‘Özgürlük İçin Sanat’

Devletlerarası Sömürge Kürdistan kitabı, Alan Yayıncılık ve Belge Yayınları tarafından Şubat 1990’da yayımlandı. Kitaptan dolayı, Belge Yayınları Yayın Yönetmeni Ayşe Zarakolu hakkında ve benim hakkımda soruşturma açıldı.

Devlet Güvenlik Mahkemesi’ndeki ifadeden sonra, Ayşe, tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldı. Ben tutuklandım, Sağmalcılar Cezaevi’ne konuldum. 20 Mart 1990 İstanbul Devlet Güvenlik Mahkemesi o zaman, Sultanahmet’de, Gülhane Parkı’nın karşısındaydı.

Gözaltı yerinden, kelepçeli bir şekilde savcılığa götürülüyordum. İki koluma iki asker girmiş, hızlı hızlı adeta sürüklenerek götürülüyordum. Merdivenler de böyle çıkılıyordu. Merdivenlerden çıkarılıp savcılığın bulunduğu odaya götürülüyordum. Merdivenin başında, beni ve askerleri izleyen bir kişiyle karşılaştım. Bizi uzaktan izliyordu. Askerler yanaşmasına, benimle konuşmasına vs. izin vermiyordu.

Askerler, beni geniş bir salona soktular. İçeride beş masa vardı. Her masanın başında da bir savcı oturuyordu. Kapıya en uzak noktada bulunan masanın başına götürdüler. Savcı, kimlik kaydından ve ‘bu kitabı sen mi yazdın?’ sorularından sonra, Kürdlerle, Kürdistan’la ilgili bazı sorular sordu. Bu sorulara kitapta yazıldığı gibi cevap vermeye çalıştım. Savcı, bana iltifat ediyordu. ‘Hocam’ diye hitap ettiği de oluyordu. ‘İfadeyi sen kendin yazdır…’ gibi bir şey söyledi. Kısaca, bazı cümleler yazdırdım.

Daha sonra, bu savcının, Kürt aydını, Yurtsever, Medet Serhat’ın (1943-1994) arkadaşı olduğunu öğrendim. Medet Serhat da, Devlet Güvenlik Mahkemesi’ndeki duruşmalara avukat katılmıştı. Dostumuz Medet Serhat, 12 Aralık 1994’de, faili besbelli bir cinayetle katledilmişti. Medet Serhat’i sevgiyle anıyorum.

Savcıbiraz da üzüntülü bir şekilde, ‘seni tutuklanmak üzere hakime göndereceğim, görevimiz bunu gerektiriyor, ‘dedi.

Sandalyeden kalkıp giderken, yakındaki bir masanın önünden geçmem gerekiyordu. Bu masada oturan savcı, biraz da azarlayıcı bir tonda, bana, ‘beni tanıdın mı?’ diye bir soru sordu. Yüzüne baktım ama bir anda tanıyamadım. Savcı kendisini ‘Kaynarca Savcısı…’ diye tanıttı. Hemen hatırladım. 12 Nisan 1981 de Sakarya’nın Kaynarca ilçesindeki kaza cezaevinden tahliye olmuştum. Ogün beni cezaevi kapısında, dostumuz Yılmaz Öztürk ve iş arkadaşı Ergün karşılamıştı. Yılmaz Öztürk’ü (1936-2009) sevgiyle anıyorum.

Savcı, ‘Seni 1981’ de, Kaynarca Cezaevi’nden ben tahliye etmiştim. Tahliye ederken de böyle şeyle yazma, böyle şeyle konuşma, diye seni uyarmıştım. Biraz önce verdiğin ifadeye ben de kulak verdim. Bakıyorum, hiç kimseyi dinlemiyorsun, hala Kürdistan-mürdistan deyip duruyorsun… dedi. Savcı, aynı zamanda şunu da söylemişti. ‘Sana o gün bir iyilik de yapmıştım. Kaynarca Cezaevi’nden tahliye olduğuna dair bir kağıt imzalayıp vermiş, bunu gerektiğinde, polis çevirmelerinde vs. gösterebilirsin…’ demiştim. Sen iyilikten de anlamıyorsun…’ Ben bir şey söylemedim, hafif gülümseyerek oradan ayrıldım. O zaman orada görevli bir savcıydı. O zaman, dosyada, yazılar, kitaplar, ihbarlar, suçlamalar, iddianameler vs. hakkında geniş bilgi vardı. Bu savcı, daha sonra, yani, Kaynarca’daki görevinden sonra, İstanbul’a basın savcısı olarak tayin edilmiş.

