(Kurdî-Tirkî)
İbrahim GÜÇLÜ
Biliniyor ki uzun zamandır Kürdistan24 gazetesinde her Pazar günü yazılar yazıyorum. Geçen Pazar (10 Mayıs) günü yayınlanacak yazımı gönderdim. Yazım, “Dersim Katliamı ve Resmi Tarih Savunuculuğu” başlığını taşıyordu.
Yazım ilgili arkadaşlara iletildiği zaman bana bir kısa not gönderildi. Notta aynen şöyle söyleniyor: “Selamlar kek İbrahim. Yazılarla ilgili birkaç not aktarmam gerekiyor. Yazılarında kullandığın bazı ifadeler sorun teşkil edebilir. Sömürgeci Türk devleti vb ifadeler. Son yazıyı da revize edip gönderirsen sevinirim. İyi günler.”
Ben bu notu okuduğum zaman, gördüm ki, son yazımla ilgili de değil bütün yazılarımı içeren bir değerlendirme var. Yazımla/yazılarımla ilgili tek kavram değişikliğini istemekle, tüm literatürümün, kavramlarımın, yazımın içeriğini değiştirmemi istendiği sonucunu çıkardım.
Değişiklik istenen kavram şu: “Sömürgeci Türk Devleti”
Buna karşılık cevap yazdım.
“Ez çend sal in ku di Kurdistan24an de dinivîsînim. Lîteratura min nebûye pirsgirêk. Lê di vê mijarê de heger dezgehek fermî ya dewletê bal kişandiye, ez bizanim dê baş bibe. Di ancam de ez ji aliyê hiqûqî de ji nivîsa xwe berpirsim. Wek hiqûqzana jî ez van mijaran piçek dizanim. Ji derveyî vê jî min jî piştî salên 1974an dem-dem weşengerîya yasayî meşand. Ez hîç demekê di nivîsê xwe de zimanê ezop bi kar nînim. Ez rastiyan wek lîteratura ilmî bi nav dikim. Min heta nûha di bernameyê telewîzyonan û bernameyên xwe yên telewîzyonan de, di hevpeyvînê xwe yên rojnameyan de heman lîterature bi kar anîye. Dema ez lîtaratura xwe bi kar nînim, nivîsên min bê nasname dibin, ew ji bona min, ji bona têkoşîna min a neteweyî, ji bona Doza Neteweya kurd neheqiyek dibe.”
Aynı cevap da sen mi bunu istiyorsun? Diye sordum. Onun cevabı haklı olarak: “Kek İbrahim Önceki mailimi okuduysan açıkça belirttim kurumsal bir durum olduğunu. Kurumsal işlerde şahsiliğe yer yoktur zaten. Bunu biliyor olman gerekir. Kendi başıma karar verme gibi bir yetkim de yok. Selamlar.
Bunun üzerine sorumlu ilgili arkadaşa üç mektup yazdım. Mektubun birinde sorununun açıklanmasını, konuya ilişkin görüşlerimi ifade ettim. İkinci kısa mektubumda da yapılmak istenen değişikliğin ne olduğunu anlamak açısından, değişikliği siz yapın, göreyim dedim.
Üçüncü mektupta yazdım ve dedim ki: “Birayê Hêja, Roj baş. Silav ji we re. Ez hêvîdar im ku cenabê te û hemû xebatkarên Kurdistan24an hûn baş in. Ez jî baş im. Qasî ji me tê em jî xwe ji vîrusa koronayê diparêzin. Min duho ji cenabê te re nivîsand. Lê belê cenabê te bersîv neda. Nivîsa min jî nehatiye weşandin. Ez ji cenabê te dixwazim ku cenabê we rewşê zelal bike û min agahdar bike. Ez jî gorî wê plana xwe çê bikim. Bimîne di nav saxî û silametî de.”
İlgili sorumlu arkadaş her üç mektubuma da cevap vermedi. O zaman perşembe gününe kadar cevap bekleyeceğim. Cevap gelmediği zaman, ilgili sorumlu arkadaşa kararımı bildirmeyi benimsedim.
Kararımı açıklayan aşağıdaki yazıyı yazdım.
“Silavên xwe yên germ û dostane pêşkêşî cenabê te dikim.
Min, du name ji cenabê te re şand. We bersîv neda. Divê ku baş bizanî ku ez ji vê helwestê êşiyam. Lê dîsa jî ez ji bona xwe vê yekê nakim pirsgirêk. Ev nabe sedem ku dostanî û hevaltiya me nexweş bibe.
Piştî we bersîv neda nameyên min, min got ku ezê heta roja perşemê li hêviya cenabê te bisekinim, pişt re biryara xwe ji wî re pêşkêş dikim.
Îro jî pêrşem e. We jî heta nûha bersîv neda min. Ez biryara xwe pêşkêşî we dikim.
