Türkiye İnsan Hakları Vakfı’nın (TİHV) Çalışma Raporu’ndan, son bir yılda hapishanelerdeki işkence ve kötü muameleyle ilgili değerlendirmeyi yayımlıyoruz.
Türkiye İnsan Hakları Vakfı’nın (TİHV) Çalışma Raporu’nda, Mayıs 2023 – Nisan 2024 arasındaki insan haklarının durumuna yönelik veriler ve değerlendirmeler yer alıyor.
Raporla ilgili dün, “İşkence ve Diğer Kötü Muamele Uygulanmaları” başlıklı değerlendirmeyi yayımladık. Bugün de hapishanelerdeki duruma dair kısmı yayımlıyoruz.
Hapishanelerde işkence ve kötü muamele
Türkiye’de hapishaneler, her dönem işkence ve diğer kötü muamele uygulamalarının yoğun olarak yaşandığı mekânlar olmuştur. Özellikle de 2015 Temmuz’unda Türkiye’nin yeniden çatışma ortamına girmesiyle başlayan, daha sonra askeri darbe girişiminin bastırılması ve ardından OHAL ilan edilmesiyle devam ederek günümüze varan süreçte hapishanelerde tutuklu ve hükümlülere yönelik işkence ve diğer kötü muamele uygulamalarında olağanüstü düzeyde artışlar yaşanmaktadır.
Hapishanelerdeki aşırı kalabalıklaşma sorunu
Özellikle 2005 yılından itibaren her yıl belirgin artışlarla günümüze kadar gelen hapishanelerin aşırı kalabalıklaşması kendi başına önemli bir güncel sorun alanını oluşturmaktadır. Hapishanelerin aşırı kalabalıklığı, yer seçimi ve mimarisi dahil fiziksel koşulları kendi başına pek çok hak ihlalinin nesnel zeminini oluşturmaktadır.
Adalet Bakanlığı Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü verilerine göre 2005 yılında 55.870 olan tutuklu ve hükümlü sayısı, son yayımlandığı tarih olan 1 Nisan 2024 tarihi itibari ile toplam kapasitesi 295.702 olan 403 ceza infaz kurumunda toplam 322.780 tutuklu ve hükümlüye yükselmiştir.
Bunlardan 45.717’si tutuklu, 277.063’ü ise hükümlü veya hükmen tutukludur. Uzunca bir zamandır hükmen tutuklu dediğimiz, yani cezası onanmamış kişilerin sayısı ayrıca verilmemektedir. Hapishanelerde 13.561 kadın 2.912 çocuk hükümlü ve tutuklu bulunmaktadır.
Bu verilere göre her ne kadar 1 Nisan 2024 tarihi itibari ile kapasite fazlası sadece 27.078 ise de altta yer verilen bilgiler Türkiye’deki hapishaneler gerçeğinin ulaştığı vahim boyutu ortaya koymaktadır.
Eşitlik ilkesine ve ayrımcılık yasağına aykırı bir yaklaşımla hazırlanan 2020 yılındaki infaz düzenlemesinin bir tür devamı niteliğinde bir başka infaz düzenlemesi “06/02/2023 Tarihinde Meydana Gelen Depremlerin Yol Açtığı Ekonomik Kayıpların Telafisi İçin Ek Motorlu Taşıtlar Vergisi İhdası ile Bazı Kanunlarda ve 375 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamede Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun” olarak 15 Temmuz 2023 tarihinde Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe girmiştir. Eşitlik ilkesine ve ayrımcılık yasağına aykırı bir yaklaşımla belli suç tipleri ile siyasi mahpuslar kapsam dışı bırakan bu düzenleme ile çok sayıda mahpus tahliye edilmiştir. Bu düzenleme ile ayrıca denetimli serbestlik, açık hapishaneye ayrılma gibi haklardan yararlanmanın önkoşulu mahpusun işlediği suç olarak belirlenmiştir. Öte yandan, bu düzenleme içinde “İnfaz Hâkimi karar verebilir” ifadesi ise kesinlikten uzak, infaz hâkimliğine takdir yetkisi bırakılarak hukuki belirlilikten uzak bir durum da yaratılmıştır.
