Bu yazıda, Karakoçan’la (Dep) ve Yayladere (Holhol) ile İlgili iki kitaptan söz etmeye çalışacağım. Bu kitaplar şunlar:
Klam’ların Kanatlarında Geçmişe Yolculuk, Mithat Özcan, Arion Yayınevi, Kasım 2020, İstanbul 188 s.
Üç Kültür Arasında Yaşam Öyküm, Geriye Bir Bakış, Hüseyin Çelebi, Yüzleşme Yayınevi, Nisan 2023, İstanbul 504 s.
Mithat Özcan, ( d. 1955) Karakoçan’ın Oxçîyan Köyü’nün Avdelan mezrasından, Hüseyin Çelebi (d. 1949) Yayladere’nin (Holhol) Murun Köyündendir.
Mithat Özcan, emekli öğretmedir. 1990’larda, uzun yıllar, Kiğı-Karakoçan-Adaklı-Yayladere-Yedisu İlçeleri Sosyal Yardımlaşma, Kalkındırma ve Kültür Derneği (KAYY–DER)’in çıkardığı KAYY-DER Dergisi’nin yöneticiliğini yapmıştır.
Mithat Özcan’ın, iki kitabı vardır. Bu iki kitap şunlardır: 1. Tanıkların Dilinden Pêrî Vadisi, Sosyoloji- Tarih (Pêrî Yayınları, Kasım 2012, İstanbul, 544 s. ; 2. Uzak ve Yakın Geçmişiyle Oxçiyan, Tarih-Sosyoloji, Pêrİ Yayınları, tarihsiz, İstanbul, 384 s.
Hüseyin Çelebi, emekli maden profesörüdür. 1970’lerde, uzun yıllar Almanya’da Berlin Teknik Üniversitesi’nde çalışmıştır. Türkiye’de Fırat Üniversitesi’nde (Elazığ), Mersin Üniversitesi’nde (Mersin), Ahmet Yesevi Üniversitesi’nde (Kazakistan), hoca ve yönetici olarak görev yapmıştır.
***
Mithat Özcan, kitabının başında, çocukluğunda, köyde herkesin Kürdçe konuştuğunu, Türkçe konuşmanın ayıp olduğunu, zaten Türkçe konuşacak kimseyi bulamadıklarını, askerlik sırasında yarım-yamalak Türkçe öğrenenlerin dışında Türkçe bilenlerin de çok az olduğunu, onların da Türkçe konuşmadıklarını anlatmaktadır.
Ama, 1980’lerin ortalarına başlayan zorunlu göçlerle, bu halkın Türkiye’nin, başta İstanbul olmak üzere Batı illerine doğru doğru savrulduğunu, bu savruluşun, dil-kültür, müzik, aile gibi temel değerlerde çok büyük sarsıntılar yarattığını vurgulamaktadır. Bugün artık İstanbul gibi yörelerde kendi anadilini konuşmayan, Kürd müziğinden, şarkılarından haberi olmayan nesillerin yetiştiği dile getirilmektedir. ‘İnsan istemeden, zorla, adeta yerinden sökülerek başka bir coğrafyaya göç etmek zorunda kalması çok boyutlu bir mağduriyettir’ (s. 177) demektedir.
Mithat Özcan, bu duygularını, düşüncelerini, asıl adı Baykan Akbaş olan Ozan Delal’ın klam’larıyla dile getirmeye gayret etmektedir. (s.17)
Mithat Özcan’ın, Kürt Kimliğinin Yaşamasında Kürt Müziği’nin Rolü incelemesi çok değerlidir kanısındayım. (s. 11-13)
Ozan Delal, Nema Nema, Gündo, Lê Elîfê, Hîman e Hîmanê, Ax Welato, Welatê Zerinî, Welat, Seyrana Min, îsmailê Mala Kalekçiyan, Hey Zalime Çima Nayê gibi şarkılarında, zorunlu göçlerin, halkın duygularında, düşüncelerinde yarattığı kırılmaları, birbirlerine güvenememelerini, kötümser bir hale gelmelerini anlatmaktadır.
