DÜN KERKÜK BUGÜN EFRÎN

Mehmet Selim Uzun

Türk devletinin 20 Ocak 2018 günü başlattığı askeri operasyon sadece Efrîn’e yönelik bir harekat değildir. Bu harekat, Kürt halkına karşı sürdürülen topyekün savaşın sadece bir parçasıdır.

Zira, Kürdistan’ın hangi parçasında olursa olsun, hatta dünyanın neresinde olursa olsun, Kürtlerin her türlü hak talebi ve her düzeydeki kazanımı Türkiye’nin içgüvenlik kaygıları nedeniyle ”milli güvenliği tehdit eden bir gelişme” olarak görülmekte ve savaş sebebi sayılmakta, bundan hareketle Kürtler topyekün hedef alınmaktadır. Dolayısiyle bu savaşın, diğer bazı tali sebepler yanında, asıl nedeni ve amacı ağır bedeller ödeyerek Kürtlerin bu parçada elde ettiği kazanımları da yoketmektir, bugüne kadar olduğu gibi bundan sonra da Suriye’nin geleceğinde her türlü haktan ve olası bir statüden mahrum bırakmaktır.

Bazı çevreler hala savaşı ”MHP destekli AKP iktidarının bir savaşı” olarak adlandırmaya devam ediyorlar. Açıktır ki, bu savaş, emir-komuta zinciri içinde sürdürülen devletin Kürt halkına yönelik topyekün bir savaşıdır. AKP iktidarı ile birlikte her renkten ve her sesten muhalefet partileri, resmi ve sivil kurum ve kuruluşlarıyla devletin tüm makanizmaları, Kürt düşmanlığı ortak paydasında bir araya gelen milliyetçi-şöven tüm toplumsal kesimler, Türk-İslam sentezinde birleşenler tüm çevreler hep birlikte hareket ediyorlar. Savaşa karar veren ve savaşı fiilen yürüten mevcut MHP destekli AKP iktidarı olsa da, ana muhalef partisi CHP, bu topyekün savaş konseptine eklemlenen gönüllü destekçilerin başında geliyor. CHP, tarihsel misyonuna uygun olarak Kürtleri imha etme siyasetine bugün de devam ediyor.

Uzun bir dönemdir, Türk devleti mevcut iktidar eliyle “içerde savaş-dışarda savaş” olarak somutlaşan bir savaş konsepti yürütmektedir. Zira, mevcut iktidarın varlğını sürdürebilmesi, ancak bu yolla mümkündür. Daha önce Kuzey Kürdistan’da yakma, yıkma ve zorla göçettirme siyasetiyle Kürdistan toprakları insansızlaştırıldı. İçerde sürdürülen ve giderek yoğunlaştırılan savaşla son dönemde de bir çok Kürt şehri yerle bir edildi. Kürtlerin her türlü kazanımları teker teker yok ediliyor. Milletvekilleri, belediye başkanları, aydın ve yazarlar dahil Kuzey Kürdistan’da ve Türkiye’de binlerce insan tutuklandı. Kayyum atamalarıyla belediyelere elkonuldu. Gelinen aşamada “diyalogdan yana olmak ve barış istemek” bile suç olarak görülmektedir Türkiye’de. Basın açıklaması yapmak isteyen HDP yöneticilerinin parti binalarınndan çıkmalarına dahi müsade edilmiyor. Türkiye’de, barış ve diyalogdan yana olmanın vatana ihanet, savaş ve işgalden yana olmanın vatanseverlik olarak kabul gördüğü, ayet ve minarelerden ezan sesleriyle savaşa dinsel bir kutsallık kazandırılarak kitlesel destek sağlamak için her yola başvurulduğu bir dönem yaşanıyor. Böyle bir dönemde barışın simgesi olan kutsal zeytin dalı bile rahatlıkla savaşın adı olarak kullanılabiliyor.