Min fahm kir ku nivîsên min heta nûha nebe jî, ji nûha şûnve dê li Tirkiyeyê zirar bide xebata çapemeniya (telewîzyon, rojname û w.d.) Kurdistan24an. Ez tu wext ji vê yekê re razî nabim. Ez Kurdistan24an bi her awayî çapemeniya xwe dizanim. Wek çavên xwe diparêzim. Ez dizanim ku Kurdistan 24 di xizmeta têkoşîna neteweyî ya neteweya me de ye, di xizmeta çand, edebiyad, çapemenî, nûçevaniya welatê me de ye.
Ez tu wext razî nabim ku Kurdistan24 zirar bibîne.
Ez Kurdistan24an bi her awayî çapemeniya xwe dizanim. Ez dizanim ku Kurdistan 24 di xizmeta têkoşîna neteweya me de ye; di xizmeta çand, edebiyad, nûçevaniya welatê me de ye.
Ji aliyê din ve ji bona min “kavram (bi tirkî)”, hevok, peyvên nivîsên min naveroka nivîsên min in. Ez baş dizanim ku lîteratur felsefe ye, naverok e, nasnameyek cûda ye. Nivîskar û têkoşerên welatekî bi lîteratur û bi awayê xebata xwe ya cûda tê nas kirin.
Ev lîteraturaa min di nav kurdan û tirkan de bi navûdeng e. Ez di hevpevînên xwe yên di rojnameyan û kovarên tirkan de, di bernameyên telewîzyonan de vê lîterature bi kar tînim. Lîteratıura min gelek caran bûye sedem ku ez bi salan siza bigrim.
Loma jî ez jî tu wext nikarim dest ji lîteratura xwe berdim. Ez dema dest lîteratura xwe berdim, ez wê demê dest nasnameya xwe ya entellektuelî, nivîskarî, têkoşına milî ber didim.
Bawer dikim ku cenabê te jî bi vê yekê razî nabe.
Ev du sedemên girîng dema ku min şirove kir, ji bona ku zirar nedim Kurdistan24an û zirar nedim nasnameya xwe, min biryar da ku ez di Kurdistan24an nenivîsînim.
Min heta nûha di Kurdistan24an de 132 nivîs bi tirkî, 70 nivîs bi kurdî nivîsandine. Dema ez hesap dikim nêzikî çar salan e ku ez di Kurdistan24an de dinivîsînim.
Hîç şik tune ye ku ji Kurdistan24an veqetandin, min xemgîn dike. Lê di jiyanê de me wek kurd û wek keseyatî de pir êş û zehmetî hene.
Ev biryara min tu dem zirarê nade pêwendiyên min cenabê te û Kurdistan24an.
Ez xwe wek xebatkarekî amator yê Kurdistan24 dibînim û ezê wusa jî tev bigerim. Eleqeya min Kurdistan24an dê hîn xurt bidomîne.
Ez ji bona cenabê te, malbata we, xebatkarên Kurdistan24an serkeftin û bextewarî dixwazim.
Ezê roja şemiyê ji xwendevan û raya giştî re daxuyaniyekê binivîsînim. Lewra jî tê pirsîn ku nivîsa min çima Kurdistan24an de nehatîye weşandin. Gelek kesan jî wusa zanîne ku ez nexweş im. Ji min re gelek telêfon hatin.
Bimîne di nav xêr û xweşîyê de.”
Sonuç olarak söyleyeceğim şu ki, Kürdistan24 Gazetesinde yazdığım 132 Türkçe ve 70 Kürtçe yazımdan sonra siz okuyucularıma veda ediyorum. Sizlere Başarılar diliyorum. Beni başka gazetelerde ve platformlarda izleyeceğiniz için çok fazla bir eksiklik his etmeyeceksiniz.
Şimdiden duyuruyorum, ileride Kürdistan24’teki yazılarımı kitap haline de getireceğim. Derli-toplu yeniden okuma fırsatı bulursunuz.
Kürtçe yazdığım mektupların orijinalliğini bozmamak için sizinle Kürtçe paylaştım.
Saygı ve sevgiler.
******
Kürdistan24’te yayınlanmayan yazımı önemli bir konuyu içerdiği için sizinle paylaşıyorum.
Dersim Katliamı ve Resmi Tarih Savunuculuğu
Kürt milleti olarak acıları bitmeyen ve dinmeyen bir milletiz. Yılın hangi gününe ve ayına baksak, Kürdistan’da akan kanlarla karşılaşırız. Bütün bu acılara direnmek, sindirmek, “acıyı bal etmek” milli görevimizdir. Acılarımızı, yeni bir hayat inşa etmek, özgür bir millet olmak ve bağımsız devlet kurmak için konuşmak ve yazmak zorundayız.
