Koalisyon girişimlerinin başarıya ulaşmamasından sonra, erken seçime gidiliyor. Daha 7 haziran seçimlerinin ne anlam ifade ettiği anlaşılmadan, yeni bir seçim trendine girilecek.
Son bir yıllık gelişmeleri bir film şeridi gibi tekrar izlediğimizde, yaşananların bir tiyatronun değişik sahnelerini oluşturduğu yönündeki kanaatimiz daha bir güçlenmektedir.
Bu tiyatronun ‘’çözüm süreci’’ sahnesi ve bugün de sergilenen ölüm ve yıkım sahnesinden sonra, sanki bütün bunlar hiç yaşanmamış gibi, bir-iki ay içinde, yeni bir ‘’barış, kardeşlik ve çözüm sürci’’ sahnesi oynanırsa, hiç şaşmamak lazım.
Bu tiyatronun bu denli kolay bir şeklide sahnelenebilmesini sağlayan en önemli faktör, Kuzey Kürdistan ve Türkiye’de özgürlüğü, adaleti, demokrasiyi gerçekten de içselleştirmiş , bu oyunu bozacak doğru siyaset sahibi güçlü odakların olmayışıdır.
Evet, Türkiye devleti, bir kez daha kin ve nefretle halkımıza saldırmakta, ülkemizi yakıp yıkmaktadır. 7 Haziran seçimlerinde, Kürtlerin, Kürdistan halkının devlet partilerine ve dolayısıyla devlete ‘’hayır’’ demesi, devletin ve devlet partilerinin hafızasında yer alan Kürt fobisini yeniden canlandırmıştır. Bu fobi, fırsatını bulduğunda ‘’öcünü almak’’ üzere bu kesimleri harekete geçirmiştir. Devletin mevcut haleti ruhiyesini, tam da bu öc alma duygusunun dışa vurumu olarak görmek lazım.
Bugün oluşan ölüm ve yıkım tablosunda sayın Erdoğan’ın söylem, tutum ve yaklaşımının büyük rolü olduğu açıktır. Kin ve nefret Erdoğan’ın tüm siyasetine eğemen olmuştur. Ama, bu saldırıları sadece ‘’Erdoğan’a ve AKP’ye mal etmek ’’ hem yanlış bir tesbittir, hem de sorunun gerçek boyutlarını görmemizi engellemektedir. MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’yi bu saldırılar da tatmin etmiyor olmalı ki; ‘’sıkıyönetim ve iç savaş’’tan bahs ediyor. CHP bu saldırılara karşı olduğunu belirten bir tek açıklamada bulunmamıştır; aksine ‘’şehit, vatan, millet’’ söylemleriyle bu saldırı korosuna destek sunmaya devam etmektedir. Ordusuyla, MİT’iyle, polisiyle, parlamentosu, siyasi partileri, basın ve yayın organlarıyla, Türkiye devleti, Kürdistan halkına karşı bir kez daha ‘’topyekün bir savaş’’ başlatmıştır. Bu saldırılar Türkiye devleti’nin ‘’çözüm süreci’’ diye bir niyetinin ve uygulamaya koyacağı gerçekçi bir programının olmadığının açık göstergesidir.
Geldiğimiz yer itibariyle, iki yılı aşkın bir süredir Kürdistan halkını ‘’devlet ile barıştıklarına’’, bu kez ‘’barışın geleceğine’’ ikna etmeye çalışan Öcalan ve PKK’nin izlemiş oldukları siyasetin yanlışlığı da açık ve net bir şekilde ortaya çıkmıştır. Öcalan ve PKK, devletin oyalama ve sürünceme siyasetine bilerek ya da bilmeyerek güç katan bir pratik sergilemişlerdir.
Şimdi, bütün perdeler kalktı; devlet gerçek niyetini dışa vurdu. Kürdistan halkı cezalandırılıyor. Devlet partilerini reddeden Kürdistan halkı ‘’ ölüm gösterilerek, sıtmaya razı edilmek’’ isteniyor. Ağır silahlar kullanılmak suretiyle şehirlerimiz bombardımanlarla yıkılıyor, silahlı saldırılarla İnsanlarımız katlediliyor, ormanlarımız yakılıyor, bir bütün olarak Kürdistan viraneye çevrilmeye çalışılıyor.
