Şakir EPOZDEMIR
2001 de Kürdistan Döviz Borsasının Londra Borsası ile İrtibatlı olduğunu öğrendiğimizde Dünyanın ne kadar küçülmüş olduğunu anlamış olduk.
Türkiye Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’in Başbakan Bülent Ecevit’in önüne Anayasayı fırlattığı gün, birkaç arkadaşla beraber Irak Kürdistan’ına gidiyorduk. ( yıl 2001 Şubat sonu ) O gün Franso Herîrî bir suikast ile katledilmişti. Biz 3- 5 arkadaş taziye için Hewlere doğru yol alıyorduk. Anayasa fırlatılmasıyla anında ABD doları o günkü para birimi ile, yanı 6 sıfırı ile 700.000.- Tl den 1.300.000.- Tl ye fırlamış ve küçük esnafın beli tam ortadan kırılmıştı. Radyodan bu kötü haberi, yani doların 700.000 den 1.300.000 e çıktığını öğrenmiş oluyorduk. Dohuk’a varır varmaz paramızı dolara çevirmek istedik, baktık TL değeri dolara karşı Türkiyede ne ise o şekilde hesaplıyorlar. Türk parasının düşüşünden nasıl haberdar olduklarını sorduk. Döviz Borsasındaki ilgililer “ dünya küçülmüş, biz Londra Borsasıyla çalışıyoruz, dünyada olup bitenlerden anında haberimiz oluyor” dediler. Demek ki Kürdistan da dünya ile entegre olmuş ve irtibat kurmuştu. Şu anda, Ocak 2022 de 13,81 kuruş civarında olan dolar aslında 6 sıfırı yüklesek 1 ABD doları 13 milyon 810 bin Tl demektir. Evet, 7 Ocak 2022 de bir USD doları 13 milyon 810 bin TL dir.
Nereden nereye geldiğimizi ben şahsen bu şekilde görüyorum. Şimdi 21 yılda 700.000 den 14.000.000.- TL civarındayız. Sıfırlar düşürülmeseydi fark eden döviz kuru milyonlarla ifade edilecekti. O gün bizi ne kadar etkiliyordu sorusuna gelince, cebimizdeki 1500 ile 2000 Tl kadar etkiledi. Ortalama 200 – 300 dolardan 110 – 160 dolara düşürülmüştük. Ben buna alışıktım. 1975 baharında Tatvan da ortağım ile Erzurum Şeker Fabrikasına beher 10 tonu için 35.000 Tl’den 50 ton şeker siparişimize 175.000 TL yatırdık. Sıramız gelinceye kadar 10 ton şeker 35.000 Tl den 86.000 Tl ye fırlatıldı, bizde ona göre 5 kamyon yerine 2 kamyon şeker almış olduk. Bir tüccar üreteceği bir mal ve malzemeye yatırdığınız paraya karşılık alıcı firmaya bu şekilde davranabilir mi sorusu hala kafamda duruyor.
Anayasa fırlatılmasıyla Türkiye adeta çöktü
Biz bir hafta kadar Hewlerde kaldık. Bizi Hawraman Oteline yerleştirdiler. Orada misafir ettiler. Bizden bir gün sonra Şerefeddin Elçi de birkaç arkadaşıyla geldi. Tekrar Onunla beraber Serok Mesud Barzanî’nin taziyesine gittik. Hewler bana değişik bir dünya gibi geldi. Çarşı pazarı, resmi daireleri, asayiş ve bütün kurumlarında Kürtçe konuşuluyordu. Dolar döviz borsaları meydanlarda biber, patlıcan, domatez satar gibi döviz işlemlerini görüyordu. 100 dolara varaka 10.000 dolara defter deniliyordu. Bir defter 5 varaka demek, 10 bin beş yüz dolar demekti. Hewler Müzesini gezdim, Mala Şeref Xanê Bedlisi’yi ziyaret ederek çok mutlu oldum. Hep beraber Barzan’a gittik. Büyük Barzani’nin mezarını ziyaret ettik. Barzani’yi ziyaret eden herkes onun o mütevazı mezar yapısına saygı duyardı. Kürtler bağımsız yaşıyorlardı. Ekonomik olarak sıkıntıları olsa da Seddam’la veya Arap kesimi ile hiçbir bağları yoktu. Paraları 1991 den beri Kürt Dinarı olarak kabul görmüştü. Saddam dinarları çok değersizdi ama Kürt dinarı dolara karşı kuvvetliydi. 9 – 10 dinar bir dolar sayılıyordu. Acayip bir ucuzluk vardı. Benzin, mazot Türkiye’ye göre bedavaydı. Bir depo benzin bir dolaraydı. Evdeki telefon, elektrik ve içme suyu bedavaydı. Sağlık ve eğitim parasızdı ve maalesef Kürdistan da ambargo altındaydı. Birleşmiş milletler kararıyla uygulanan ambargodan beter ve daha şiddetlisi Bülent Ecevit’in Kürtleri sefil ve perişan bırakma uygulamasıydı. O “devleti âlîye” bir Kürt olarak ne kadar sadık olduğunu Kürtleri aç bırakarak isbat etmeye çalışıyordu.
