında değil, Osmanlı okullarında eğitim görmüşlerdir. Mîr Bedirxan’ın Kürdistan dışında doğan bu çocuklarının büyük bir kısmı Osmanlı bürokrasisinde, askeri bürokraside, vali, kaymakam, mutasarrıf, genel müdür, mahkeme başkanı, paşa, ordu komutanı gibi önemli görevler almışlardır. Bu kesimler, topraktan kopuktur, halktan kopuktur.
Barzan-Behdinan bölgesinin Osmanlı bürokrasisinde, Bağdat, Irak bürokrasisinde, 1958 askeri darbesine kadar Bağdat’daki İngiliz bürokrasisinde görev almaması dikkat çekici bir durumdur. Örneğin Barzaniler, bu kesimlere hiçbir zaman eleman vermemişlerdir. Hep, toprak temelli milliyetçilik sürecinde mücadelelerine devam etmişlerdir.
Mîr Bedirxan’ın, 1847 yılında ailesiyle beraber İstanbul’a oradan da Girit’e sürgün edildiği bilinmektedir. Aile 1847-1863 arasında 16 yıl, Girid’de, sürgün yaşamıştır. Daha sonra, 1863-1868 arasında beş yıl İstanbul’da sürgün yaşamıştır. 1868-1869 yılları arasında da Şam’da sürgün yaşamıştır.
Ailenin kati surette Botan’a dönememesi için, çok katı önlemler alınmış, bu önlemlerin kararlı bir şekilde uygulanması yolunda ciddi takibat yapılmıştır. Halkın başsız bırakılması, aydınsız bırakılması için her türlü önlem almıştır.
Osmanlı bürokrasisinde ve askeri bürokraside görevler almanın belirli bir yaşam konforu sağladığı açıktır. Hiç kimse o konforu bırakıp, Kürdistan’a ulaşmayı, orada mücadele başlatmayı düşünmemektedir. 1859 Girit doğumlu Hüseyin Kenan Paşa, (1859—1913), 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı’ndan sonra, ağabeyi Osman Paşa ile beraber Botan’a gidip bir direniş başlatmış fakat kardeşleri Bahri Bey’in araya girmesiyle, direniş kısa zamanda bastırılmış, Bahri Bey kardeşlerini İstanbul’a götürmüştür..
Bu süreçte, Emin Ali Bedirxan (1851-1926), Abdürrezzak Bedirxan (1864-1918) gibi istisnalar şüphesiz vardır.
Babanlar, Cemilpaşazadeler, gibi aileler hakkında da bu düşünceler ifade edilebilir.
Bu ailelerin sürgün alanlarında belirli bir yaşama ulaştıkları, devletle, toplumla bir bağ oluşturdukları söylenebilir. Kürdlerle ilgili taleplerinin ise toprak temelli olamayacağı açıktır. Bunlar, artık kültürel haklar temelinde taleplerdir. Buna diaspora milliyetçiliği, etnik milliyetçilik denebilir. Bu, Kürdi, Kürdistani bir tutum değildir. Osmanlıcı bir tutumdur. Yirminci yüzyıl başlarında, İstanbul’da benzer alanlarda, büyük bir kısmı sürgün yaşayan Kürd aydınlarının Osmanlıcı olduğu söylenebilir.
Bugün de ana akım Kürd hareketinin Türkiyeci olduğu bilinmektedir. Örneğin, milletvekili olarak belirli bir konfora ulaşan Kürdlerin toprak temelli bir siyasal hareketde yer almayacağı şüphesizdir.
***
İbrahim Gürbüz’ün yukarıda belirtilen tebliğinde bu ilişkiler daha ayrıntılı bir şekilde irdelenmektedir. İbrahim Gürbüz’ün bu düşüncelerini biraz daha geliştirmesinde yarar vardır.
Deng Dergisi’nin ‘Kürt Meselesi: Nasıl Bir Gelecek Konferansı’ düzenlemesi iyi oldu. Milliyetçilik konusunda yeni düşüncelerin gündeme getirilmesi şüphesiz önemlidir.