Adalet Bakanlığı Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü verilerine göre 3 Temmuz 2023 tarihinde 360.722 olan tutuklu ve hükümlü sayısının “2023 Yılı İnfaz Düzenlemesi”nin 15 Temmuz 2023 tarihinde Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe girmesinden sonra 2 Ağustos 2023 tarihinde 270.607’e, 1 Eylül 2023 tarihinde ise 251.101’e inmesi gözönüne alındığında bu düzenlemeye dayalı olarak, kesin bilgiye sahip olmamızla birlikte, yaklaşık 110 bine yakın mahpusun bu düzenlemeden yararlanarak tahliye edildiğini söylemek mümkündür.
1 Eylül 2023 tarihindeki 251.101 olan tutuklu ve hükümlü sayısının 1 Nisan 2024 tarihi itibari ile 322.780’ne yükselmesi, bir başka deyişle hapishanelerdeki tutuklu ve hükümlü sayısının sadece yedi ay içinde yaklaşık 71.679 artması Türkiye yakın tarihinin en hızlı artış hızına tekabül ettiğini göstermektedir.
Bu durum bir yandan hapishanelerdeki fiziksel koşullarının daha da kötüleşmesine ve hak mahrumiyetlerinde ciddi artışın devam ettiğini gösterdiği gibi öte yandan da Türkiye’deki toplumsal bir sorunun özel göstergesi niteliğindedir.
Sonuç olarak, Türkiye tarihinde örneği olmayan bir şekilde sadece 19 yıl içinde tutuklu ve hükümlü sayısının beş buçuk mislinden fazla artması, son yıllarda ülkemizde yaşanan gelişmelerin de bir açıdan özeti niteliğindedir.
26 Haziran 2023 tarihinde yayımlanan 2022 Avrupa Konseyi Hapishane Nüfuslarına ilişkin Yıllık Ceza İstatistikleri verilerine göre Türkiye Avrupa Konseyi bünyesindeki ülkelerdeki hapishanelerdeki mahpus sayısının ve oranının en yüksek olduğu ülkedir. Türkiye’de 100 bin kişiden 355’i hapishanelerde bulunuyor. Bu oran Avrupa Konseyi ülkelerinde ise ortalama 117’dir.
Dahası bu aşırı artış rakamları Adalet Bakanlığı Adli Sicil ve İstatistik Genel Müdürlüğü tarafından 22 Mayıs 2023 tarihinde son veri olarak yayınlanan 2022 yılına ait Ceza İnfaz Kurumu İstatistiklerinde yer verildiği gibi hapishanelere her yıl giriş ve çıkış kaydı yapılan kişi sayıları ile birlikte düşünüldüğünde durumun vahameti daha da ortaya çıkmaktadır. 2022 yılı içinde ceza infaz kurumlarına 301 bin 410 kişinin hükümlü statüsünde giriş kaydı yapılırken aynı dönemde 264 bin 844 kişinin hükümlü statüsünde çıkış kaydı yapılmıştır.
Ayrıca 1 Nisan 2024 tarihi itibari ile Adalet Bakanlığı verilerine göre Türkiye genelinde denetimli serbestlik kapsamında 233.824 kişi bulunmaktadır. Sadece bu sayıyı bile hapishanelerde bulunan tutuklu ve hükümlülerin sayısı ile topladığımızda özgürlüklerinden mahrum bırakılmış yurttaş sayısı yaklaşık 556.604 kişiye ulaşmaktadır.
Bu da diğer dolaylı gözetim/denetim araçlarını bir yana bıraktığımızda yaklaşık her yüz elli sekiz yurttaştan birinin doğrudan/çıplak gözetim altında olduğu anlamına gelmektedir.
Yeni hapishaneler ile ilgili değerlendirme
2020 ve 2023 yıllarında infaz kanundaki değişikliklere dayalı olarak “siyasi mahpuslar ve sadece eleştirel veya muhalif görüşlerini ifade ettiği için alıkonulanlar” dışında son dört yılda yaklaşık 200 bin mahpusun hapishanelerden salındığı gözükmesine karşın, hapishanelerdeki tutuklu ve hükümlü sayısının son dört yılda yaklaşık 47 bin yükselmiştir.