HEWLER DE TÜRK FIRMALARIYLA KARŞILAŞTIM
Biz Hawraman Otelin salonunda otururken Bitlis Müteahhitlerinden Cemal Bayseferoğlu Çarçıra Otelinden ziyaretimize geldi. ASİAD adında Ankara Sanayi ve İş Adamları Derneği mensupları olarak bir haftadır Kürdistan da olduklarını, Süleymaniye de Mam Celal ile görüştüklerini. Mam Celal bütün yatırım projelerini Türk fırmalarına vereceklerini ve bunun için söz verdiğini anlattı, Hewlerde de ise, Sami Abdurrahman onları kabul ettiğini ve ilerde işlerinin ihaleye çıkacağını, komşumuz olması bakımından Türk firmalarıyla çalışmak istediklerini anlattı Cemal bey.
Cemal Bey Otelden ayrılırken bana “ Gel seni Dernek Başkanıyla tanıştırayım” dedi. Beraber Çarçıra Oteline gittik. Başkan Cengiz Bozbeyoğlu beni gayet sıcak karşılayarak birkaç arkadaşıyla da tanıştırdı ve beni kendi kampanyalarına davet etti. “Aramızda Kürtçe bilen, buradaki yönetimle irtibatı olan kimse yoktur. Eğer bir iş arayışın varsa beraber olalım” dedi. Tabii ona bir şey demedim. Ankara ya döndükten sonra Sayın Seffin Dizaiye konuyu açtım, zaten daha önce değerli dostum Seffin Dizaî bana “ Güneye bir uğra, belki bir iş yaparsın” demişti. Seffin bey ASİAD ile beraber iş arayışı yapmamı önerdi ve “onlarla beraber olmazsan Jitem Habur kapısından içeriye geçmene izin vermez” dedi. Bu yüzden 2001 Nisan 2003 Haziran’a kadar 2 yıl beraberliğimiz oldu.
Firmalar Ankara Ostim ve Sitelerdeki küçük sanayi kesiminden ibaretti. Çok zor durumda olan esnaflardı. Hele doların 700 binden bir milyon 300 bine fırlaması onları daha kötü duruma düşürmüştü.
ASİAD’A KATILIP İKİ MUHENDİSLE BERABER KURDİSTANA OFİS BİNALARINI KIRALAMAYA GİTTİK
ASİADA kaydoldum. Bu arada Mimar Cemal Bayseferoğlu ile görüşerek kendisi ile birlikte ortaklı hareket edeceğimizi kararlaştırdık. O sırada Cemal bey ASİAD Genel sekreteriydi ve sayılan sevilen bir iş adamıydı. Bu arada Batmanlı bir arkadaş Asfalt pilenti kıra ile oraya getirip çalıştırabileceğini belirterek benimle beraber gelmek istedi. Ayrıca Rizeli bir firma da okul araç gereçleri konumuna bakmak için bize katıldı. İngilizceyi mükemmel bilen ÖDTÜ mezunu 2 Mühendis (Levent ve Zafer Beyler), İktisatçı Batmanlı bir iş adamı ve eğitimci Rizeli bir imalatçıyla yola çıktık. Kafile başkanlığını bana verdiler ret ettim. Ben arkadaşlara yardım edeceğim ama Mühendislerden Levent ismindeki arkadaş sorumlu olsun deyince, başkan sebebini sordu, bende “Kürtler Kürtlere pek önem vermezler, Türk olunca arkalarında bir devletlerinin olduğunu hesaba katarak ona göre davranırlar” dedim. Başkanın çok hoşuna gitti. “ Tamam” dedi ve biz 5 kişi Mart ayında Güney Kürdistan’a geçtik. Güney Kürdistan da o zaman 2 yönetim vardı. Erbil ve Süleymaniye yönetimleri veya Barzani ve Talaban’i hükümetleri.