Referandum sonrasında Kerkük ve diğer Kürt bölgelerinin işgal edilmesi ve Güney Kürdistan’a dayatılan koşullar ile bugün Güneybatı Kürdistan’a karşı yürütülen işgal harekatı aynı savaş konseptinin sonuçlarıdır. Aralarındaki çelişki ve çatışmalara rağmen, Kürt düşmanları, her alanda birlikte hareket ediyorlar. Dün Kerkük, bugün Efrîn. Güney Kürdistan’daki saldırı planını Türkiye, İran ve Irak sömnürgeci devletleri birlikte hayata geçirdiler. Ve malesef bu saldırı planı, DAİŞ’e karşı mücadele sürecinde ve  Referanduma kadar Kürt dostu olarak görülen bazı uluslararası güçler tarafından da onay gördü. Kerkük ve diğer Kürt bölgelerinin işgali harekatında İran devleti ve ona bağlı Haşdi Şabi güçleri fiilen yer aldılar ve önemli rol oynadılar.

Bugün benzer bir durum Güneybatı Kürdistan’da hayata geçirilmek isteniyor. Bu planın hayata geçirilmesinde, işin askeri tarafı (fiili işgal harekatı görevi) Türkiye’ye verilmiştir. Kuşkusuz oyunu kuran Rusya’dır. İdlib’e karşılık olarak pazarlık masasına Efrîn konulmuştur. Ve elbette Rusya, Kürtleri değil, müttefiği ve hamisi olduğu Suriye rejimini tercih edecektir. Bunda hiç yadırganacak bir şey yok. Şimdilik sahada Kürtlere karşı savaşan/savaştırılan Türkiye’dir, bunu destekleyenler Suriye rejimi ve İran’dır. ABD, Avrupa Birliği, BM ve büyük çoğunluğuyla uluslararası güçler şimdiye kadar bir sessizlik ve suskunluk içindeler. Kürtler, bir kez daha, uluslararası siyaset oyununda joker olarak kullanılmak isteniyor.

Fakat, burada şunu da belirtmek gerekir, bugüne kadar Suriye’de kaybeden hep Türkiye oldu. Kürlere saldırmak uzun vadede Türkiye’ye yarar getirmeyecek, aksine bu savaşta ve Suriye meselesinde en sonunda yine kaybeden ve en zararlı çıkacak olan Türkiye olacaktır.

Bana öyle geliyor ki 21. yüzyılın başında ve yeni koşullar altında Kürtlere yeni bir Lozan boyunduruğu dayatılmak isteniyor. Birinci Dünya Savaşı koşullarında Sevr Antlaşması ile Kürtleri ve Ermenileri heyecanlandıran emperyalist güçler, savaşın sonuna doğru tüm vaatlerini unutarak, Kürt ve Ermeni halklarını kendi kaderlerine terkedip, tarihlerinin en acı olaylarıyla karşı karşıya kalmalarına neden oldular. Sevr ile umutlandırılan Kürtler, ülkeleri Kürdistan’ı dört parçaya bölerek bölge sömürgeci ülkelerinin denetimine veren Lozan Antlaşması ile yeniden boyunduruk altına aldılar.

Ancak Kürtler, dünden farklı olarak bugün uluslaşma süreci, ulusal ve siyasal bilinç düzeyi, örgütlenme, bölgede artık zorunlu olarak hesaba katılması gereken bir güç olma vb. yönlerden çok farklı bir tarihsel dönemi yaşıyorlar. Yaşanan konjekturel durumda Kürtlerin aleyhine bazı gelişmeler yaşanabilir. Ama akan su eninde ve sonunda mutlaka mecrasını bulur. Son dönemde Güney ve Güneybatı Kürdistan’da yaşanan olumsuz gelişmelere rağmen Kürt milleti yine de bağımsızlık şafağına en yakın olduğu tarihsel bir dönemi yaşıyor.

Önemli olan yaşananlardan ders çıkarmaktır. Her şeyden önce deö her parçada varolan siyasal güçlerin ve dört parçadaki güçlerin kendi aralarında en asgari düzeyde de olsa birlik içinde olmaları, olamıyorlarsa, hiç olmazsa birbirlerine karşı düşmanca tutumlardan kaçınmaları gerekiyor. Hele Kürt milletinin bir kez daha 16 Ekim’de Kerkük’ü düşmana teslim eden ihanetin bir benzerini yaşamaya asla, ama asla, gücü ve takatı yoktur. Allah bir daha göstermesin.