Sorunu kişiselleştirmek istemiyorum fakat hatırlamadan da olmuyor: Esat Bozkurt’ların, Muğlalı Mustafa’ların torunları, insanlık tarafından her ne şart altında olursa olsun savaş suçu sayılan fiilleri Kürdistan’da işlemeye devam ediyorlar. Dersim’de , Zilan’da , Barzan’da , Şengal’de , Kobani’de aynı kirli ruhu taşıyanlar, insanlarımızı en aşağılık yöntemlerle katlettiler, onurumuzla oynadılar, ölülerimize hakaret ettiler. Ama bu çirkinlikleri yapanlar, “abad olmadılar”. “Zülümle abad olunmaz” diye caka atanlar, bilin ki sizler de abad olamayacaksınız.
Bu saldırılar karşısında Kürtler, Kürdistanlılar olarak bizler ne yapıyoruz?
Ne yazık ki, kimilerimiz bindiği dalı kendi eliyle keserken, ülkesindeki ateşe su yerine benzin dökerken, kimimiz de bir sinema filmi seyrediyormuşçasına, ‘’güzel’’ yorumlarda bulunmakta; deyim yerinde ise, canlı canlı yok edilişimizi izlemekle yetinmekteyiz.
Kuzey Kürdistan’da son 30 yılda, hangi gerekçe ve nedenlerle açıklanırsa açıklansın, siyaset sahnesi neredeyse tek renkli, tek sesli bir hal almıştır. PKK fiilen tek aktör durumuna gelmiştir. Tablonun bu şekilde olmasında 30 yıl , yeni bir ses, yeni bir siyasal güç yaratamamış olanların olumsuz rol ve payını açık yüreklilikle teslim etmek lazım. Kürdistan halkı , PKK dışındaki siyasal oluşumların kendilerini yeniden üretememelerinin, kendi emeklerine sahip çıkamamalarının yarattığı travmanın, yarattığı tasfiyenin bedellerini bugün ağır faturalarla ödemektedir.
Açıkça belirtmek yarar var: Türkiye Devleti, Kürdistan halkını cezalandırmak için fırsat kollarken, ne yazık ki, PKK de devletin bu kirli planlarının uygulanmasına bilerek ya da bilmeyerek zemin hazırlamaktadırlar.
30 Yıllık savaşı boyunca, bir milimetrelik ülke toprağını özgürleştiremeyen PKK, son dönemlerde ‘’şehirlerde özgür alanalar yaratma’’yı gündemleştirmeye başladı. Halkımızın %90lara varan ezici bir çoğunlukla devlet partilerini reddetmiş olduğu bir çok Kürdistan ilçe ve illerini , ‘’hendek’’ler kazıyarak, mahallelerde ‘’yüzleri kapalı gençler’’le ‘’savunma birlikleri ‘’ oluşturarak, ‘’özgür alanlar’’ haline getireceğini ilan eden PKK; bu da yetmezmiş gibi, ‘’böyle devam ederse, şehirlere gerilla birliklerini göndereceğiz’’ demektedir.
Bir siyasal hedeften ve güvenilir bir taktikten yoksun bu siyaset tarzı açık bir şekilde, halkımızı, şehirlerimizi devletin yıkım hedefi haline getirmektedir. Zarar gören, Türk devleti değil; ekonomisi, canı, doğası, sosyal yaşamıyla Kürdistan halkıdır, Kürdistan’dır. Peki niçin? Artık devletin Kürdistan’daki varlığı istenmiyor mu? Bağımsızlık mı isteniyor? Hayır! Devlete karşı olmamak ama kaymakamı istememek! Evet, PKK’nin bugün ‘’ toplu direniş’’ olarak ifade ettiği şey, sadece Kürdistan coğrafyasında sürdürülen bir yıkıma dönüşmektedir.