Hewler’e variyoruz
Habûr da KDP hükümeti bizi karşıladı ve Hewlere götürerek Çarçira Oteline yerleştirdi. Bizimle ilgilenen Maliye Bakanlığının Planlama Genel Müdürü Nevzad Recep Botaniydi. Nevzat Bey, Tıpkı Turgut Özal’ın kopyası gibiydi. Çok saygıdeğer ve mütevazı bir insandı. Newzad beye “ Arkadaşlar yarın sabah Süleymaniye’ye geçmek istiyorlar. Süleymaniye’den dönüşümüzde Erbil’de ki işlerimize bakacağız” dedim. “tamam” dedi. Programı kendisi yapacaktı. Bizim görevimiz Süleymaniye ve Erbil de birer Ofis binasını kiralamaktı.
KDP KURDİSTANINDAN YNK KURDİSTANINA İLK GİRİŞİ YAPTIK
Kurdistan tarihi ile ilgili bilgi birikimim olduğu için bu manzarayı doğal görüyordum. Soran Hükümeti ile Baban hükümetinin sınırıydı bu nokta. Yeter ki bu statülerin adları Kürdistan Hükümetleri olsun. Devletlerin sayıları birden fazla oldu mu zevkli oluyor. Koca koca devletler yerine huzur ve istikrarlı minik devletlerden yanayım. Mesela Almanya’dan veya Fransadan fazla Lüksemborgu merak ediyorum. … Sınır kavşağında yağmurdan korunmak için küçük bir yapı vardı. Başka bir şey yoktu. Sağlı sollu kayalıkları Süleymaniyeli ressamlar boyamış ve özellikle güvercin resimleri ile bezenmişlerdi. Bu nokta Köysancağa yakın bir yerdeydi. Mam Celal’ın Gümrüğü da Köysancak’taydı.
Bizi bu Güvercinli Noktada karşılayan YNK’li arkadaşlara “- doğrudan Komutana gitmek istiyor misafirler” dedim. Gerçekten de Kürdistan’a, daha doğrusu özgür Kürdistan toprağına ayak basar basmaz Türkler benim misafirlerim sayılırdı. Bu deyim özellikle Kek Azad’ın hoşuna gitti. “tamam” dedi ve Süleymaniye de ilk önce Özel Kvv. K.liğinin karargâhına gittik. Komutan sivil olarak bizi kapıda karşıladı, bizleri oraya götüren Azad ve arkadaşları da bizimle beraber salona alındı. Komutan tercüman Nehro’ya “- Arkadaşlara öğlen yemeğini hazırladık, kendileri de lütfedip bir lokma ekmeğimizi yeseler memnun oluruz” dedi. Nehro, arkadaşlarına teklifi iletti ve Komutan’a : – Arkadaşlar memnuniyetle yemeğe iştirak edecekler ancak, akşam Komutanında gelen misafirlere hazırladığımız yemeğe iştirak etmesini rica ediyorlar” deyince; Komutan: “- Memnuniyetle. Türkler ve Kürtler kardeştirler. Ne zaman bu iki millet birleşmiş ve bir arada olmuşlarsa hep kazanmışlardır, ne zaman biri birlerden uzaklaşmış hep kayıp etmişlerdir” der demez bizimle gelen o Batmanlı arkadaş “- Ne duruyoruz Komutanım! Zaten Milli Misak sınırları içindeyiz. Hemen birleşelim” deyince Komutan gayet sakin bir şekilde “ –Bunları konuşmanın sırası değil, misafirlerimize karşı ayıp olur, biz bunları baş başa konuşuruz” dedi. Yemekten sonra AŞTİ Oteline yerleştirildik.
