Gökçer Tahincioğlu | Yüzleşme
Hasan Ocak’ın, Rıdvan Karakoç’un öldürüldüğü 1995’in 27 Mayıs’ında Galatasaray Lisesi’nin önüne 20 kadın geldi. Coplanmalarına, kovulmalarına, yerlerde sürüklenmelerine raÄŸmen bundan sonra her cumartesi oradaydılar. O günlerden bugüne 29 yıl geçti… Tam 1000 hafta…
Gecenin bir yarısı, bir grup insan, elleriyle toprağı kazıyor.
Issız, karanlık bir gece…
Görülseler, belki orada vurulup öldürülecekler.
Haber bültenlerinde, “terörist” olarak geçecek adları.
“Ne iÅŸleri varmış orada?” denilecek, neden oradalar?
Ama kazıyorlar…
Hırsla, hızlıca, sessiz, kazıyorlar…
* * *
Yıllardır aradıkları yakınlarının öldürülüp bir toplu mezara atıldığını öğreneli birkaç ay olmuş.
DNA sonuçları beklenirken, henüz çıkmamışken, toplu mezarın baraj suları altında kalacağını da öğrenmişler.
Yıllardır aradıkları kemikler bunlar. Bir arada, gizli saklı, yıllardır yan yana toprak altında kalmış kemikler.
Ve su altında kalacaklar.
“Olsun” diyorlar, “varsın, kimin kemiÄŸinin kime ait olduÄŸu belirlenmesin”, “yine yan yana yatsınlar…”
Gizli saklı kazıp toplu mezarı, kemikleri çıkartıyorlar. Bir başka toplu mezara gömmek için…
Cumartesi Anneleri’nin 600. haftasından, 2016
T24’ten Hazal Özvarış‘a konuÅŸan İnsan Hakları DerneÄŸi Diyarbakır Åžubesi’nden avukat RehÅŸan Bataray Saman, “Son kayıtlara göre, toplu mezar sayısı 348, kiÅŸi sayısı 4 bin 201. Açılan mezar sayısı 45, mezardan çıkarılan kiÅŸi sayısı 281…” diye veriyor ellerindeki bilgileri.
Açılmamış onlarca, yüzlerce toplu mezar.
Ve kayıplarını arayanlar…
* * *
30 Nisan 1977’de, Arjantin’de, Plaza Del Mayo meydanında, beyaz tülbentli 14 kadın da Türkiye’deki kayıp yakınları gibi yakınlarının akıbetini soruyordu.
Büyük bir cesaretle…
Rüzgârlı bir cumartesi günü, karşısında durdukları sadece hükümet binası değildi. Bir askeri darbe, bir cunta yönetimi, bir katiller ordusu, bir işkenceciler güruhuydu karşısında durdukları.
Kadınlar her zaman olduğu gibi cesurdu.
Azucena Villaflor haykırıyordu: “Çocuklarımızı geri verin.”
30 Nisan 1977’deki eylemden sonra, her hafta sayıları arttı. Daha üçüncü hafta tahtalarla dayak yiyen anneler, bir sonraki hafta vücutlarındaki aÄŸrının kalplerindekinden çok daha hafif olduÄŸunu bilerek, daha kalabalık geldiler.
Ekim ayında 300 tülbentli kadının yarattığı rüzgardı artık Mayıs Meydanı’na hâkim olan.
Hükümetin “perÅŸembe delileri” dediÄŸi kadınlar artık güçlüydü.
Kadınların yanından ayrılmayan cesur adamlar vardı. Bir de “devlet için kurÅŸun atmaya ve yemeye hevesli” devlet kalkanıyla donatılmış sözde kahramanlar.
Alfredo Astiz, ilk günlerden bu yana kadınların yanındaydı.
Annelerin öncülerinden Azucena’nın yanına ilk geldiÄŸinde, kardeÅŸini aradığını söylemiÅŸti, aslında kardeÅŸi olamayacak insanlardandı.
10 Aralık’ta anneler, gazetelere ilan vererek seslerini duyurmaya karar verdiler. Ä°lan verebilecekleri gazete sayısı ne kadar azdı.
Annelerden para toplayan Azucena, ilan yayınlandıktan birkaç gün sonra kayıplara karıştı.
Nehir kenarında bulundu işkenceden geçirilmiş cesedi. İntihar olarak kayıtlara geçti ölüm nedeni.
Ama Azucena, ölürken bile daha çok birleştirdi anneleri.
Kenetlenerek büyüyen annelerin mücadelesi 1983’te mezarların açılmasını saÄŸladı. Azucena’nın kayıp kemikleri ise 2003’te bulundu.