İnsanların birbirlerine en çok muhtaç oldukları bir dönemde birbirlerine güvenmez, birbirlerinden kaçar bir hale gelmeleri Olağanüstü hal uygulamaları ile yakından ilgilidir. (s. 48)
Muhbirlik, devlet katında itibarlı bir vatandaş olmanın en önemli ölçü haline gelmiştir. Eve gelenlerin ‘Tanrı misafiri mi, ‘devletin kadrolu elemanlarının misafiri mi’ olduğu, insanları, aileyi, endişeye sevketmektedir. ‘Yardım-yataklık’ uygulamaları derin bir duygu kırılması yaratmıştır.
Olağanüstü Hal bölgelerinde halka hizmet eden devlet anlayışı tamamen yıkılmıştır. Halkı korkutan, terbiye eden devlet anlayışı egemendir. Dağların, eteklerine, tepelere, şehirlerde caddelere ‘Önce vatan’ yazılmaktadır. ‘Önce İnsan’ anlayışı tamamen kaybolmuştur. (s. 31, 67, 177) Devlet herhangi bir kurumu, değeri önce inkar ediyor, o tutmazsa değiştiriyor, değişmezse imha ediyor.
Kürdçe, Ermenice olan köy, belde isimlerinin değiştirilmesi coğrafyanın Türkleştirilmesi anlamına gelmektedir. Sokağa çıkma yasakları, yayla yasakları, intikam için orman yakmaları Kürd coğrafyasında hayvancılığı bitirmiştir.
Kürd kırsal alanlarındaki geleneksel ticaret şekli çerçilik bu uygulamalar doğrultusunda tamamen kaybolmak üzeredir. Zira kırsal alanları çerçi kılığında dolaşanların, devletin kadrolu elemanları olması muhtemeldir. (s. 26)
Ozan Delal bütün bu süreçleri klam’larında, stran’larına ayrıntılı bir şekilde dile getirmektedir.
***
Klam’ların Kanatlarında Geçmişe Yolculuk kitabında, Mithat Hoca, çok Kürdçe sözcük ve deyim kullanıyor. Bol bol kullanıyor. Bunu çok değerli olduğunu düşünüyorum. Kanımca, bu sözcüklerin, deyimlerin yaşatılması önemli bir gerekliliktir.
Mithat Hoca, kitabının sonunda asimilasyon kokusu ille ilgili olarak çok önemli bir hatırlatma yapıyor. Şöyle diyor:
“Şöyle bir düşünelim: Bireysel hayatımızda ne çok sorunla karşılaşıyor, ve onları çözmek için ne çok çaba gösteriyoruz. Demek ki elimizden bir şey geliyor. Öyleyse kimliğimizin yozlaşmaması asimilasyonun bizi bitirmemesi için de yeterince çaba gösterirsek, bunda da başarılı olabiliriz.” (s. 188)
Yayladere (Holhol)
Prof. Dr. Hüseyin Çelebi, anılarına Yayladere’yi (Holhol) anlatarak başlamaktadır. Dile getirilen konular, daha çok Yayladere-Murun çevresiyle ilgilidir. Çocukluğu burada geçmiştir. İlkokula kendi köyünde başlar. Kürd kültürünün çeşitli yönleri burada dile getirilmektedir.
Hüseyin Çelebi, genç bir Kürd olarak İstanbul’a gitmiştir. Bir müddet burada yaşamıştır. Burada çeşitli olgular, olgusal ilişkiler aracılığıyla Türk kültürü ve Kürd kültürü arasındaki farklar anlatılmaktadır. Lise eğitimi İstanbul’da gerçekleşir.