Konuşmalar Ankara’ya hemen ulaştı
Otele yerleştikten sonra bitişikteki telefon santral evine gittim. Ankara’dan cemal Bayseferoğlunu aradım. Cemal Bey : “- Şakir Abê sizin o Batmanlı arkadaşınız ne konuşmuş, neden onu Süleymaniye ye götürdünüz, o Erbil için gelmişti. Genel Kurmaydan Cengiz başkana fırça atmışlar, abuk sabuk konuşan böyle adamların ne işi var gurubunuzda demişler” deyince gerçekten hayret ettim. Meğer o salonda konuşulanları Genelkurmay Ankara da dinliyormuş. Cemal beye: “ – Komutan kardeşlikten söz edince adam heyecanlandı ve milli misaktan söz etti. Gece gündüz bu mesele TV’lerde konuşuluyor. Bir gencimiz de böyle bir şey söylemiş olsun. Başkana selam söyle konu çok basit, üzülmesin” dedim.
Akşam çok güzel bir ziyafetle karşılaştık. Batmanlı arkadaş Komutanın karşısında oturmuş durmadan kadehleri tokuşturup deviriyor ve: “-Komutanım, bir Asfalt Pılenti bilmem ne kadar dolardır, büyük bir servettir, garantisi olmayan böyle bir yere getiremem. Ancak siz getirin deseniz getiririm, ben devletime güvenirim” demeye başlayınca, Kek Azad, Tercüman Nehroya Türkçe olarak söylemesi için Batmanlıya şunları söyletti: “- Eğer bir daha Saddam gelirse, biz çoluk çocuklarımızdan önce senin o servetlik makinelerini kurtaracağız üzülme.” Dedi. O gece hiç uyuyamadım. İnsanlar neden bu kadar basit diye. Sabahleyin ona bir fırça çekerek, bak dedim:” –Bir daha bizimle bir toplantıya katılmayacaksın. Bedava getirsen Süleymaniye senin makinelerini çalıştırmaz. Hewler de kendin resmi dairelere git görüş. Bir daha da benimle konuşma” dedim.
Hem Süleymaniye de, hem de Erbil de Ofise uygun binaları bulduk, kiraladık ve Türkiye ye döndük. Mühendis arkadaşlar binaların ölçülerini, mimari durumlarının çekimlerini yapmışlardı. Bunun için ASİAD ona göre mobilyaları tedarik etmeye başladı.
NİSAN 2001 DE 35 KİŞİLİK BİR GURUPLA KURDİSTANA GİTTİK
Herkes uçaktan gidiş geliş parasını ödedi. Uçak Mardin’e götürüyordu, dönüşten Diyarbakır’dan Ankara’ya uçuyorduk. Ayrıca bizleri gezdirecek otobüsün bir aylık kirasını ortaklaşa ödeyecektik. Mobilya kamyonu bizden önce hareket etti. Biz Mardin Hava Alanında inerken bizi Otobüs bekliyordu. Mardin’de bazı arkadaşların yüzünde endişeyi okuyabiliyordum. Herkes Otobüsün arka tarafında oturmayı tercih etti. İbrahim Halil de Gümrüğün Şeref Salonuna alındık. Dohuk Ticaret Odası Başkanı bizi burada karşıladı ve Dohukta Jiyan Otelinde bize Öğlen yemeğini ikram ettikten sonra Hewler’e Kürdistan Hükümetinin özel ve lüks arabalarıyla uğurladık. Hevler’de Çarçira Oteline yerleştirildik. Sabahleyin Başkan kafileyi bana teslim etti, onları Süleymaniye’ye götürüp konaklayacaktım, Başkan ve Yönetim Kurulu da arkamızdan geleceklerdi.