Kapıdan çıkınca, yukarıda sözünü ettiğim kişinin yine koridorun bir ucunda gezindiğini gördüm. Yine beni, askerleri vs. izlemeye çalışıyordu. Hakimin odası alt kattaydı. Gerek hakimin odasında ifade verirken, gerek tutuklanıp cezaevin götürülürken bu kişi, yine, bizi uzaktan da olsa izlemeye çalışıyordu. İyi niyetli bir kişi olduğu açıktı. Çok yumuşak hareketleri, dostça bakışları vardı.

 ***

Bilim, Resmi İdeoloji, Devlet, Demokrasi ve Kürt Sorunu kitabı, Mart 1990’da, yine Alan Yayıncılık ve Belge Yayınları tarafından yayımlandı. O zaman Sağmalcılar Cezaevi’nde tutukluydum.

Yayın Yönetmeni Ayşe Zarakolu hakkında ve benim hakkımda yine soruşturma açıldı. Ayşe yine tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldı. Ben bir kere daha tutuklandım.

Cezaevinden ifadeye getirildiğim gün, bu kişinin, yine savcıların odalarının bulunduğu ikinci katta, koridorun başında gezindiğini fark ettim. Savcının kapısında, ifade için sıra beklerken, o da koridorda geziniyordu. Dostça bakışları, yumuşak hareketleri o ortamda, insana moral veriyor.

Ogün savcıyla küçük bir tartışma da olmuştu. Savcı, ifade sırasında, Kürdlerin Türklüğünü, Kürdçe diye bir dil olmadığını vs. söylüyordu. Bu konuyla ilgili sorular soruyordu. Bir ara, ‘ben de bir soru sorabilir miyim?’ demiştim. Savcı o zaman kızmış, ‘soruları ancak ben sorarım…’ diye bağırmıştı. Ben de soruyu sormadan, o sorunun muhtemel cevabını vermiştim. ‘Oğuzlar, 11. Yüzyılda, Ön ASya’ya, Küçük Asya’ya ’ya geldiklerinde, Van Gölü Urmiye Gölü arasında, Zağroslarda, Van Gölü çevresinde Kürdler yaşıyordu. Küçük Asya’da o zaman, Ermeniler, Gürcüler, Rumlar da yaşıyordu…’ demiştim.

 ***

Bir Aydın, Bir Örgüt Ve Kürt Sorunu isimli kitap, Mart 1990’da Melsa Yayınları tarafından yayımlanmıştı. Yayın Yönetmeni Metin Dağlum ve benim hakkımda yeni bir soruşturma açılmıştı. Bu soruşturma sonucu, Metin Dağlum, tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakılmıştı. Ben bir defa daha tutuklandım.

Duruşmalara, her zaman Ayşe Zarakolu (1945-2002) ile çıkıyordum. Metin Dağlum duruşmalara katılmıyordu. Bir defasında, ‘neden duruşmalara katılmıyorsun?’ diye sormuştum. ‘İsmail Ağabey, benim çok daha önemli işlerim var…’ demişti. Kısa bir zaman içinde, bu işlerin, Kürd sorunuyla ilgili işler olmadığını, siyasal işler olmadığını farketmiştim.