Kürdistan tarihi, bir katliamlar tarihidir. Kürt varlığı, kültürü, dili, diğer milli değerleriyle ilgili soykırım değirmeni her saniye ve dakika dönmeye devam ediyor. Böylece millet olarak öğütülerek yok edilmek isteniyoruz.
Bu katliam yaşamımız, sistemli bir soykırımla yok edilmemiz Sömürgeci Atatürk Devleti- Diktatörlüğü tarafından çok ciddi stratejik kararlarla benimsenmiştir.
Kürt milleti olarak başımıza gelenler, devletin kuruluş felsefesiyle ilgilidir. Atatürk ve arkadaşlarının başını çektiği, sivil ve asker bürokrasi dışındaki, Kürt milletinin, Türklerin onlardan yana olmayanlarının, diğer etnik toplulukların teslim alınması, sindirilmesi, Türkleştirilmesi; bunların olmaması halinde fiziki olarak ortadan kaldırılmaları devlet felsefesinin bir sonucudur.
Dersim Katliamı’nda sorumluluğunun olmadığı söylenen İsmet İnönü, Devletin katliamlarını olağan hale getiren, devlet felsefesinin özeti olan bir belge açıklıyor. Bu belge, stratejik siyaset belgesi niteliğindedir. Bu belgenin adı “Şark (Kürt ve Kürdistan’da yaşayan diğer etnik topluluklar anlaşılmalı) Islahat (Türkleştirme için katliamı da içeren her uygulamanın yapılacağı anlaşılmalı) Plânıdır”.
Planın özünü dönemin Başbakanı İsmet İnönü şöyle kavramlaştırıyor: “Vazifemiz, Türk vatanı içinde bulunanları mutlaka Türk yapmaktır. Türklüğe ve Türkçülüğe muhalefet edecek unsurları kesip atacağız. Vatana hizmet edeceklerde arayacağımız nitelikler her şeyden evvel o adamın Türk ve Türkçü olmasıdır.”
Bu stratejik devlet belgesi, 1925 tarihini taşımaktadır ve Dersim Katliamının yapılmasından 12 yıl önce hazırlanmıştır.
DERSİM KATLİAMI…
Devlet felsefesinin ürünü olan bu stratejinin sonucu, Kürtleri ve Kürdistan’daki tüm ulusal azınlıkları Türk ve Türkçü yapma kapsamında Atatürk Devleti-Diktatörlüğünün Bakanlar Kurulunun kararıyla 4 Mayıs 1937 yılında Dersim’de katliamı başlatıldı.
Bu katliam sonucunda: On binlerce insan katledildi. On binlercesi Kürdistan’ın çok önemli bir merkezi olan Dersim’den sürüldüler. Kürt ve Ermeni kız çocukları Türk ve Müslüman yapılmak koşuluyla ülkesinden koparılarak kimsesizliğe mahkûm edildi. Bu kız çocuklarının iradesine rağmen evliliklere zorlandı.
Kürdistan’da Dersim’den önce yapılan katliamlar da, bu zihniyet ve devlet kararının bir ürünüdür.
Dersim’de katliamın yapıldığını ve bunun Atatürk’ün tartışılmaz kararı olduğu adına yapılan açıklamada açıkça görülüyor.
Atatürk 1938 yılında hasta olduğu ve yatakta olduğu için, Dersim Katliamına ilişkin, Atatürk adına Başbakan Celal Bayar Mecliste açıklama yapıyor. Meclis tutanağındaki açıklamanın tümü aşağıdadır.
“Not: Bu konuşma ATATÜRK’ÜN rahatsızlığı dolayısıyla başbakan CELAL BAYAR tarafından okunmuştur.
Anayasamızın 36ncı maddesi hükümlerine uyarak Cumhurbaşkanımız Atatürk’ten aldığım emir üzerine bu yıla ait nutuklarını okuyorum.(alkışlar)
Sayın milletvekilleri,
Hepinizi sevgi ve saygı ile selamlarım…
Geçen yıl aziz kamutay arkadaşlarıma ulus ve ülke için ne gibi verimli işler başarmak istediğimizi açıklamıştım. Bu gün de bunlardan hangilerinin bu yıl içinde yapıldığını bildirmek isterim.
Sayın arkadaşlarım,
Her şeyden önce size kıvançla arz edeyim ki ulus ve ülke geçen yılı tam bir huzur ve sükün içinde yükselme ve kalkınma çalışmaları ile geçirmiştir.