PAK olarak, şiddetin uygulanmadığı, siyasal, demokratik, sivil yol ve araçlarla Kürt ve Kürdistan sorununun çözümünden yanayız. Bu temelde de bir örgütlenmeyi önümüze koyduk. Kuzey Kürdistan’da bugünkü koşullarda şiddetin yarardan çok zarar ürettiğini söylüyoruz. Bugün halkımızın şiddete ihtiyacı yoktur.
Artık neyin ne için ve ne kadar süreyle savunulacağını kestiremez olduk. Bir gün ‘’demokratik cumhuriyet’’, bir gün ‘’öz yönetim’’, bir gün ‘’ devletin reddi’’, bir gün ‘’ortak vatan Türkiye’’ , bir gün ‘’Kürdistan’’ ile tüm değerler anlamsızlaştırılmaktadır.
HDP ‘’Türkiye’’ partisi olduğunu söyledi durdu. Ama aslında , HDP, yanlış siyasetlerle , ‘’ kendisine emanet oylar teslim eden’’ Kürt halkını Türkiyelilik siyasetine entegre etmeye çalışan bir yaklaşım içindedir. Eğer ‘’öz yönetim’’ siyasetine gerçekten de inanıyorsanız, bunun ilk adımı, HDP milletvekillerinin parlamentodan çekilmesi ve ‘’öz yönetim parlamentosu’’nun ilan edilmesidir. Ardından 100’ü aşkın belediyenin benzer ortak bir tutum almasıdır. Yanısıra tüm Kuzey Kürdistanlı siyasal partilerin oluşturacakları temsil kurumu ile birlikte, Parlamenterler ve belediyeler ortak bir tutumla, BM’e, AB’ye başvurarak dünyayı hakemliğe çağırılabilirler. Bunu yapmak yerine, bir-iki ay sonra sizlerin bile unutacağınız ‘’öz yönetim’’ ilanlarının bir anlamı olmayacaktır. Geçmişte bu türden ‘özerk’ fakat hayat bulmayan ‘’ilanları’’da gördük. Peki onlara ne oldu da yeniden bu ‘’öz yönetim’’ler ilan ediliyor?
Bir yandan ‘’devletin kurumlarını tanımıyoruz, öz yönetim ilan ediyoruz’’ demek, bir yandan da ‘’Atatürk ilke ve inkilaplarıyla, büyük Türk milleti önünde’’ milletvekili yeminini okumak, ‘’Türkiyenin ortak çıkarları’’, ve ‘’demokratik cumhuriyetin inşası’’ için, ‘’koalisyon hükümetinde’’, ‘’seçim hükümetinde’’, kendisine yer aramak, kolayca izah edilecek bir durum değildir. Yoksa her şeyde olduğu gibi buna da mı ‘’taktik’’ denecek ? Sakın bu ‘’özgür şehirler’’, ‘’alan savunmaları’’, ‘’hendek kazmalar’’ da ‘’taktik’’ olmasın?
Öcalan ve PKK’ye Çağrı
Günlerdir ‘’sayın Öcalan yakında konuşacak’’ deniliyor. Şimdi sormak istiyorum , sayın Öcalan sizlere ne diyecek? Bu kanın durması, bu yıkımın son bulması, ‘’’hendek’’lerin ortadan kaldırılması, ‘’özgür şehirlerin yanlışlığı’’, amaçsız asker-polis öldürmelerinin karanlık provakasyonlara kan verdiğinin görülmesi için illa da sayın Öcalan’ın mı açıklama yapması beklenecek? Ayrıca, bu kadar kan ve yıkım yetmiyor mu ki, sayın Öcalan hala açıklama yapmıyor; neyi bekliyor?