Mam Celal’ın ekibi bizi yolda karşıladılar, Otele yerleştirdiler, ikindi zamanı Başkan ve ASİAD yöneticileri geldiler. Hemen toplantı salonuna geçtik, Başkan Veysel Korucu adındaki yaşlı bir arkadaşına işaret etti, Veysel bey kalktı, arkadaşlar dedi: “- Kendinize çok dikkat etmeniz gerekir. Düşman her zaman tetiktedir. Ali Güneş isminde biri Habur’da ASİAD üyesi olduğunu iddia etmiş ve elindeki bir kağıtta derneğin yöneticilerinin listesini göstermiş, bizim çocuklar( Jitemli askerler) göz açıklar maşallah, hemen o listenin fotokopisini çekmişler bizim Komutan’a ulaştırmışlar. Bakın İşte liste budur” diyerek ortalığa korku saldı. Ben kalktım, Başkana: “- Cengiz Bey ne yapıyorsunuz? Ali Güneş 40 yıldır ticaretle meşgul bir insan. Üstelik ASİAD’a müracaatını yapmış, 500 TL giriş ücretini yatırmış, ayrıca referans olarak da beni ve Cemal Bayseferoğlunu göstermiş. Bu durumda paniklemenizden bir şey anlamıyorum. Yönetim kurulu üyelerinin isimlerini bir kâğıda yazdıysa tanışmak için yazmıştır” dedim. Başkan bana hak verdi, özür diledi ve böylece herkes rahatladı.
Süleymaniye Ofisinin Açılışını Mam Celal yaptı
Süleymaniye Ofisine Mobilyalar yerleştirildikten sonra bir akşam açılışı yaptık. 150 kişilik pide yaptırmam için açılışı yapacağımız ofisimizin yanı başındaki lokantaya sipariş verdim. Siparişi verirken Restoran sahibi bana “ne işiniz var buralarda, Türkiye buraya uzaktır, biz İranlılarla alışveriş yapmak istiyoruz” dedi. Tabii bu söylemin altını çiziyorum. Süleymanlıları tanımak lazım, onlar farklı insanlar. Daha önceki gidişimizde bir gün mihmandarlarımız bizi Süleymaniye pazarında gezdirdiler. Çok düzgün bir pazarı, kapalı çarşısı, sektörlere göre meslek dalları gerçekten modern bir şehir görüntüsünü veriyor. O gün dikkatimi en çok çeken Süleymaniye esnafının YNK ile ve bu teşkilatın temsilcileri ile hiçte barışık değillerdi. Bazen mağazalara giriyorduk, çarşıyı saatlerce dolaştık, sanki daha önce haber verilmiş “misafirlerimizi gezdireceğiz, sakın yüzümüze bakmayın” talimatı verilmişti. Gerçekten tek bir insan ne bizim ne de o YNK’li kodamanların yüzüne bakmadı.
Açılışa Mam Celal geldi. Hem Erbil ve hem de Süleymaniye Özel Kvv. Komutanları da ordaydılar. Ofisin önündeki geniş Balkonda oturuyorlar, bu sırada Süleymaniye Hükümeti Bayındırlık Bakanı Sadi Dizayi –Muhsin Dizayi’nin kardeşi – geldi, Cengiz beyle görüşmek istediğini söyleyince Balkona çıktım baktım Cengiz Bey Mam Celal’a “- bu ofisi boşuna açtım. Sizlerle kesinlikle çalışmayacağım. Hevler bana yalvarıyor. Hevlerle çalışırım şeklinde konuşuyor; ben Sad Dizai den söz etmeden geri döndüm Bayındırlık Bakanı SAD Dizai ye “Cengiz bey müsait değil” yarın görüşürsünüz” dedim. Cengiz Cengizhana dönüşmüştü. Zaten Süleymaniyeliler ona Cengizxan diyorlardı. Kendi kafasına göre olayı kızıştırarak Mam Celalı tuşa getirmeye çalışıyordu ama nafile.
Merasim dağıldı, Otelimize geldik. Bu arada Erbil Özel H.Komutanı geldi, Cengiz Beye “size bir yol işini hemen verecekler, teknik elamanını al ve Mam Celal’ın konağına git” dedi. Gittiler, bir yol işini ayarladılar, o yol Köysancağın çıkışıydı, ama Süleymaniye yönetimi burunlarından getirdi. Cengizhan’la Süleymaniye’ye birkaç seyahatimiz daha olacak, şimdilik Erbil’e dönelim.
