Diyarbakır için, “Türkiye’nin en politize şehri” diyenler, boşuna dememişler.
Gerçekten, 7’sinden 70’ine, hatta inan edin mübalağa etmiyorum, bunu biraz daha aşağıya indirip,
5 yaşından yukarı herkesin politika konuştuğu başka bir şehir yoktur herhalde.
Bunun sebepleri var.
İlk olarak, 1925’te daha cumhuriyetin ilk yıllarında sistemin, İslam’ı hayat düzeninin dışına çıkarma operasyonlarına, kararlarına karşı başkaldıran Şeyh Said Hadisesi’nden sonra binlerce köyün yakılıp, yıkılması, on binlerce insanın yerinden yurdundan edilmesi ve tam olarak sayısını bilemediğimiz, yine binlerce insanının hayatını kaybettiği bir coğrafyadan bahsediyoruz.
Diyarbakır’ın hem İslami kimliği hem de bütün Kürt hareketlerinin siyasal merkezi olması sebebiyle, yıllardır bu acılar, baskılar, ölümler, köy boşaltmalar, yakmalar, hapsedilmeler ve neredeyse evinden cenaze çıkmayan bir ailenin olmadığı bir yapıdan, başka bir davranış şekli de herhalde beklenemez.
Çocuk hayata gözlerini açtığı an, ya babası, abisi, dedesi, halası, teyzesi öldürülmüştür veya hapistedir ya da sürgündedir.
Ve bu insanların büyük bir kısmı sürgün yollarında dünyaya geldiler.
İşte böyle insanların çocuklarından bahsediyoruz.
Ve bu yakıcı siyasi ortam hala devam ediyor.
Onun için siyaset çok yoğun, politika çok yoğun.
Peki bu normal bir şey mi?
Hayır, tabii ki değil.
Bir insan gözünü açıp da sabahtan akşama kadar vaktinin büyük çoğunluğunu bu tartışmalarla neden geçirsin?
Hayatın başka safhaları var.
Yaşamak için verilecek bir mücadele var.
Başka sorunlar var.
Ama ne demişler, “İnsanın neresi acıyorsa, canı oradadır.”
İnsan vücudunda “hayatı tehlike arz etmeyen organlardan biri” diştir.
Ama diş, hayatın başlangıcıdır.
Niye “önemsiz” diyorum, yanlış anlaşılmasın; en kötü ihtimalle dişi çıkarıp atarsınız ve hayatı bir tehlikeniz olmaz.
Ama o dişiniz ağrıyorsa sizi sabaha kadar uyutmaz.
Ve korkunçtur ağrısı, başka hiçbir şey düşünemez, hiçbir şey yapamazsınız.
İşte bu da öyle.
Yani İslami kimliğinizi arıyorsa, Kürt kimliğinizi arıyorsa, siz mecburen “Ay… Ay” deyip, devamlı oranızı tutuyorsunuz.
Bundan daha doğal bir şey yok.
Bir seçim çalışmasında sevdiğimiz, saydığımız bir doktor arkadaşımız; politik kimliği var, bilinçli ama sosyal meselelerle, halkın diğer sorunlarıyla da en azından doğru söyleyelim, bizden fazla ilgileniyor.
Bir gün dedi ki:
Abi, devamlı politika konuşuyorsunuz, Kürt meselesini konuşuyorsunuz, İslami meseleleri konuşuyorsunuz; ‘demokrasi’, ‘hak’, ‘özgürlük’ diyorsunuz,
Peki halkın günlük sorunlarından haberiniz var mı?
Eğitimden haberiniz var mı? Sağlıktan haberiniz var mı?
Tarımdan, hayvancılıktan, geçimden, ekonomiden ve en önemlisi de sağlıktan haberiniz var mı?
Çünkü ben bir doktorum ve bu coğrafyada, Diyarbakır’da ne olup bittiğini sizden iyi biliyorum.
Lütfen biraz gözünüzü açın, kulaklarınızı bu mevzulara da verin.
‘Kürtler, Kürtler’ diyorsunuz ama Kürtlerin önce yaşaması lazım.
Eğer Kürtler yaşayamazsa, hayatını sürdüremezse, sizin bu konuştuklarınızın da bir anlamı yok.
Kürt olmadıktan, bittikten, yaşayamadıktan sonra bunların kimseye bir faydası yok.
Bu hafta başıma bir iş geldi, ben onun için böyle bir girizgahta bulundum.
5 buçuk – 6 yaşlarında bir yakınım, Suriye’den gelmiş, akrabalarımızdan, dostlarımızdan birinin çocuğu, Lara Daduş isminde bir kız çocuğu, tam doğuştan kalbinden rahatsız.
Kızıltepe’de yaşıyor. Annesi -babası zorla geçimlerini devam ettirebiliyorlar. Fakir bir aile.