Buradan Öcalan’a da seslenmek istiyorum. 2013 yılının 15-16 Haziranı’nda Diyarbakır’da yapılan ‘’Çözüm Konferansı’na ‘’ gönderdiğiniz mesajda çok net bir şekilde şöyle demiştiniz: ’’Ben burada tutsak koşullarında yaşıyorum. Sizler adına karar vermem doğru değil. Artık halkımızın temsilcisi siz olun. Ben de sizlerin kararlarınıza tabii olurum’’
Sayın Öcalan bu dediklerinizi gerçekten de uygulamanızı öneriyorum. Sizin için de , PKK için de tüm Kürdistan halkı için de doğru olan budur. Tutsaklık koşullarında olan birinin özgür bir siyaset geliştiremeyeceği açıktır. Kuzey Kürdistanlı tüm siyasal güçler bir araya gelsinler. Halkımızın çıkarlarını içeren kısa, orta ve uzun vadeli programlar hazırlasınlar. Halkımızın temsilini bu kurum yapsın. Sizin de düşünce ve önerilerilerinizi alsınlar. Ve bu temelde Devlet ile görüşmeleri yürütsünler. Bu görüşmelerin sağlıklı ve şefaf bir şekilde yürümesi için de üçüncü taraf olarak kabul gören uluslararası garantörler de masada olsunlar.Evet sayın Öcalan, siz gerçekten de Kürdistan halkına hizmet edecek bir çağrıda bulunmak istiyorsanız; yapacağınız çağrı bu olmalıdır. Bunun dışındaki çağrılar defalarca yapıldı. Ama sonuçlar ortada. Bu sorunu kapalı kapılar ardındaki görüşmeler kısır döngüsünden kurtaralım.
Sayın Öcalan’a PKK’ye, HDP’ye açık çağrımdır: Öncelikle siz ateşkesi PKK cephesinden uygulamaya koyun. Şehirlerin devletin saldırılarına maruz kalmasına yol verecek her türlü uygulamaya son verin. Şehirlerdeki gerilla ve diğer savaşçı güçlerinizi geri çekin. ‘’Şehirleri özgürleştirme ‘’ planlarının şehirleri ‘’toplu mezarlara dönüştürmek’’ten öteye geçemeyeceğini görün . Bu tarz bir mücadelenin bir asır geride kaldığını, günümüz koşullarında sizin bu yöntemlerinizle, dünyanın desteği olmaksızın,bunun mümkün olamayacağını anlayın. Bunu anlamak için ille de bu pratiği , bu yıkımı yaşamak mı lazım? Kürdistan halkı zaten devlet partilerine ‘’hayır’’ demiştir. Bundan sonrası halkımızın örgütlendirilmesi ve yapay ‘’ortak vatan, demokratik cumhuriyet’’ teorileri yerine, Özgür Kürdistan’ın kurumsal olarak adım adım geliştirilmesidir.
Buradan açıkça söylüyoruz; gelinen aşamada, iyi niyetle Kürtler arası diyaloğu güçlendirmek istiyoruz. Bugüne kadar yaşamını feda eden binlerce gerilla ve özgürlük davası emektarlarının emek ve değerlerine saygıyı esas alan yeni bir siyaset kültürünü geliştirmek istiyoruz. PKK’nin de kendi dışındaki Kürt siyasal parti ve oluşumlarını yok sayan ‘’tekçi’’ anlayışını bir yana bırakarak, tüm halkımızın özlemi olan birlik zeminine gelmesini öneriyoruz. Birliğin, herkesin size tabii olması, sizin gölgenizde siyaset yapması anlamında ele alınmasının, daha baştan birliğin reddi anlamına geleceğini görmenizi istiyoruz. Türk devleti’nin 1920’lerdeki ‘’ komünist parti de olsa yine ben kurmalıyım’’ anlayışını, 90 yıl gecikmeyle Kuzey Kürdistan’a uygulamaktan vazgeçmenizi, değişen dünyanın ihtiyaç ve gerçekliğini görmenizi istiyoruz. Rojava Kürdistanı’nda da izlenen ‘tekçi’’ siyasetin, Güney Kürdistan’da dönem dönem sergilenen ve ağırlıkla sayın Barzani’yi hedef alan saldırgan yaklaşımların halkımıza verdiği derin zararları görmeniz gerekir.