Güneybatı Kürdistan’da Kürt milletinin bir parçası dört taraftan kuşatılmış bir savaş çemberinin içinde varolma mücadelesi veriyor. Başından beri DAİŞ ile mücadelede Kürtlerin sırtını sıvazlayarak ve kahraman ilan ederek, onları acımasız bir savaşa sokan ve ağır bedeller ödettiren en başta “dost ve müttefik ABD ve kimi batılı ülkeler” olmak üzere, BM, AB ülkeleri ve uluslararası kamuoyu Kürt milletine dayatılan bu imha savaşı karşısında sessiz ve suskundurlar.

Tarih, bir kez daha Kürtlerin, kendileri dışında her güce kuşku dolu bir ihtiyatla yaklaşmaları gerektiğini göstermiştir. Kürtlerin öncelikle kendilerine ve birbirlerine güvenmeleri ve buna göre hareket etmeleri gerekiyor. Başka bir yolu yoktur. Her şeyin çıkarlar ve güç dengeleri tarafından belirlendiği bir dünyada yaşıyoruz. Güçlü olanın haklı olduğu ve sesinin duyulduğu bir dünyada yaşıyoruz. Halkların kardeşliği, hak, hukuk, adalet, insanlık gibi değerler Kürtler sözkonusu olunca bir anlam ifade etmiyor.

Bugün Güneybatı Kürdistan’da yaşananlar karşısındaö Kürtlerin birlik ve dayanışma içinde olmaları gerekiyor. Evet, dün Kerkük, bugün Efrîn… Böylesi tarihi kader günlerinde parça, örgüt ve siyaset farkı gözetmeden, ihanetçiler dışında, tüm Kürtlerin bir ulus gibi davranmaları gerekiyor. Mevcut dünya ve bölge koşullarında bize dayatılan imha savaşı karşısında bundan daha güçlü bir silahımız yoktur ve olamaz. Kürt milletinin kaderi sözkonusu olduğunda parçalar arasında fark gözetmeden, ideolojik-politik ayrılıklarımızı askıya alarak, içe dönük eleştirilerimizi erteleyerek, topyekün bir ulusal duruş sergilemek zorundayız. Bu anlamda, yüreğinin bir tarafı hala Kerkük için ağlayan, şimdi de diğer tarafı Efrîn için ağlayan bir Kürt olarak, şunu söylüyorum: Kerkük ve Efrîn kardeştir. Dün, Güney Kürdistan ve Kerkük için ne hissettim ve ne dediysem, bugün de, Güneybatı Kürdistan ve Efrîn için aynı şeyleri hissediyor ve aynı şeyleri dillendiriyorum.

Başta birlik sorunu, Kürt bayrağı ve diğer ulusal simgeleri, kendisi dışındaki diğer Kürt örgütlerine yönelik olumsuz politikası, dayatmacı ve hegomanyacı siyaseti olmak üzere, PYD ve birlikte olduğu siyasi güçlere yönelik bugüne kadar birçok noktada eleştirlerim oldu ve bugün de vardır. Ancak, bugün Güneybatı Kürdistan’da yaşananlar ve özel olarak Türk devletinin Efrîne yönelik saldırı ve işgal harekatı kaşısında asla sessiz kalınmamalıdır. Güneybatı Kürdistanı halkımızla dayanışma içinde olmak ulusal bir görevdir. Türk devletinin işgal harekatına karşı direnen kim olursa olsun desteklenmeli ve dayanışma içinde olunmalıdır. Kürdistan’ın kalbi olan Kerkük için atan her Kürdün kalbi, şimdi de Efrîna rengîn için atmalıdır.

25.01.2018

 

 

 

 

Geef een reactie

Je e-mailadres wordt niet gepubliceerd. Vereiste velden zijn gemarkeerd met *