MAM CELAL Mİ? MİM CELAL MÎ?
Başkan Cengiz Bozbeyoğlu sık sık Mam Celal’dan söz ediyordu, ancak “Mam Celal diyeceğine “Mim Celal” diyordu. Reşat isminde Ankaralı bir esnaf o’na: “Başkanım “mim Celal” demekten vazgeç, Onun ismi Mam Celal’dir” dedi. Başkan da sordu: “Peki Mim celal ile mam Celal arasındaki fark nedir” dedi. Reşad Beyin babası Midyad’ın Estil’iinde memurmuş, demek biraz Kürtçeden anlıyormuş, “Başkanim” dedi. Mam Amca demektir ama Mîm teyze demektir. Sen kozkoca bir hukumet Başkanına teyze diyemesin” dediğinde Başkan bir daha Mam Celala Mîm Celal demedi.
Erbil duyarlı bir payitahttır.
Erbil’e varınca ertesi gün buranın Ticaret Odası Başkanlığı Çarçira Otelinin toplantı Salonunda büyük bir toplantı tertipledi. Her meslekten Erbil Tüccarları ve yatırımcı bakanlıklardan temsilciler gelmişlerdi. Gelenler bizimkilerin karşısında oturdular. Cengiz Beyin niyeti Erbil Tüccar ve hükümet temsilcilerini Arapça konuşturmaktı. Yanlarında Arapça bilen Antakyalı bir arkadaş getirmişlerdi, ancak Hewlerliler şiddetle itirazda bulundular. “Biz Kürtçe konuşacağız” dediler. O zaman Başkan bana döndü ve Şakir Abey ne dersin tercüme yapabilecek misin” dedi. Tabî yaparım dedim. Kürdistan gurubu içinde benim tanıdığım birkaç devlet mensubu arkadaş vardı, Daha önce mühendislerle geldiğimizde onlarla tanışmıştım. Onlara Kürtçemden anlayıp anlamadıklarını sordum ve kendileri de konuşurken biraz şiveyi yumuşatmalarını rica ettim, hep bir ağızdan okeylediler. Erbil’den 20 ye yakın kişi ve kurum kendilerini ifade ettiler, mesleklerini ve ne yapabileceklerini anlattılar. Devlet temsilcileri de vezaretlerine bağlı yatırım projelerini açıkladılar. Bunların hepsini Türkçe olarak bizimkilere anlattıktan sonra bu sefer bizimkiler meslekleri hakkında verdikleri bilgileri öteki tarafa aktardım. Anlayıp anlamadıklarını bilmiyorum ama benden çok memnun görünüyorlardı. Bir yerde bana soranca söylenenleri Cengiz beye ve Türk tarafına Kürtçe anlatmaya başlayınca herkes gülmeye başladı, özür dileyerek tekrar Türkçeye döndüm. Bazen yazarken de elimde olmayarak Kürtçeye kayıyorum.
Burada ve daha sonra bütün toplantı ve diyaloglarda Türk tarafı bir defa “Kuzey İrak” dedi mi, Kürtler inatla her cümlede Kürdistan’ı telaffuz ediyorlardı. Güney Kürtlerde iki şey var ki kesinkes taviz verilmiyor. Biri dillerinden diğeri de Kürdistan isminden taviz vermiyorlar. Dikkat ederseniz, en üst düzeyden siyaset kurumları da konuşunca sık sık Kürdistan ismini vurguluyorlar. Bu yüzdendir ki bütün dünyayı kısa bir zamanda alıştırdılar. Dünya alıştı, sadece Türkler ve Araplar alışmak istemiyorlar. Gerçi bizim Başkan az kalsın Kürdistan’ı telaffuz edecekti, çabucak uyarıldı.