Hüseyin Çelebi, Maden Tetkik ve Arama Enstitüsü’nün bir bursunu kazanarak Almanya’ya gider. Almanya’da, Berlin Teknik Üniversitesi’nde madencilik konusunda, eğitim alır. Lisans, yüksek lisans ve doktora burada gerçekleşir. Bu bölümde, Alman kültürü, Türk kültürü ve Kürd kültürü arasındaki farklar gündeme gelir.
***
Gerek Klam’ların Kanatlarında Geçmişe Yolculuk kitabının, gerek Üç Kültür Arasında Yaşam Öyküm, Geriye Bir Bakış kitabının dili çok akıcıdır. Olgular, olgusal ilişkiler anlaşılır bir şekilde dile getirilmektedir.
***
Hüseyin hocanın sözü edilen kitabında bir konu çok dikkatimi çekti. Köy yaşamındaki mağduriyetlerden söz edilmekte, kendi çocukluğu ile çocuklarının çocukluğunu karşılaştırmaktadır. Şöyle demektedir:
“… Köyde yeni ürünler yoktu. Bilmiyorduk. Görünce çok cazip geliyordu. Ancak, karşılaştırmak için, çocuklarım, günün koşullarında 12 yaşlarında mobil telefona sahip oldular. Murun’u sadece bir kere gördüler. Çevresini öncelikle benim çektiğim resim ve filmlerden tanıdılar. Kendileriyle tek kelime Kürdçe konuşmadım. Ama onlar da anadilleri Türkçe yanında Almanca ve İngilizce öğrendiler. Yaşam ve uygarlık hızla değişiyor …” (s. 23) ‘Cocuklarımla tek kelime Kürdçe konuşmadım’ ifadesini çok yadırgadığımı belirtmeliyim. Bu kendi anadiline ve kültürüne yabancılaşmanın çok açık bir ifadesidir.
Bu bölümü okurken, 12 Mart Rejimi’nde, Diyarbakır-Siirt İlleri Sıkıyönetim Komutanlığı Askeri Mahkemesi’nde gerçekleşen bir yargılama aklıma geldi. Bir Kürd genci, Silvan Devrimci Doğu Kültür Ocakları’nda, sohbet sırasında, ‘her yerde anadilimizle konuşmalıyız. Anadilimizle konuşmayı, okumayı, yazmayı geliştirmeliyiz….’ şeklinde konuşmalar yapıyormuş. Bu konuşmalar dava konusu yapılmış. Duruşma sırasında mahkeme başkanı gence, ‘anadilimiz, diyerek konuşma yapmışsın, anadilin dedir? ‘ diye sormuş. Genç ‘anadilim Kürdçe’dir’ diye cevap vermiş. Mahkeme başkanı gence ikinci bir soru daha sormuş, ‘Türkçe nedir?’ Kürd genci ‘Türkçe benim için yabancı dildir, İngilizce, Almanca gibi, Türkçe’de benim için yabancı dildir’ demiş. Bu genç sözü edilen bu ifadelerinden dolayı ağır bir cezaya mahkum edildi.
Devlet, resmi ideoloji, Kürdçe yasaklarını bir değer olarak kabul eden, kendi anadiline ve kültürüne çok yabancılaşmış Prof. Dr. Hüseyin Çelebi hocamıza ise, bu ifadelerinden dolayı, herhalde altın madalyalar takar. Daha da kıymetlisi varsa, onu da takar.
‘Çocuklarımla tek kelime Türkçe konuşmadım’ diyen ve bununla övünen bir Türk var mı acaba, ’Çocuklarımla Bir kelime Kazakça konuşmadım’ diyen bu tutumuyla övünen bir Kazak, bir Kırgız vs. var mı acaba? ‘Çocuklarımla bir kelime Kürdçe konuşmadım’ diyen Kürdler neden bu kadar çok. … Bu süreçlerin de bilimin, siyasetin kavramlarıyla değerlendirilmesi önemli olmalıdır.