Durum bu iken, Adalet Bakanlığı verilerine göre sadece 2020 yılında 23, 2021 yılında 32 adet, 2022 yılında 22 adet, 2023 yılında 16 adet çeşitli tiplerde ceza infaz kurumu açılması ve yine Adalet Bakanlığı’nın 2024 yılı performans programına göre 2024 yılında 12 ceza infaz kurumunun daha açılmasının hedeflenmesi hapishanelerdeki aşırı kalabalıklık sorununun önümüzdeki dönem daha da derinleşeceği riskini ortaya koymaktadır.
Kaldı ki, yeni hapishaneler arasında özellikle 2021 yılından itibaren de “S Tipi Ceza İnfaz Kurumu”, “Y Tipi Ceza İnfaz Kurumu” ve “Yüksek Güvenlikli Ceza İnfaz Kurumu” adları altında, bilindiği kadarı ile yaklaşık 19 bin kapasiteli, toplam 43 yeni tip hapishaneler kullanıma açılmıştır.
Mahpusların büyük kısmının tek kişilik hücrelerde çok az kısmının da 3 kişilik odalarda tutulduğu bu yeni tip hapishanelerin en belirleyici özelliği mimari ve mühendislik yapıları ile yanı sıra gündelik uygulama rejimi ile tecrit/izolasyon koşullarını daha da ağırlaştırmasıdır. Bilindiği kadarı ile mahpuslar günün en az 22.5 saati hücrede geçirmekte ve nerede ise “tek başına hücreye kapatılma/solitary confinement” düzeyine ulaşan uygulamalar rutine dönüşmektedir.
Öte yandan, son dönmelerde keyfi bir şekilde başvurulan ev hapsi dahil adli kontrol tedbirleri sıradan ve rutin uygulamalar hâline gelmiştir. Aslında bu tür tedbirler tutuklanmayı gerektiren koşulların varlığı hâlinde, şüpheliye/sanığa daha hafif nitelikte bir tedbir uygulamak amacıyla tutuklamaya alternatif olarak düzenlenmişlerdir. Ancak yürürlüğe girdiği 1 Haziran 2005 tarihinden bu yana, özellikle de son dönemde 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nda yapılan çeşitli değişiklikler sonucunda tutuklamanın tamamlayıcısı ve devamı niteliğinde tedbirler hâline gelmiştir.
Hapishanelerde işkence ve diğer kötü muamele uygulamaları:
Hapishane sürecinin kendisi başlı başına acı veren travmatik bir süreçtir; ayrıca bir cezalandırmaya tabi tutulamaz. Kapatılmanın dışında fiziki veya manevi ağır acı veya ıstırap veren fiiller (yetersiz sağlık hizmetleri/sağlığa erişimin kısıtlanması dâhil) işkence ve kötü muamele kapsamına girmektedir.
Türkiye’de hapishaneler, her dönem işkence ve diğer kötü muamele uygulamalarının yoğun olarak yaşandığı mekânlar olmuştur.
Özellikle de 2015 Temmuz’unda Türkiye’nin yeniden çatışma ortamına girmesiyle başlayan, daha sonra askeri darbe girişiminin bastırılması ve ardından OHAL ilan edilmesiyle devam ederek günümüze varan süreçte hapishanelerde tutuklu ve hükümlülere yönelik işkence ve diğer kötü muamele uygulamalarında olağanüstü düzeyde artışlar yaşanmaktadır.
a. Mahpuslara Muameleye Dair Birleşmiş Milletler Asgari Standart Kurallarının (Nelson Mandela Kuralları) “Dış dünya ile ilişki”si kapsamındaki Madde 59’da yer verildiği gibi “Mahpuslar, mümkün olduğu ölçüde, evlerine veya sosyal iyileştirme yerlerine, yakın yerleştirilir.” temel yaklaşımına karşın Türkiye’de mahpusların, daha ilk aşamada, yaşadığı yerlerin çok uzağındaki hapishanelere gönderilmeleri kendi başına işkence ve diğer kötü muamele başlığında ele alınabilecek bir hak ihlaline yol açmaktadır.
b. Hapishanelere girişten itibaren çeşitli çeşitli nedenlerle (işkence yöntemine dönüşen “soyarak arama/çıplak arama”, kelepçeli muayene, ayakta tekmil vererek sayım gibi) uygulanan kaba dayak, her türden keyfi muamele ve keyfi disiplin cezaları, hücre cezaları, sürgün ve sevkler yakın tarihte görülmedik boyutlara ulaşmıştır.