Duruşmaların birinde bir ara, kitapların bilirkişiye gönderilmesi gibi bir öneri konuşuluyordu. Üniversitenin, Anayasa Hukuku, Ceza Hukuku, Tarih, Sosyoloji, Siyaset Bilimleri, Ekonomi, Antropoloji gibi bölümlerinden oluşturulacak bir heyete kitapların incelettirilmesi dile getiriliyordu. O zaman, Ayşe’yle birlikte, ‘Düşüncede suç arayan, bir kitabı, içinde suç var mı yok mu diye okuyan bir profesör zaten bilim kafasına sahip bir kişi değildir. Düşüncede suç arayan, bir kitabı, yazıyı, içinde suç var mı, yok mu diye okuyan profesörlerin hazırlayacağı raporu kabul etmeyiz…’ diye tepki göstermiştik. Ayşe Zarakolu’nu sevgiyle anıyordum

O dönemde, Belge Yayınları, Beşikci’nin üç kitabını daha yayımlamıştı. Bilim Yöntemi, Türkiye’deki Uygulama IV Tunceli Kanunu (1935) ve Dersim Jenosidi, Ekim 1990; Bilim Yöntemi, Türkiye’deki Uygulama V Orgeneral Mustafa Muğlalı Olayı, ’33 Kurşun’, (Şubat 1991); Bilim Yöntemi, Türkiye’deki Uygulama VI Cumhuriyet Halk Fırkası’nın Programı (1931) ve Kürt Sorunu, (Temmuz 1991)

Bu kitaplar hakkında da Ayşe hakkında ve benim hakkımda soruşturmalar ve davalar açıldı. Bu kitaplar hakkındaki davalar, eski ceza yasası madde 142’den yürütülüyordu. Nisan 1991 de kabul edilen 3713 Sayılı Terörle mücadele Yasası ile bu madde yürürlükten kaldırıldı. Kitaplar hakkındaki duruşmalar da durduruldu. Ama 3713 sayılı Terörle Mücadele Yasası, 7. maddesiyle, Kürdlerle ilgili görüş açıklamalarına, düşünce açıklamalarına çok daha ağır yaptırımlar getiriyordu. Hem suç sayılacak fillerin kapsamı genişletiliyor, hem de, bu fiillere çok daha ağır cezalar getiriliyordu. . Cumhuriyet Halk Fırkası’nın Programı (1931) ve Kürt Sorunu kitabıyla ilgili soruşturma ve dava Terörle Mücadele Yasası’nın 7. maddesine göre açılmıştı. Terörle Mücadele Yasası, sol düşüncelerle ilgili ve İslami düşüncelerle ilgili açıklamaları suç olmaktan çıkarmıştı. TCK Md. 141-142, Md. 163, Md. 140 yürürlükten kaldırılmıştı.

 ***

1991’den itibaren, kitaplar, Ankara’da, Yurt Kitap-Yayın tarafından yayımlanmaya başladı. Yayımlanan her kitap hakkında, Terörle Mücadele Yasası’na göre yeniden dava açılıyordu. Bu dönemde, davalar daha çok Ankara Devlet Güvenlik Mahkemesi’nde görülüyordu. Bu dönemde, duruşmalara, Yurt Kitap-Yayın Yönetmeni, Ünsal Öztürk’le çıkıyordum. Bu dönemde de kitaplardaki düşünceler hem tarafımdan, hem de Ünsal Öztürk tarafından etkili bir şekilde savunuluyordu. Benimle birlikte, Ünsal Öztürk de zaman zaman tutuklu kaldı…

 ***

Yukarıda, sözünü etmeye çalıştığım kişinin, Norveçli yazar Eugene Schoulgin olduğunu kısa zamanda öğrenmiştim. Eugene Schoulgin, bir ara Norveç Yazarlar Birliği’nin başkanlığını da yapmıştı. Eugene Schoulgin, Türkiye’deki düşün davalarıyla çok yakından ilgileniyordu.

 ***

1994 yılı sonlarında, Norveç Yazarlar Birliği’nden bir heyet Ulucanlar Cezaevi’nde, beni ziyaret gelmişti. Heyette 6-7 yazar, Ankara’daki Norveç Büyükelçiliği’nden bir sekreter vardı. Heyette Mehmet Uzun (1953-2007) da vardı. Mehmet Uzun’u sevgiyle anıyorum.

O zamanlar, Ankara’da, Yurt Kitap-Yayın tarafından yayımlanan kitaplardan dolayı yargılamalar söz konusuydu. Duruşmalara da Ünsal Öztürkle beraber çıkıyorduk.