***
Devlet, Kürdler/Kürdistan hakkında, 1925 Şark Islahat Planı’ndan beri, gizli raporlar hazırlatmış. Bu raporlar, Birinci, İkinci, Üçüncü, Dördüncü Müfettişler tarafından, Olaganüstü Hal Valileri, Emekli valiler emekli generaller, Tarih, Sosyoloji, Antropoloji, Ekonomi profesörleri, vs. tarafından hazırlanmış. Bu çerçevede İsmet İnönü, Celal Bayar raporları da var. Bu raporların hemen hemen hepsinde de şu söyleniyor: ‘Kürd erkeklerin Türk kızlarıyla Kürd kızlarının, Türk erkekleriyle evlendirilmesi teşvik ediliyor. Bu tür evlilik yapanlara, ev, dükkan, toprak bağışlanıyor. İş kurmalarına yardımcı olunuyor. Bu şüphesiz asimilasyonun hızlandırılması, yaygınlaştırılması için yapılıyor. Köylerin yakılması-yıkılması, kitlesel sürgünler de bu amaç doğrultusunda gerçekleştiriliyor. 1950’lerde, 1960’larda, 1970’lerde bu raporlar bilinir ama kimse bu raporlara ulaşamazdı. Günümüzde artık birer birer açıklanıyor. Hüseyin Çelebi, bir Türk’le evlenerek, resmi ideolojinin bu anlayışının gereklerini yerine getirmiş.
***
Hüseyin Çelebi’nin, Üç Kültür Arasında Yaşam Öyküm, Geriye Bir Bakış çalışmasında, Kürdlerle ilgili bir anlatım daha var. Berlin’de kaldığı öğrenci yurdunda, arkadaşları Hüseyin Çelebi’ye, ‘Hangi ülkeden geldiniz?’ diye sorarlar. ‘Türkiye’den’ şeklinde cevap verilir. Arkadaşları, ‘Türkiye’nin neresinden?’ Diye bir soru daha sorarlar. Hüseyin Çelebi, ‘Doğu Anadolu’dan, Bingöl’den’ der. ‘O zaman sen Kürdsün derler. Hüseyin Çalebi, durumu, ‘Ben de belalı bir yanıt olduğunu bildiğim halde çekinerek ‘evet’ dedim’ şeklinde ifade etmektedir.
Birkaç gün sonra kendisi gibi, Türkiye’den gelen ve burslu olan bir arkadaşı, Hüseyin Çelebi’yi ‘Sen Kürd olduğunu söylemişsin diye sorgular. Hüseyin Çelebi, bu sözlerinin Ankara’ya bildirilmesinde, bursunun kesileceğinde endişeye kapılır. (s. 350)
Hüseyin Çelebi, bu konuda şunları da yazmaktadır: ‘Burada Milliyetçiliğin, Türkiye’de ne kadar etkin olduğunu gördüm. Sıradan bir vatandaş bile haddi olmayarak baskı yapabiliyordu’ (s. 350)
Bütün bunlar yüksek lisans, doktora’ sürecinde yaşanmaktadır.
***
Bilim olgusaldır. Fen Bilimleri de Sosyal Bilimler de olgusaldır. ‘Bu kömürdür, bu demirdir’ önermeleriyle ‘Bu Kürd’dür’ önermesi aynı değerdedir.
Bilim aynı zamanda eleştiricidir. ‘Bu Kömürdür, bu demirdir ‘ serbestçe ifade edilirken ‘Bu Kürd’dür’ önermesine getirilen yasaklar, düşün yasakları elbette eleştirilmesi gereken bir süreçtir.
Doktora, kanımca bilimde en yüksek aşamadır. Doçent, profesör gibi unvanlara sahip olmak için de birşeyler yazılması istenir. Ama bunu daha çok kıdemle ilgili bir durum olarak değerlendirmek gerekir. Doktora seviyesinde bile bu düşün yasaklarına karşı bir tutum geliştirilememesi dikkate değer bir durumdur.