KÜRDİSTAN KAMUOYUNA!

Başta bütün kürd ilerinde bulunan Barolara, insan haklarıyla ilgilenen kurum ve kuruluşlara, sendika ve sivil kurumlara;  Aydın, yazar, çizer entelektüel kişi ve kurumlara, siyasi grup, parti ve politik çevrelere ve Kürdistan Kamuoyuna açık bir çağrımdır.

Sevgili Kürdistanlılar, yaşadığımız bu günler ölümlerin, katliamların, soykırım provalarının yapıldığı ve barbarlık kültürüyle doruğa ulaşan bir “Vandalizm”in kol gezdiği karanlık bu atmosferde; sömürgeci sistem, bir kez daha kürd halkını sistematik bir organizasyonla, teslim almayı ve kendisine  biat etmeyi,  linç kültürüyle dayatmaktadır. 

Kürd halkı bugün olanca yaşamsal direnç duyargalarıyla bu sömürgeci barbarlara karşı koymaya, direnmeye ve boyun eğmemeye çalışıyor.

Ancak sömürgeci sistem bilinçli bir şekilde Kürd halkını kör bir şiddet sarmalının girdabında boğmak istemektedir.

Bu vahşet ve yeni katliamlara dur demenin farklı yol ve yöntemleri mevcuttur.  Genel insanlık değer yargılarına ve ortak insani vicdana sahip herkesin bu barbarlara karşı mücadele etme yükümlülüğü acil ve yaşamsal bir elzemdir. 

Gün, kuru ajitatif propaganda ve zıtlaşma günü değildir.

Gün, oturup yas tutma günü değildir. 

Gün, birilerinin yanlışı üzerinde eleştiri ve siyaset yapma günü değildir. 

Gün, sömürgeci faşist sisteme karşı Kürd halkının genel çıkarlarını sahiplenme ve karşı çıkma günüdür!!! 

Yakılan, yıkılan, linç edilen kürd halkının dayanışma ve birlikte ulusal tavır geliştirme günüdür! 

Buzdolaplarında bekletilen cenazelerimize, beyaz bayraklarla taşınan cenazelere, günlerdir evlerin içinde ölülerin başında ağıt yakan ve su şişeleriyle cenazelerinin kokmasını önlemeye çalışan, çaba sarf eden insanlarımıza sahip çıkma günüdür! 

Unutmayınız ki, bu yangın yerinde biz bizeyiz, ya hep birlikte bu vahşete dur deriz, ya da ülkemizi kasıp kavuran bu yangın yerinde tarihe  birer dip not düşeriz…

Toplumsal akıl tutulmasının dip yaptığı bugünlerde adalet, hukuk ve toplumsal vicdandan söz etmek içi boş bir masala benzer. 

Ancak uzun menzili toplumsal bir mücadele geleneğinden söz edeceksek, bu barbarlara karşı, insanlık ailesinin kabul gördüğü bütün mücadele araçlarını, yol ve yöntemlerini kullanmak gerekir. 

Elbette uluslar arası hukukun esamesinin okunmadığı, kendi hukuk sistemlerini bile ayaklar altına alıp çiğnendiği, adaletin yok sayıldığı bir ülkede, hukuktan söz etmek abes kaçar.

Ancak her şeye rağmen insanlık düşmanlarıyla mücadele etmenin,  insan olmanın bir gereği olduğunu  biliyoruz.

Sorumlu ve duyarlılık sahibi bütün hukukçu dostların bir seferberlik ruhuyla tez elden, Kürd halkına karşı yürütülen operasyonlarda sorumlu olan mülki amirler, idareciler, güvenlik görevlileri ve TC devletinin ilgili sorumluları hakkında dava açmaları için bir organizasyona gitmeleri gerekir. 

Baroların yanı sıra devrimci, demokrat, yurtsever ve liberal bütün avukatların bu toplumsal suçların failleri hakkında  suç duyurusunda bulunmaları gerekir.

Aynı günde ve aynı saatlerde Türkiye’nin bütün illerinde düğmeye basarcasına, Kürd halkının evlerine ve işyerlerine yönelik saldırılarının merkezi bir organizasyon olduğu gerçeğinden hareketle hukuk eksenli bir tavır geliştirilmelidir.

Bütün iç hukuk yollarının tüketildiğini ve başvuru koşullarının olmadığını uluslar arası hukuk zeminine taşımak için ellerini çabuk tutmaları gerekiyor.  

Eğer Türk devleti bu olaylarla bir ilgisinin olmadığını iddia ediyorsa bu durumda türk devletinin devlet olma sorumluluğunu uluslar arası hukuk arenasında masaya yatırmak gerekiyor.