Külleri 2005’te Plaza Del Mayo’ya dökülürken, “Sarışın Ölüm MeleÄŸi” diye anılan Alfredo Astiz, aynı tarihlerde Azucena dahil onlarca kiÅŸinin katili olduÄŸu iddiasıyla yargılanacaktı. Astiz’in kilisedeki ayinler sırasında öptüğü her annenin iÅŸkenceyle öldürüldüğü, yıllar sonra anlaşılmıştı.
Hayrettin Eren’in annesi Elmas Eren ile Hasan Ocak’ın annesi Emine Ocak
Elmas Eren ise 2019 yılında hayatını kaybetti (Fotoğraf: Rezan Ataş)
Dünya bir benzerlikten ibaret…
12 Mart 1995’te Ä°stanbul Gazi Mahallesi’nin sessiz akÅŸamını kurÅŸunlar yırttı.
Dört kahvehane ve bir pastaneye açılan ateşten sonra Gazi Mahallesi sokağa döküldü. Bindikleri taksiyi yakan, şoförünü öldürenler kayıptı ama fail uzakta olamazdı.
Adalet istemenin bedeli ağırdı.
17 kişinin daha canı alındı.
Hasan Ocak, Süleyman Yeter‘le birlikte cenazeleri Gazi Mahallesi’ne getiren kalabalığın içerisinde yürüyordu.
Kortejden ayrık bir ses geliyordu.
“Karakolu taÅŸlayalım, Ãœlkü Ocakları’na saldıralım…”
Bu kişiyi hemen kenara çektiler.
Ãœzerinden Nizam-ı Alem Ocakları’na ait bir kimlik çıktı.
Kitlenin adamı linç edebileceğini düşünen Hasan ile Süleyman, sessizce aralarında yürümesini söylediler.
Gazi Mahallesi’ne geldiklerinde, adamı, baÅŸtan beri halka duyarlı davranan rütbeli askere teslim ettiler.
Onlar adamı teslim ederken, birileri de Hasan ile Süleyman’ın isimlerinin üzerine kalın bir çizgi çektiler.
Olaylardan hemen sonra, 21 Mart’ta, evde toplananlara balık almak için iÅŸten çıkan Hasan Ocak, kayıplara karıştı.
İlk kez basın açıklaması yaptılar 9 gün sonra, onca arayıştan sonra.
Mumlar yakılmaya baÅŸlandı Yüksel Caddesi’nde her akÅŸam, Ankara’da.
Ama Hasan Ocak yoktu ortada.
Birkaç gün sonra, gözaltından yeni çıkmış bir olaÄŸan şüpheli Ä°HD’ye geldiÄŸinde aÄŸlamaya baÅŸladı Hasan’ın resmini görünce duvarda.
Anlattı, Hasan’ı hücrede gördüğünü, iÅŸkencedeki sesini duyduÄŸunu gözyaÅŸlarıyla.
“Savcılık emriyle kimsesizler mezarlığına gömülen, ailesine “o kadar ve hâlâ” güzel gelen cesedi alındı…”
Annesi, Ankara’da, “15 gündür oÄŸlum kayıp” diye haykırınca 1 ay hapse mahkûm edilip Ulucanlar’a gönderildi, dönemin ÅŸanlı BaÅŸsavcısı Nusret Demiral‘ın talimatıyla.
58 gün geçti.
Uyunmayan, yenilmeyen, içilmeyen 58 gündüz ve gece.
Adli Tıp artık ikinci adres olmuştu.
15 Mayıs’ta, acemi bir memur vardı, alışmış memurların yerine devletin kodlarına.
Aile yeniden sorunca, ayrılmış 3 dosyayı gösterdi umarsızca.
Biri Hasan Ocak’tı.
Tanınmaması için parçalanmış kesik kesik yüzü, boynunda boÄŸulduÄŸu ip izi ama Hasan’dı.
Kayıtlara göre aslında öldürüldüğü tarih 26 Mart’tı.
BaÄŸcıkları alınmış, kimliÄŸine el konulmuÅŸ halde, ÅŸarampole yuvarlanmış otomobilde Hasan’ı bulup kayıtlarını tutan da jandarmaydı.
Savcılık emriyle kimsesizler mezarlığına gömülen, ailesine “o kadar ve hâlâ” güzel gelen cesedi alındı.
Kendi mezarına defnettikten sonra geldi DNA’sı.
Cenazesine tam 15 bin kişi katıldı.
O dosyalardan çıkanlardan biri Rıdvan’dı.
Rıdvan Karakoç, 20 Åžubat’ta son kez telefondaydı.
Takip edildiğini, endişeli olduğunu anlatıyordu.
Sonrasında Rıdvan ortada yoktu.
Ama polisler her gün eve gelip soruyorlardı.
Aileyi rahatlatıyordu o sorgu: Rıdvan gözaltında olsa, gelip sorarlar mıydı?
Öğreneceklerdi, sorarlardı.