TİHV’in beş tedavi merkezine 1.1.2016-31.12.2023 tarihleri arasında başvuran 5553 kişinin 2729’unun hapishane süreçlerinde işkence ve kötü muameleye maruz kaldıkları görülmüştür. 2016 sonrasında hapishanelerde işkencenin tüm başlıklarda arttığı gözlenmektedir. Hapishanelerde 2016-2023 yılları arasında en sık % 71,4 ile hakaret ve % 54,4 ile kaba dayak başta olmak üzere fiziksel müdahalelerin yanı sıra temel hakların (% 79,8) ve sosyal hakların (% 73,6) kısıtlandığı belirtilmiştir.
Hapishanelerde sağlık hakkı
a. Sağlık hizmetine erişimin kısıtlanması, hapishane reviri ziyaret hakkının kısıtlanması, Adli Tıp Kurumu’na, adliyeye ve hastaneye götürülürken kelepçe takılması dâhil kötü muamele uygulamaları, mahpusların sağlık sorunlarının zamanında ve etkili bir şekilde çözülmemesi, uzun bir süredir devam eden bir başka sorun alanıdır. Özellikle son dönemde tedavilerini zorlukla sürdüren mahpusların büyük bir çoğunluğunun başka hapishanelere sürgün edilmesi sağlık hizmetine erişim hakkına önemli ölçüde zarar vermiştir.
b. Hapishaneler ile ilgili bir diğer önemli konu da hasta mahpuslardır. Bu kişilerin karşı karşıya olduğu sağlık hizmetine yeterli erişim sağlayamama, Adli Tıp Kurumu’nun bağımsız olmaması dâhil, bağımsız ve nitelikli tıbbi değerlendirme raporu alamama gibi sorunların yanı sıra Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanunu’nda 28 Haziran 2014 tarihli “toplum güvenliği bakımından ağır ve somut tehlike luşturmayacağı değerlendirilen” şeklindeki değişiklikte yer alan “toplum güvenliği” ibaresi, hasta mahpuslar için “kesin hayati tehlike teşkil ettiği” yönünde raporlar verilmiş olsa bile, mahpusların salınmaları konusunda bütünüyle keyfiyete yol açmaktadır.
Her ne kadar 2 Ocak 2023 tarihinde Adalet Bakanlığı tarafından yayımlanan bir genelge ile bu konuda kimi düzenlemeler yapıldığı iddia edilmekte ise de “mevzuat” bölümünde yer verildiği gibi hasta mahpusların giderek daha da ağırlaşan sorunlarının çözümüne katkı sağlaması olanaklı değildir.
En son 29 Nisan 2022 tarihinde güncellenen İHD verilerine göre “tespit edilebildiği kadarıyla” toplam 651’i ağır olmak üzere 1517 hasta mahpus bulunmaktadır.
Yaşam hakkı ihlalleri hapishanelerdeki bir başka önemli bir sorundur. Hatırlatmak isteriz ki, en son 31 Ağustos 2022 tarihinde güncellenen Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin Yaşam Hakkını içeren 2. Madde Rehberinin 54. Paragrafında da yer verildiği gibi “Mahkeme [İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi], her tutuklunun [alıkonulanın], hakkında karar verilen tedbirlerin uygulama yöntemlerinin, ilgiliye tutukluluğa [alıkonulmaya] bağlı olarak duyulan acının kaçınılmaz seviyesini aşan bir yoğunlukta herhangi bir üzüntü veya sıkıntı vermemesini sağlayacak şekilde insanlık onuruna yakışır tutukluluk [alıkonulma] koşullarında bulunma hakkına sahip olduğunu belirtmiştir; Mahkeme, bir tutuklunun [alıkonulanın] sağlığının yanı sıra esenliğinin de, hapis uygulamasının gerekleri bakımından uygun şekilde sağlanması gerektiğini eklemiştir (Dzieciak/Polonya, § 91).” şeklindeki ifade ile bu konu doğrudan devletlerin pozitif yükümlülüğüdür. Durum böyle iken, TİHV dokümantasyon biriminin tespit edebildiği kadarıyla 2022 yılında hapishanelerde en az 48, 2023 yılında ise en az 20 mahpus hastalık, intihar, şiddet, ihmal vb. çeşitli gerekçelerle yaşamını yitirmiştir.