İnsanlığa karşı işlenen bu nefret suçlarının faillerini derhal Avrupa insan hakları mahkemesine taşımak ve savaş suçları kapsamında mevcut delillerinin toplanmasını ve sorumlularının cezalandırmalarını sağlamaları gerekiyor. 

Milletvekilli ve Belediye başkanlığı konusunda gösterilen çaba ve gayretlerin aynısını bu halkın haklı davası konusunda da göstermelerini talep etmek, bütün Kürd halkının ortak arzusudur. 

Yeterince ortalıkta ciddi suç delilleri mevcuttur. TV ve mobese kameralarının karşısında yapılan yağma, talan, linç ve toplumsal yakma olaylarının tümü Türk devlet yetkilileri ve yerel sorumluları  tarafından canlı olarak izlendiğini biliyoruz.

Yazılı ve görsel medyada yeterince suç delilleri mevcuttur. Yapılması gereken bu saldırılara hedef olan vatandaşlarla diyalog kurulması ve davacı olmalarını sağlamaktır.

Onun dışında, uluslar arası hukukun bir gereği olarak yaşanılan bu ağır insan hakları suçlarının karşılıksız kalmamaları için bütün kurumların seferber olmaları gerekiyor.

Çok uzaklara gitmeye gerek yok. 1974-1975 Kıbrıs savaşı ve 1980-1990’lı yıllarda işlenen katliam, yağma ve talanın yanı sıra Köy yakmaları-boşaltmaları Avrupa İnsan hakları mahkemesinde Türkiye’nin mahkumiyetiyle sonuçlandığını biliyoruz. Türkiye’nin çok ciddi tazminat cezalarına mahkum edildiğini,  en iyi bilen siz hukukçularsınız.

Bir diğer nokta duyarlı ve sorumlu politik aktörlerin yanı sıra sendika, sivil kurum ve kuruluşlar, mevcut suç kanıtlarının toplanıp arşivlenmesi konusunda bir yöntem oluşturmaları gerekiyor;  yazılı ve görsel görüntüleri hukukçularla, insan hakları kurumlarıyla paylaşmasını sağlamak için herkesin seferber olması gerekiyor. 

Ortak toplumsal bir hafızanın oluşması için bilimsel metotlara dayanan  bir çözüm geliştirmeliyiz.

Nazi Almanya’sının kurbanları, yarattıkları ortak tarihsel belek sayesinde, hala Nazi rejiminin sorumlularıyla, işkenceci katillerle,  hesaplaşmalarını sürdürüyorlar. 

Kürd halkının da, bir an önce bu toplumsal hafıza mekanizmasını yaratması yaşamsal bir ihtiyaçtır.

İşyerlerini yakıp yıkanları, linç girişiminde bulunanları, parti merkezlerini ve şubelerini ateşe veren ayak takımının elebaşlarını, resmi ve gayri resmi,  görevli unsurlarını tespit ve teşhis etmek bir zorunluluktur.

Bu bilgileri,  hukukçu ve insan hakları kuruluşlarıyla paylaşmak gerekir. Bu suç sarmalında yer alan bu kişileri, ilgili sorumluları çok net olarak tespit etmek ve cezalandırılmalarını sağlamak insani bir görevdir.

Saldırıya uğrayan Kürdistanlılar, evi, işyeri yakılıp yıkılanlar, talan edilenler, linç girişimine maruz kalanlar, öldürülenlerin aileleri ve en önemlisi Kürdistanlı hukukçular, insan hakları sorunlarıyla ilgili kurum ve kuruluşlar:  Sizler bu 8-9-10 Eylül olaylarının 1955’lerdeki 6-7 Eylül olayları gibi tarihin tozlu rafları arasında kaybolmasını istemiyorsanız bir an önce her türü hukuki mücadele yoluna başvurmalısınız!

Bu  tür girişimlerin tarihi bir anlamı var ve bu mücadelenin emektarları  olacak  kurum ve kuruluşlar, sorumluluk sahibi bireyler, bu tarihi görevi yerine getirmekle insanlık ailesine  de  onurlu bir hizmet etmiş olacaklardır.

İnanıyorum ki her sağ duyulu Kürd vatandaşı bu sorunu ciddiye alır ve yaşamın her alanında Kürd düşmanlarına karşı mücadele etmekten geri kalmaz. Aksi taktirde  bu katliam  ve linç girişimi karşısında sessiz kalan hukukçular, insan hakları savunucuları ve ilgili kurumları tarih af etmeyecektir!!! 12/09/2015  

Cano Amedî

Geef een reactie

Je e-mailadres wordt niet gepubliceerd. Vereiste velden zijn gemarkeerd met *