Uzun yıllardan beri süregelen ve zaman zaman gergin bir şekil alan Tunceli’ndeki toplu haydutluk olayları belli bir program içindeki çalışmalar sonucu kısa bir sürede ortadan kaldırılmış, bölgede bu gibi olaylar bir daha tekrarlanmamak üzere tarihe aktarılmıştır.(bravo sesleri) (1 Kasım 1938, millet meclisi tutanak dergisi d. v, c. 27, sa. 3)”
Atatürk Devleti-Diktatörlüğü Dersim’deki katliamını meşru göstermek için birçok yalana. Devlet, Dersim Katliamının, “feodalizmin tasfiyesi,” “İngilizlerin kışkırttığı Kürtlerin isyanı,” “ ilkel, rafizi, Kızılbaşların devlete karşı isyanını bastırmak için yapılan harekâttır. Veya gayri medeni yaşayan bir toplumu “medeniyet”e kavuşturma amaçları için yapılmıştır, diyor.
Dersim’de bir Kürt milli ayaklanmasının olmadığını Türk Devleti Başbakanı R.T. Erdoğan bile birkaç yıl önce açıkladı ve itiraf etti. Televizyonlarda da ben de dahil bir çok yazar ve siyasetçi bu konuyu konuştuk. Uzlaşılan ortak görüş, Dersim’de bir Kürt ayaklanması olmadığı halde katliamın yapıldığıydı. Türkiye’de vicdanlı, sağ duyulu insanlar da sorunu böyle anladılar ve ikna oldular.
Şu çok açık ki, Dersim medeni bir toplumdu. Kürtlerin köklü aristokrat kültürünün yaşadığı bölgelerden biriydi. Bundan dolayı, barbar diktatörlerin oraya medeniyet götürme nitelikleri ve Dersim kültüründen üstün kültürleri yoktur. Çapul kültüne sahiptirler.
Feodal ağaların olması için büyük toprakların olması gerekir. Dersim’de Kürdistan’ın diğer ova şehirlerindeki gibi geniş bir arazi yoktur. Toplumsal ve dini aristokrasi vardır; içinde oldukça demokrat olan bir aşiret yapısı vardır.
Dersim Kürtlerinin önemli bir bölümünün Alevi olduğu da bir gerçek. Atatürk Devleti-Diktatörlüğü aslında tüm İslamcılara karşıdır. Kendisi için bir devlet dini yaratmıştır.. Buna rağmen, halkın desteğini almak için Aleviliği İslam dışı bir din olarak gösteriyor.
Oysa Dersim katliamının asıl iki sebebi vardır.
Birinci sebep: Devletin faşist ve ırkçı felsefesinin gereği olarak, Kürt olan ve Kürdistan olan Dersim’i Türkleştirmektir.
İkinci önemli sebep: Dersim’in Osmanlı Döneminden bu yana sahip olduğu özerk-otonom farklı yaşam tarzına son vermek. Atatürk Devletinin-Diktatörlüğünün tekçi, ırkçı, demokratik olmayan sömürgeci egemenlik alanını genişletmektir.
RESMİ TARİH TEZLERİNİN SAVUNUCULUĞU KÜRDİSTANLILARA EN BÜYÜK DÜŞMANLIKTIR…
Sömürgeci Kemalist Devlet, sömürgeci, ırkçı ve bilimle alakası olmayan resmi tarih tezleriyle Kürdistan’daki katliamları gerekçelendiriyor.
Devletin yalana dayalı oluşturduğu resmi ideolojisinin, resmi tarih anlayışı ve tezlerinin gizlenmesi Atatürk ve CHP Diktatörlüğü Döneminde olanaklı oldu.. Ama bu gerçekler 1950’den sonra konuşulmaya başlandı. 1965’lerden sonra bu insanlık ve bilim dışı devlet tezleri daha da gün yüzüne çıkarıldılar.
Bu tezler ve resmi ideoloji, 1970’de Askeri cezaevinden başlamak üzere 1974’den sonra dergiler ve kitaplarla Kürtler tarafından açığa çıkarılmakla kalınmadı, teşhir edildiler, yapılanlara karşı mücadele geliştirildi.
Kısacası, Kemalist Devletin resmi ideolojisi ve Türk Devlet tarih tezlerinin çoğu Kürtler açısından çoktan çöpe atılmış durumdalar.
Sömürgeci Türk Devletinin yaşamasını isteyenler, Kürtlerin yok edilmesinden yana olanlar, Kürtlerin özgürlüğüne, Kürdistan’ın bağımsızlığına karşı olan ve duranlar bu sömürgeci ve ırkçı tezleri savunmaya devam ediyorlar.
Açık ki, devletin resmi ideolojisinin ürünü olan Türk Tarih Tezlerini savunmak Kürtlere ve Kürdistan’a düşmanlıktır.
Atatürk Meclisi’nin 100. Kuruluş yıl dönümünde HDP Eş Başkanı Mithat Sancar’ın konuşması bu kapsamdadır.
Kürtlerin bir iş yaparken, bin kere daha düşünmesi gerekiyor.
Diyarbekîr, 10 Mayıs 2020