Hapishanelerde yaşanan ölümlerle ilgili, mahpusların ailelerinin, avukatlarının ve hak savunucularının da bir parçası olduğu etkin soruşturmalar yürütülmemektedir. Mahpus gerçekten intihar etmiş olsa bile neyin onu buna sevk ettiğine, öncesinde biyo-psiko-sosyal iyilik hâlinin ne durumda olduğuna ya da işkence ve diğer kötü muameleye maruz kalıp kalmadığına dair etkin soruşturma yapılmadığı için ölüm olayları hakkında yeterli bilgi alınamamaktadır.
Örneğin, Yılmaz Ekinci 13 Ocak 2022 tarihinde Aydın E Tipi Cezaevi’nde şüpheli bir şekilde yaşamını yitirmiş idi. “İntihar ettiği” ileri sürülen Yılmaz Ekinci ile ilgili işkence ve diğer türde kötü muameleye ilişkin ciddi ve güvenilir iddiaları destekler nitelikte görüntülerin daha sonra ortaya çıkmasının ardından 5 infaz koruma memuru hakkında ‘görevi kötüye kullanma’ suçundan cezalandırılması istemi ile dava açılabilmişti. 18 Temmuz 2023 tarihindeki duruşmada tüm sanıklar yönünden yeterli delil oluşmadığı ve suç unsuru bulunmadığı gerekçesiyle beraat kararı verildi.
Hapishaneler ve tecrit/izolasyon sorunu
Çok uzun yıllardır (2000 yılından bu yana) uygulanmakta olan ve tutuklu ve hükümlülerin fiziksel ve ruhsal bütünlüklerinin ciddi şekilde zarar görmesine neden olan tek kişi ya da küçük grup izolasyon/tecrit uygulamaları çözülemeyen kronik bir soruna dahası rutin bir uygulamaya dönüşmüştür. Dahası söz konusu ağır izolasyon/tecrit politikası özellikle yeni açılan Yüksek Güvenlikli ve S Tipi, Y Tipi gibi Hapishanelerde de özel uygulamaya dönüştürülmeye çalışılmaktadır. Bir kez daha Avrupa İşkencenin ve İnsanlık Dışı veya Onur Kırıcı Ceza veya Muamelenin Önlenmesi Komitesi’nin (CPT) “Tutukevlerindeki mahkumların günün makul bir kısmını (sekiz saat veya daha fazla) hücreleri dışında, belirli amacı olan ve değişen faaliyetler yaparak geçirmeleri hedeflenmelidir. Doğal olarak, hüküm giymiş mahkumların bulunduğu kurumlardaki programlar daha da uygun olmalıdır.” şeklinde ifade edilen standart ilkesini hatırlatmak yararlı olacaktır. Buna karşın Adalet Bakanlığı‘nın 10 tutuklu ve hükümlünün haftada 10 saat bir araya gelerek sosyalleşmesini öngören 22 Ocak 2007 tarihli genelgesi (45/1) bile yürürlükte olmakla birlikte uygulanmamaktadır.
İzolasyon uygulamasının özel bir biçimi İmralı Cezaevi’nde yaşanmaktadır. 2011 yılından bu yana kesintisiz devam etmekte olan aile ve avukat görüş/ziyaret yasakları, 2019 yılında üç kez, 2020 yılında bir kez (3 Mart 2020 tarihinde) yapılan aile ve 2019 yılında beş kez yapılan avukat görüşmelerine rağmen hâlen sürmektedir. Avrupa İşkenceyi Önleme Komitesi’nin Türkiye hapishanelerine 2017 ve 2019 yılı ziyaretleri sonucu açıkladığı raporlarındaki tavsiyelere uyulmadığı anlaşılmaktadır.