PKK, HDP olarak savunduğunuz , ‘’ulus devlet dönemi bitmiştir’’, ‘’ Kürdistan coğrafyası eksenli statü yanlıştır’’, ‘’Türkiye ortak vatanımızdır’’, ‘’çözüm demokratik cumhuriyettir’’ vb. yanlış yaklaşımların ne denli tahribkar bir rol oynadığını görün artık. Kiminiz bunları ‘’taktik’’ olarak değerlendiriyor, ama ‘’taktik’’ dediğiniz şeyin halkımızın bilincinde ne denli derin sapma ve yaralar açtığı açıktır. Yok gerçekten de bu teorilerin doğruluğuna inanıyorsanız; o zaman yeni bir parti kurmanıza gerek yoktur, zaten 90 yıldır değişik söylemlerle ‘’tek vatan, tek millet, tek devlet, tek bayrak’’ diyerek benzer bir siyeseti yürüten onlarca parti kurulmuştur.
Siyasette demokratik çoğulculuğa, çok renkliliğe, çok sesliliğe alışamayanların, bunu hazmedemeyenlerin, gün gelir kendilerinin de bu özgürlük ve demokrasiye muhtaç kaldıklarının sayısız örnekleri vardır. PAK, özgürlük mücadelesine yeni bir soluk katmaya çalışıyor. Kürdistan halkının her ferdinin kendi düşüncelerine uygun bir siyaset yürütme hakkı vardır. Tek parti anlayışını dayatmaya çalışanlar şu gerçekliği görmelidirler: Türkiye Devletine boyun eğmeyenlerin , başkalarından izin almalarını , başkalarına boyun eğmelerini beklemek gerçekçi bir yaklaşım olmayacaktır.
Türkiye Devleti’ni de bir kez daha aklı selime davet ediyoruz. Bu katliam, imha, kin ve nefret siyasetini, 90 yıldır uyguladınız , ama Kürdistan özgürlük mücadelesinin durdurulamayacağını gördünüz. Gelin bu nefret dolu siyaseti bir tarafa bırakın. Halklarımızın kanını kendi saplantılarınız için dökmekten vazgeçin.
Bu savaşın esas mağdurlarından biri olan Türkiye halkı , eşitlik temelinde özgür koşullarda, adil bir çözüm bulmak için henüz geç kalınmadığını görebilmelidir. Gelin Kürdistan ve Türkiye’nin eşit ortaklığını içeren bir statü için adım atalım. Kürdistan halkı devletleşme hakkını bugünkü koşullarda, böylesi bir federasyon için de kullanabilir.
Halkımızın ve ülkemizin, temel hak , özgürlük ve ulusal değerlerini benimseyen, kişilikli ve bağımsız bir duruş sergileyen, tarihi kendisinden başlatmadan 200 yıllık özgürlük mücadelesinin devamcısı olan bir partiye ciddi bir ihtiyaç duyduğu bu tarihsel koşullarda, PAK’ın varlığı, Kuzey Kürdistan için önemli bir şanstır. PAK çalıştıkça, kitleselleştikçe bu şans bir umuda dönüşmektedir.
Gün ‘’meleklerin cinsiyeti’’ni tartışma günü değildir. Detaylara boğulmadan, siyaseten birbirine yakın en geniş özgürlükçü, demokrat potansiyelin birliği yaşamsal bir önem taşımaktadır. Hiçbir komplekse girmeden, ilgili herkesi , kişisel, grupsal vb. hesapları bir tarafa bırakarak güçlü, özgürlükçü, demokratik Kürdistani bir parti yürüyüşünde PAK’a destek olmaya; hep birlikte daha güçlü bir partiyi yaratmaya çağırıyoruz. Bu yönde atılacak her adımı destekleyeceğimizi açıkça ilan ediyoruz.
Birleşebilecekler birleşmeli, ayrı olanlar ittifak etmeli, ittifak edemeyenler diyalog içinde olmalı, bunu da yapamayanlar birbirlerine düşmanlık yapmamayı öğrenmelidirler. 22.08.2015
Mustafa Özçelik
PAK Genel Başkanı