Hewler de iş görüşmeleri programı başladı
Bize mihmandarlık yapan maliye Bakanlığı Planlama Genel Müdürü ve (1 Şubat 2004 intihar eylemi şehidi) Nevzat Recep Botani; Türk tarafının aldıkları notlara göre hangi bakanlıklarla görüşecekleri tespit edilerek randevular alınmaya başlandı. Ben İş adamlarıyla Sağlık bakanlığı, Ziraat bakanlığı, Bayındırlık Bakanlığı, İskân Bakanlığı ve Selaheddin Üniversitesi Rektörlüğü görüşmelerine katıldım. Bizzat Bakanlarla görüşüyorduk. Mesela Ziraat Bakanı Sad Abdullah, bütün Daire Başkanlarını, genel Müdürlerini ve bakan yardımcısı Felah Mustafa ile beraber bir yuvarlak masada bizi kabul etti. Sayın Bakana “- Aramızda İngilizce bilen arkadaşlarımız var, siz İngilizce konuşun o arkadaşlar Türkçeye tercüme etsinler” dedim. (1 Şubat 2004 intihar eylemi şehidi) SAD Abdullah, itiraz etti ve “ Ben Kürtçe konuşacağım sizde tercüme edeceksiniz” dedi. Çok ilginçtir onun konuşmalarını tercüme edip aktarırken yanında oturan Sayın Fellah Mustafa’ya “- Söylediklerimi benden daha iyi aktarıyor” dedi. Demek Türkçe biliyordu merhum Bakan. Gerek Bakanlar ve gerekse genel Müdürler ,her cümlelerinde Kürdistan ismini dile getiriyorlardı. Türk tarafı bir defa “Kuzey İrak” dediler mi onlar 20 defa Kürdistan’ı tekrarlıyorlardı. Selaheddin Üniversitesi Rektörü Rahmetli Sadi Berzenci’ye gittik. Tam bir saat Üniversite ile ilgili çağdaş düzenlemeyi anlattıktan sonra bizi İnşaat Daire Başkanlığına havale etti. Dışarı çıktığımızda arkadaşlar bana “- Şakir Bey! Boş ver, bunlar bize iş miş vermek istemiyorlar. Sadece kendi propagandalarını yapıyorlar. Gidelim” dediler.
Hewler Ofisimizin açılışını O günkü Parlamento Başkanı Dr. Roj Nuri Şewêş yaptı
Erbil’deki Ofisimiz Eynkavadaydı. Eynkavayı bilirsiniz. Asûri, Kildani, Ermeni ve diğer Mesihilerin kaldığı bir mahalledir. Nahiye Müdürü, Belediye Başkanlığı kendileri seçiyor, Müslümanların buraya girmemesine dikkat ediliyor, dilleri okullarında okutuluyor, 2 tane kiliseleri ibadete açık ve her zaman hükümet kabinesinde temsilcileri vardır. Ofisi kurduğumuz bu dönemde Maliye Bakanı ve Ticaret bakanı Mesihi’lerden di. ( bu bölgede Hıristiyanlara Mesihi diyorlar)
Ofisimizi, Bahçeli, 2 katlı gayet güzel bir binaya kurmuştuk. Girişteki büyük salonun şömine kısmında Kürdistan ve Türkiye Bayrakları ile Mustafa Kemal ile Mustafa Barzani’nın büyükçe portreleri duruyordu ve bu manzara çok tuhafıma gidiyordu. Açılış yemekliydi. Nutuklar atıldı. Kürtçe Türkçe şarkılar söylendi ve Hewler de Kürtlerle Türkler o gece beraber eğlendiler. Barışık idiler. Bu manzara benim çok hoşuma gidiyordu.
Dr. Roj Nuri Şewêş’i parlamento da ziyaret ettik
Parlamento ziyaretine Cengiz Bey benim de katılmamı istedi. 4 kişi gittik. İki Mühendis, Başkan Cengiz Bozbeyoğlu ve ben. Parlamento Başkanı Kürdistan yatırımlarıyla ilgili hükümetin ve Hükümet Başkanı Sayın Neçirvan Barzani’nin çalışmaları ve projeleri hakkında uzun uzadıya bilgi verdi. Bize çay, kahve, meyve ve tatlı ikram edildi. Daha sonra Parlamentoyu gezdirip askeri merasimle yolcu edildik.
Ofisin Açılışından sonra Seyahatimiz sona erdi.
