DRACULA CUMHURÄ°YETÄ°

Ama gelin görün ki Dracula cumhuriyetinde, kendi içinde kavgalı ve parçalanmış sol doku, her darbeden sonra ayaÄŸa kalkmanın, teslim olmamanın, mücadeleyi sürdürmenin haklı onurunu taşımanın, buna sahip çıkmanın övüncüyle kendisiyle hesaplaÅŸmayı ertelemektedir. Oysa bu haklı onuru taşımanın yegane yolu, ancak esas ve kalıcı onur ülkeyi Dracula ve sürüngen sultasından kurtarmaktır. Mücadeleyi devam ettirmenin haklı onuru iÅŸte o zaman elde edilebilir. Yoksa ben yaptım oldu biti ya da söyledim gitti mantığıyla hareket etmek hiç kimseyi ilerletmez ve bir sonuç kazandırtmaz. Önemli olan bugün içinde bulunduÄŸumuz koÅŸulları, süreci iyi deÄŸerlendirmek ve gereklerini yerine getirmektir. Hepimiz biliyoruz ki, ağırlıklı bir ÅŸekilde bugün “sol” güçler atıl durumdalar. Neredeyse kendilerini ifade etmekte aciz denilebilecek bir pozisiyondalar. Bu durumun, bir yazgı olmadığını biliyoruz ama deÄŸiÅŸtirmeye de, her nedense pek yanaÅŸmak istemiyoruz. Neredeyse “arenadaki kavganın” sonuçlarını bekliyoruz.  Pratik yaklaşımlar böyle devam ettirmek politik mücadele ahlakı açısında da doÄŸru deÄŸildir.  Çünkü “Kürtler ve sosyalistler” ayrımına dayalı ÅŸovence üstünlük taslamalar ya da kuru ajitatif polemikler sürece denk düşmüyor. Ayrıca “sosyalist” olmak salt egemen ulus devrimcilerine özgü bir ayrıcalık olduÄŸunu ilk kez öğreniyoruz!  BildiÄŸimiz kadarıyla her ulusun- her halkın olduÄŸu gibi Kürtlerin de sosyalisti, milliyetçisi, dincisi vs. gibi farklı siyasal eÄŸilimlerine mensup politik güçleri mevcuttur. Özellikle son dönemlerde devrimci çevrelerin yayın organlarında bu tür kavramlar sık sık yer almaya baÅŸladı. EÄŸer bu kavramlar bir takım yerlere mesaj içermiyorsa ve farklılıklar ifade etme amaçlıysa bunu “Kürt devrimci güçleri ve Türk devrimci güçleri” olarak ifade etmekte pek ala mümkündür. Ama bu tanım “misak-› milli” ruhuna denk düşmüyor deniliyorsa o zaman bizim söyleyeceklerimiz farklılaşır. Dolaysıyla söylediklerimizin arkasında durmak gibi bir sorumlulukla karşı karşıya olduÄŸumuz ortada…

İçinde bulunduğumuz mekan bizi tamamıyla edilgen, sıradan bir izleyici konumuna getirtiyor. Olayların sıcak atmosferlerinden uzak ve yaşayan katılımcılar değiliz;  dolaysıyla tanık olmaktan çok gelişmeleri uzaktan uzağa izleyen, gözleyen bireyler konuma geliyoruz. Böyle olunca da bir yargıda bulunmak, karar vermekten zorlanıyoruz. Tek bildiğimiz ve yaptığımız düşünmek ve düşüncelerimizi ezopvari bir tarzda ifade etmektir. Bir de olayların kör çıkmazında kalmayıp yaşamın tutkulu dalına sarılmaktır.