1995 yılı Ekim ayında, Norveç Yazarlar Birliği, İsmail Beşikci’ye İfade özgürlüğü ödülü verdi. Bu ödülle ilgili gelişmeler, Beşikci’nin, Cezaevinden Mektuplar (İBV, Ocak 2014, İstanbul) kitabında, Akın Birdal’a yazdığı, 23 Ekim 1995 ve 29 Temmuz 1996 tarihli iki mektupda anlatılıyor. (s. 273-278, s. 279-280) İkinci mektubun yazıldığı sırada Akın Birdal, İnsan Hakları Derneği Genel Başkanı’ydı. Bu konuda Akın Birdal da Sarı Zarf Bir Yaşam Öyküsü, kitabında (Ekim 2018, Ankara) biraz bilgi vermektedir. (s. 265, 274)

 ***

Eylül 2015’de Norveç’e seyahatimiz olmuştu. Bu seyahate, o zamanki İBV Başkanı İbrahim Gürbüz ve Vakıf yönetim Kurulu Üyesi Ruşen Arslan’la birlikte katılmıştık. Bu seyahat, Norveç Kürd Federasyonu ve Başkanı Amed Nudem’in daveti üzerine gerçekleşmişti. Bu seyahatde, Stavenger’de ve Oslo’da, Norveçli yazarlarla, ressamlarla karşılaşmıştık. Her iki şehirde de, Türkiye’deki düşün davalarıyla yakından ilgilenen Eugene Schoulgin’le de bir araya geldik. Eugene Schoulgin gibi yazarlar, dünyanın çeşitli ülkelerinde, düşüncelerinden dolayı çeşitli idari ve cezai yaptırımlarla karşılaşan yazarlar, kurumlar için büyük, güçlü bir moral kaynağı…

O günlerde, Norveç Yazarlar Birliği’nde, İfade özgürlüğü ile ilgili bir konferans da gerçekleşmişti.

Bu konferans sırasında, Norveç yazarlarla işbirliği içinde olan Norveçli ressamların, Özgürlük İçin Sanat adını verdikleri bir program çerçevesinde, Beşikci’yi hatırlayan, hatırlatan resimler yaptıklarını söylediler. Bu tabloları bize gösterdiler. Bu tabloların bizim olduğunu, İBV’na göndereceklerini söylediler.

O günlerde, bu tabloları alıp getirmeyi akıl edemedik. Bu tablolar, 25 yıla yakın bir zamandır, Norveç Yazarlar Birliği tarafından korunuyordu. Bu yılın başlarında, Norveç Yazarlar Birliği ile yazışarak, bu tabloların, Norveç’te, Stavenger’de, dostumuz Amed Nudem’e teslim edilmesini, Amed Nudem’in bunları bir şekilde İBV’ye ulaştıracağını söyledik.

Bu teslimat 12 Nisan 2019’da yapıldı. Amed Nudem’de, Helsinki’ye vardığımız günün akşamı, Nujen Palê aracılığıyla tabloları bize gönderdi. İşte, biz Finlandiya Kürd Federasyonu tarafından düzenlenen birinci konferansın sonunda, bu konuyu da gündeme getirdik. Özgürlük İçin Sanatsürecinden kısaca söz ettik. Bu konuda, İBV Mütevelli Heyeti Üyesi İbrahim Gürbüz de bir konuşma yaptı. Rulo halindeki tabloların bir kısmını izleyicilere gösterebildik.

Tabloları iki rulo yaparak getirdik. Bu tablolar çerçeveletilip Vakıfta sergilenecek. Tablolar 18 adetmiş. Biri, anı olarak Norveç Yazarlar Birliği’nde tutulmuş. Özgürlük İçin Sanat Koleksiyonu, İBV’nin her zaman gururla anacağı, gururla saklayacağı bir koleksiyon.

https://www.nerinaazad.org/tr/columnists/ismail-besikci/ozgurluk-icin-sanat

Geef een reactie

Het e-mailadres wordt niet gepubliceerd. Vereiste velden zijn gemarkeerd met *