Dönüşümüzde bize Diyarbakır Dağ kapı da bir otel de yer ayırılmıştı. Kafilede bay ve bayan bir mobilya firması sahipleri oteli beğenmediler DEDEMAN Oteline gitmek istediler. Onlar İstanbul Uçağına binecekleri için herkesle vedalaşmaya başladılar; Yasemin ismindeki bayan benimle kucaklaştı ve bana “- Şakir Amca, ben hayatımda insanlığı Kürdistan da gördüm. İzin ver Kürtler gibi seni 3 kere öpeyim” dedi. Buna da vefa diyelim. Zira 35 kişidik ve tam 1 ay orada kaldık ve bir ay boyunca krallar gibi ağırlandık.
Seyahat Sonrasında Kara Kuvvetleri K. Sayın Aytaç Yalman Paşa Bizim Başkanla kendi makamında bir görüşme yaptı ve Dernek Başkanımızı bu seyahatten ötürü kutladı
Dönüşümüzden bir hafta sonra derneğin Kuleli sokaktaki ofisinde toplandığımızda Cengiz Başkan “- İki gün önce Kara kuvvetleri Komutanı Sayın Aytaç Yalman’ın Sekreteri tarafından Komutanın sizi arayacağını ve bir tarafa ayrılmamamı söyleyince heyecanla akşam saat 18.00 e kadar telefonun başından ayrılmadım. Saat tam 18 de Sekreter: “- Aytaç Yalman komutanım sizi karargâhta bekliyor, büyürüm gelin” dedi
Gittiğimde Komutan bana karşı çok nazik davranarak beni tebrik etti. “ İyi ettiniz, gittiniz ofislerinizi kurdunuz, cesaretlerinizi taktir ediyorum, sizleri yürekten kutluyorum, oraları boş bırakırsak başkaları girecek, boş bırakmayalım” dedi. Ben de “ Komutanım bir soru sormak istiyorum, müsaade eder misiniz diyerek şu soruyu sordum: “- Biz gittik, orada inşaata başladık, on milyonlarca dolar alacaklı olduk, Saddam geldi, Kürtler kaçtı, biz paramızı kimden alacağız” dedim. Komutan aynen şunları söyledi: “- Başkan, beni iyi dinle. Bir daha Saddam gelmeyecek ve bir daha Kürtler kaçmayacaklar. Bu garanti. Talabani bölgesinde 10 milyon dolara kadar iş yapın, sizin paralarınızı tahsil edebiliriz; Barzani Bölgesine gelince; burada kredi sınırsızdır. İstediğiniz kadar yatırım yapın. Paranız kaybolmaz” dedi.
(Devamı var)
NOT: Gerek Süleymanîye Hükümeti gerekse Erbil Hükümetinin yüzlerce inşaat projeleri vardı, ancak ambargo altında olduklarından yatırım yapacak paraları yoktu. Paraları olmayan Süleymaniye bu projeler hemen yapılacaklarmış gibi davranıyorlardı ancak Erbil temkinliydi. “Projelerimiz var ama paramız yok” diyorlardı. Paraları olmamasına karşın neden projeler devredeydi diyecek olursanız, tem 6 milyar dolarları Birleşmiş Milletlerin kasasındaydı. Bu 6 Milyar doların varlığı, 6 ayda bir BM İrak devletinden 10 milyar dolar petrol satın alırdı, bu 10 milyar doların % 13 kısmı Kürtlerindi ve % 8 hewler ile Duhok’ın % 5’i de Süleymaniye’nin parasıydı. BM bu para ile ufak tefek içme suları, arazinin mayından temizleme işi, Hasta hanelere ilaç, okullara araç gereç ve bütün ailelere erzak dağıtırdı. Kürtlere yaptığı masraf kadar da kendileri Erbil Aynkava da üstlenmiş ve ayda 10 – 15 bin dolarlarla bir orduyu besliyorlardı. Nihayet 2003 te Seddam gittikten sonra BM nezdinde kalan bu parayı almak için Kürt hükümetleri ABDyi devreye soktular. BM’ler galıba 6 milyarın yarısı kadar kısmını Kürtlere verdiler, diğerini de kendilerinde kaldı.