Rıdvan Karakoç, Hasan Ocak’ın ailesi Adli Tıp’ta o fotoÄŸrafları bulana kadar bulunamadı.
Ocak’ın aÄŸabeyi kardeÅŸini bulduÄŸu fotoÄŸraflara bakınca akıbeti anlaşıldı.
26 Mart’ta öldürülmüş Hasan Ocak’la aynı yere atılmıştı.
Parmak uçları mürekkepli, ayakkabıları baÄŸcıksız, tırnakları mor, koltukaltları yırtık ama Rıdvan’dı.
* * *
Ve Süleyman Yeter
Süleyman Yeter, 1999’un o güzel sabahında eÅŸiyle evden çıktı. EÅŸini otobüs durağına bırakıp ayrıldı. Dayanışma Gazetesi’ne gidiyordu. Öğleden sonra gazeteye operasyon yapıldığı haberi geldi. Ancak bir gariplik vardı. Gözaltına alınan herkesin ismi kayda geçerken Süleyman Yeter’inki geçmemiÅŸti.
Yeter de herkes gibi kimliğini vermişti ama adı tutanağa işlenmemişti.
Arkadaşları itiraz etti.
“O’nun adı da tutanaÄŸa geçmezse biz de imza atmayız.”
Yeni tutanak düzenlendi.
Hep birlikte götürüldüler emniyete.
Yeter, geri gelemedi.
Gazi Mahallesi’nde baÅŸladığı yürüyüşte imlenmiÅŸ, sendikada, grevlerde, eylemlerde üzeri iyice iÅŸaretlenmiÅŸti.
Ä°ÅŸkencede yok edilmiÅŸti.
Hasan gibi, Rıdvan gibi bir baharın başında, ıssız bir mart ayında gitmişti.
“Cumartesi Anneleri hâlâ oradalar. Ve kayıplarını, katilleri arıyorlar”
Cumartesi Anneleri
Hasan Ocak’ın, Rıdvan Karakoç’un öldürüldüğü 1995’in 27 Mayıs’ında Galatasaray Lisesi’nin önüne 20 kadın geldi. Coplanmalarına, kovulmalarına, yerlerde sürüklenmelerine raÄŸmen bundan sonra her cumartesi oradaydılar.
O günlerden bugüne 29 yıl geçti…
Tam 1000 hafta…
Düşünün 1000 hafta sonra, bir bakan çıkıp, “Belki arkadaÅŸları öldürmüştür” diyor o kayıplar için.
Düşünün, sorumlular bulunup, hesap sorulacağına, birileri hâlâ aynı söylemle prim yapıyor ve binlerce kişi alkışlıyor.
İnsanlar toprak kazıyor, karanlıkta, toplu bir mezarda toprak kazıyor.
Cumartesi Anneleri hâlâ oradalar.
Ve kayıplarını, katilleri arıyorlar.
Adalet hâlâ uzakta bir yerde.
Ama inadına Plaza Del Mayo’dan Galatasaray Lisesi’nin önüne, bir perÅŸembeden bir cumartesine esiyor o rüzgâr.
Bir gün kırık bir sevincin gözyaşıyla birlikte ağlayacak beyaz tülbentli kadınlar.
Gökçer TahincioÄŸlu kimdir?Gökçer TahincioÄŸlu, 1997’den 2018’e kadar Milliyet Gazetesi’nde yargı muhabirliÄŸi, Ankara Haber Müdürlüğü, köşe yazarlığı yaptı. Haber, yazı ve fotoÄŸraflarıyla Musa Anter, Metin Göktepe, Abdi Ä°pekçi gibi isimlerin adını taşıyan gazetecilik ödüllerini aldı. ÇaÄŸdaÅŸ Gazeteciler DerneÄŸi ve Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Basın Özgürlüğü ödüllerine layık görüldü. Bu Öğrencilere Bu Ä°ÅŸi mi Öğrettiler?: Öğrenci Muhalefeti ve Baskılar (2013, Kemal GöktaÅŸ’la birlikte), Beyaz Toros: Faili Belli Devlet Cinayetleri (2013) ve Devlet Dersi: Çocuk Hak ve Ä°hlallerinde Cezasızlık Öyküleri (2016), Çünkü Umurumuzda adlı mesleki kitaplara imza attı. Yaralı Hafıza ve Kayıp Adalet adlı derleme kitapların editörlüğünü üstlendi. İlk romanı Mühür, 2018’de yayımlandı. 2020’de yayımlanan ikinci romanı Kiraz AÄŸacı ile Yunus Nadi Roman Ödülü’nü kazandı. Üçüncü romanı Sabahattin Ali’yi Ben Öldürdüm, Eylül 2023’te yayımlandı. 2018’den bu yana T24 Ankara Temsilcisi olarak çalışıyor. |
T24