Ancak, ne yazık ki tersi anlayışların geliÅŸmesi için her türlü prim hovardaca ortalığa saçılmaktadır.  Her nedense sürece damgasını vuran bu anlayış “yükselen deÄŸerler” olarak makbule geçen ve baÅŸ tacı edilmesine duyarsız davranma konusunda,  resmi sıfatların dışına çıkmak istemeyen “aydınlar”  birinciliÄŸi kimseye kaptırmak istemedikleri acı bir gerçek olarak ortada duruyor. Oysa hepimiz biliyoruz ki, bu sistem, kuruluÅŸ gerekçesini “iç tehdit” üzerine oturtmuÅŸtur. Dolaysıyla “iç düşman” olmadan varlığını sürdürmesi düşünülemez. Çünkü sistemin kuruluÅŸ felsefesinde olduÄŸu gibi tüm zamanların deÄŸiÅŸmez üçgeni olan “komünizm, bölücülük ve irtica tehlikesi”  kırmızı kaplı kitabın ilk maddeleri olarak sıralanıyor. Bu genel bilgiler ve nesnel durum herhesçe bilinmesine raÄŸmen her nedense son yıllarda vurdum duymazlık, tepkisizlik ve boyun eÄŸmeci bir anlayış egemen olmaya baÅŸladı. Haksızlığa, zülme ve barbarlığa bayrak açanlar bugün cellatlarına alkış tutmaktalar.  Sistemin söylediklerini anında belleyip hemen ÅŸoven duygularını açığa vurmaktalar.  Oysa dünün jiletleri,  keskin sirke küpleri bugün kalkmış egemenlerle kol kola verip kendilerini yaralamaktadır. Azıcık geçmiÅŸlerini anımsayabilirse ve dün savunduklarını henüz unutmamışlarsa bilecekler ki,  savaÅŸta yıpratma ve yalan haberle karşısındakini küçük düşürme emellerinin arkasındaki esas amacın ne olduÄŸunu bilmeleri gerekiyor. Savaşın her alanında tüm yıpratıcı yönleriyle devam ettiÄŸi bir ortamda hala deve kuÅŸu politikasından ısrar etmek,  bunu tek geçer akçe sunmak mantık ölçülerine aykırı olduÄŸu kadar bilimsel yönteme de aykırı bir yaklaşımdır. EÄŸer kendimizi bu sakat anlayışlardan, resmi söylemlerle örtüşen saplantılardan kurtaramazsak eninde sonunda varacağımız nokta sistemle uzlaÅŸmak olacaktır. Oysa okuduÄŸumuz kitaplardan, bıkmadan usanmadan referans olarak gösterdiÄŸimiz “usta”lardan yaptığımız uzun alıntılar, uÄŸruna bir ömür tükettiÄŸimiz ve ölümlere gidip geldiÄŸimiz o coÅŸkulu maraton güzergahında dilimizden düşürmediÄŸimiz “bilimsel metot” nerede kaldı? Hani, “Her ÅŸeyin soysuzlaşıp çürüdüğü, yaÅŸamın anlamsızlaÅŸtığı, amaç ve araçların yer deÄŸiÅŸtirip ters yüz olduÄŸu;  bilimsel metodun yerine, ilkel ve batıl görüşlerin esas alındığı; bilim faktörünün inkarına yönelik yaklaşımların yoÄŸunlaÅŸtığı bir ortamda bizlere düşen görev, sorunları neden, niçin ve nasıl sorularıyla yanıtlamak ve bilimsel kuÅŸkuculuk yaklaşımıyla bilinç süzgecinden geçirmek olmalıdır.”  tespitini esas alıyorduk!  “Misak-ı Milli”nin birer “Kuvay-iMilli”yesi olmamızı gerektiren somut bir durum mu oluÅŸtu? Acaba ne deÄŸiÅŸti? Dolaysıyla hepimizin bildiÄŸi bir gerçeÄŸi hatırlamakta yarar vardır. Unutmayalım ki, bizler örgütlü yaÅŸamın en dinamik alanında yer aldığımız zaman bir kasırgaya binmiÅŸ gibi önümüze çıkacak tüm engelleri aÅŸmak zorundayız. Yoksa bulanık suların akıntısına kapılıp kayboluruz. Onun için tıpkı sarmal bir geliÅŸimin her halkasıyla bütünleÅŸip geleceÄŸe yönelmek, geleceÄŸi önceden okuma zorunluluÄŸumuz söz konusudur. Aksi durumda yaÅŸamın “miÅŸ”li zaman diliminde birer dipnot ya da sıradan bir kütük gibi kül olup yitik hanesine kaydedilmiÅŸ bir demirbaÅŸ gerçeÄŸini hatırlatmak için kahin olmamız gerekmiyor?

 

Geef een reactie

Het e-mailadres wordt niet gepubliceerd. Vereiste velden zijn gemarkeerd met *