Hükümlülerin salıverilmelerin keyfi biçimde engellenmesi
15 Nisan 2020 tarihli Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanunun 89. Maddesinde yapılan değişiklik ile Gözlem ve Sınıflandırma Merkezleri ile Hükümlülerin Değerlendirmesine Dair Yönetmelik 29 Aralık 2020 tarihinde Resmi Gazetede yayınlanarak yürürlüğe girmiştir.
Bu yönetmelikle oluşturulan İdare ve Gözlem Kurulları ile 6 aylık periyotlarda mahpusun iyi halli olup olmadığını değerlendirmektedir. 5275 sayılı Kanunun 89. maddesinin üçüncü fıkrası uyarınca iyi hâl değerlendirmesi yapacak olan kurula Cumhuriyet başsavcısı veya belirleyeceği Cumhuriyet savcısı başkanlık edeceği kararlaştırılmıştır. Bu kurulda; kurum müdürü, gözlem ve sınıflandırmadan sorumlu ikinci müdür, idare memuru, cezaevi tabibi, psikiyatrist, bir psikolog ve Psiko-Sosyal yardım servisinde görevli diğer unvandan bir personel, öğretmen, infaz ve koruma baş memuru ile kurum müdürü tarafından teknik personel arasından seçilen bir görevlinin yer alacağı da belirtilmiştir.
Bu yönetmelik doğrultusunda kurulan kurullar, kendilerini mahkeme yerine koyarak mahpuslar hakkında iyi halli olup olmadıklarına dair değerlendirmede bulunmakta, mahpusların koşullu salıverilme ve denetimli serbestlik haklarından yararlanıp yararlanmayacaklarına karar vermektedirler. İçlerinde yalnızca hapishane savcısı dışında hukukçu kimsenin olmadığı, mahpusların tahliye edilip edilmeyeceğine karar veren ve paralel bir mahkeme gibi hareket eden bu kurullar hukuki değildir.
Ayrıca İdare ve Gözlem Kurulları mahpusların iyi halli olup olmadığına karar verirken soyut ve sübjektif yorumlarda bulunmakta, siyasi mahpuslardan da pişman olduklarına dair beyan istemektedirler. Bu kararlardan kaynaklı olarak yüzlerce politik mahpus denetimli serbestlik ve koşullu salıverilme haklarından mahrum bırakılmaktadır.
Kesinleşmiş cezalarının infazı için koşullu salıverilme adı altındaki gerekli süreyi tamamlamış olmalarına rağmen, ağırlıklı kesimini siyasi gerekçeler ile ceza alanlar oluşturmak üzere pek çok mahpusun “Gözlem ve Sınıflandırma Merkezleri ile Hükümlülerin Değerlendirmesine Dair Yönetmelik” kapsamında cezaevi idare ve gözlem kurullarının kararları ile tahliye edilmemeleri, son dönemde giderek artan yoğunlukta yaşanan önemli sorunlardan bir diğeridir.
Özellikle 2023 yılından itibaren bilhassa kamuoyunda “30 yıllık”lar diye bilinen ve aldıkları müebbet hapis cezasının infazı için gerekli süreyi tamamlamış olan çok sayıda kişinin tahliyeleri kurul kararıyla ertelenmiştir. Maalesef yetkililerin sağlıklı veri paylaşımı olmadığı için kaç mahpusun idare ve gözlem kurullarının kararları ile tahliye edilmediği kesin olarak bilinmemektedir.
Tüm bu tespit ve veriler, derhal çözüm yollarının bulunmasının gerekli olduğu, hapsetmenin siyasal iktidar açısından asli bir yönetme tekniği hâline getirildiğini açıkça göstermektedir. Yanı sıra hapishanelere yönelik sivil kurumlar dahil etkin izleme mekanizmalarının zaten söz konusu olmadığı bir ortamda hapishanelerdeki insan hakları ihlallerinin “sıradanlaştırma” çabaları ve iyice görünmez hâle getirilmeye çalışılması son dönemin karakteristik bir başka özelliğine dönüşmüştür.
Yarın: Çalışma raporundaki “İnsan hakları rejiminin mevcut krizinin ulaştığı boyut” ve “Türkiye’de insan hakları durumu” bölümleri
(AS)