Ve bunlar Diyarbakır’da Kadın Doğum Hastanesi’nin içinde bulunan Çocuk Kalp Cerrahisi bölümüne gidip geliyorlar.
Yıllardır gidip geliyorlar.
Ve sonunda 1 yıl evvel, “Artık çocuk ameliyat edilebilecek bir yaşa geldi. Bunu mutlaka ameliyat etmeliyiz” diyorlar.
Sağ olsunlar oradaki doktorlar ellerinden geleni yapıyorlar, ilgileniyorlar; diğer hastalarla ilgilendikleri gibi.
Ve neticede çocuğun ameliyatına karar veriyorlar.
Çocuk, bu 1 yıl içerisinde birkaç enfeksiyon geçiriyor.
Haliyle, “İyileşsin. Bünyesi kaldırmaz” deniliyor.
Ve sonuçta tam ameliyat zamanı geldiği an, bir de sıra sorunu çıkıyor ortaya.
300’ün üzerinde sırada bekleyen çocuk var.
Ey siyasiler, ey “vatan, millet, Sakarya” diyenler,
Ey her gün Kürt sorununu tartışan benim gibi siyasiler, kendimi de katayım, bundan haberiniz var mı?
Ve sonuçta hastanenin tıbbi şartları artık el vermediği; ameliyat öncesi ve ameliyat sonrası ihtiyaçları karşılayamadığı içi, cansiperane çalışan 3 doktor da pes ediyorlar.
“Biz bu şartlarda ameliyat yapamayız” diyorlar.
Ve 20 gündür bu ameliyatlar yapılamıyor.
Oradaki arkadaşlarımızı asla suçlamıyoruz.
Ankara’da, İstanbul’da aynı bölümlerde 40’ın üzerinde cerrah çalışırken, Diyarbakır’da 3 cerrah ameliyat yetiştiremiyorlar.
Bir de şartlara asla müsait değil.
Problemler, sorunlar, ilgisizlikler ve neticede bugün bu ameliyatlar durmuş durumda.
Gelen hastalar doğal olarak Ankara’ya, İstanbul’a havale ediliyor.
Peki, Kızıltepe’den, Batman’dan, Nusaybin’den, Bingöl’den, Muş’tan, Hakkari’den, Diyarbakır’a gelebilecek parası, imkanı ve çaresi olmayanlar Ankara’da ne yapsınlar?
Nasıl gitsinler?
3 ay, 5 ay, 6 ay neyi, nasıl beklesinler?
Bir büyük sorun daha, dünyada “10 bin hastaya düşen yatak sayısı” diye bir istatistik var.
Varmış!
Haberiniz var mı?
Türkiye’de bu, işte bu kadar hastane yapılmasına; şehir hastanelerine, onlara, bunlara vs. 32,3 ile 32,4 civarına gelmiş durumda.
Peki bu Diyarbakır’da kaç biliyor musunuz?
Ey Diyarbakırlı her gün siyaset konuşan zevat!
Büyükleri; büyük aydınlar, mütefekkirleri kastediyorum.
Türkiye’de 32,5, Diyarbakır’da 16.
Şehir hastanesi birçok ilde 10 yıl evvel bitti.
Diyarbakır’ınki kaç sefer ihale edildi?
1 buçuk yıl önce ihale edildi, iptal edildi, bir daha 3 misli fiyatla ihale edildi ve şu an hala daha yüzde s8’ler, yüzde 9’lar seviyesinde.
Sözde önümüzdeki sene bitmesi gerekiyordu.
İkinci bir şehir hastanesinin acilen yapılması gerekiyordu.
Ve bu çocuklar, bu bahsettiğim, Urfa yolu üzerinde Kadın Doğum Hastanesi’nin bünyesindeki Çocuk Kalp Cerrahi Bölümü’nde 1 kilo 100 gramlık yeni doğmuş çocuklara bile müdahale edilebiliyordu.
Ama bu insanlar 3 cerrah, bugün çaresiz durumda.
Onların başlarındakiler de çaresiz.
En son dediler ki, “Biz bu çocukları göz göre göre öldüremeyiz.”
Hem ameliyat öncesi şartları hem ameliyat sonrası şartları, büyük bir yoğunluk…
İşte “Tokun açtan haberi yok” diyenler boşu boşuna söylememişler.
İnan edin bu hafta ben de bizzat bununla yüzleşince utandım.
Yani memlekette hayatın içinde ne büyük sorunlar var.
“Bir dokun, bin Ah işit” diyorlar.
Bunlar, sadece hastanelerde olan şeyler.
Gidin eğitime, eğitim dünyasına başka hikayeler var, büyük dramlar var.
Ekonomi, işsizlik, üniversiteler hangi sahaya elinize atarsanız bir feryat geliyor.
İşte politikacılara, siyasetçilere, “vatan, millet, Sakarya”; “Kürt”, “Kürdistan” narası atanlara sesleniyorum:
Önce insanı yaşatmak lazım.