Uluslararası Politika Büyük Ortadoğu Projesi Cihatçılar ve Kürtler -5-

Batı Devletlerin Kürtlere Bakışı 

Dünyayı yöneten batı devletleridir. (*)Rusya, Çin ve Hindistan devletleri, es geçilmez, ama bunlar muhalif durumdalar. Yine de bu devletlerin uluslararası politika düzleminde bir fonksiyonları olacak, ister istemez. Aslında Rusya ve Ukrayna savaşı öncesi biraz daha önemli bir fonksiyonları vardı. Çünkü Avrupa devletleri, Rusya devletiyle birlikte Amerika’yı dengelemek için ortak bir politika izlemeye çalışıyordu. Ama V. Putin, Ukrayna harbiyle Avrupa devletlerini karşısında buldu. Dolayısıyla önemli bir şansını yitirmiş oldu. Birde Orta Doğu’da İran ve Suriye ilişkileri bağlamında yenilgi demesek de sarsıldığını söyleyebiliriz.  Özcesi Vladimir Putin’in birkaç yıldan beri izlediği yanlış politikaları yüzünden uluslararası politika ve diplomasi düzleminde geriledi. (**)

Ancak, her şeye rağmen BM üyesi dünya devletleri (başta Batı devletleri olmak üzere) uluslararası politika ve diplomasi düzleminde kendi aralarında şu veya bu biçimde uzlaşarak, anlaşarak verdikleri (açık veya örtük) kararlarla dünyayı yönetmeye çalıştıkları görülmektedir. Onların belirledikleri minvalde dünya bir yörüngede dönmeye devam etmekte, ama iyi ama kötü…

Aslında hangi açıdan bakılırsa bakılsın, kim neye karşı, neden yana veya neye rıza göstersin ya da göstermesin, bugünkü kapitalist-emperyalist dünya şartlarında bile şöyle veya böyle, ama dünyaya bir düzen gerekiyor. Peki, bu neme nem bir şey olur diye sorarsanız, o zaman bugünkü dünyanın hali ve pürmelalini göz önünde bulundurarak bir kez düşünün. HTŞ elemanların (barbarların) Arap Alevilerine ne yaptıklarını tasavvur edin. (Ehvenişer mantığıyla değil, hangi verilerle düşünmeye çalıştığımı anlarsınız bu arada.)

Mevcut dünya sistemine yumuşak söylemle rıza göstermeye çalıştığımı düşünen olabilir, ama hayır diyorum, zinhar öyle düşünmem, zira bu sistem insanlığın lehinde değildir. Dünden bugüne olumsuz dünya koşullarına rağmen, hiçte öyle kolay elde edilmeyen insanlığın büyük kazanımları var. İste o kazanımlar sayesindendir ki bugün çağdaşlıktan söz edebiliyoruz. Tabii ki iyi bir fikriniz varsa ne ala, ama bunun için mücadele etmelisiniz, yoksa dünya daha kötü şeylere maruz kalabilir. Mesela, cihatçı devlet ve örgütlerin dünyayı ele geçirecekleri yok, ama dünyayı nasıl kana buladıklarını deneyimlemiş bulunuyoruz.

Haliyle dünyayı yönetenler, uluslararası politik ve diplomatik paradigmayı da belirliyorlar. Dolayısıyla savaşa ve barışa da genellikle onlar karar veriyorlar. Ancak bunu yerküre mekaniği olarak nitelemek doğru değil, çünkü bütün bunlar, statik bir hareketler döngüsü oluşturamaz, büyük bir makinenin mekanize oluşundan söz etmiyoruz çünkü. Doğal-toplumsal koşulların işlevsel olduğu bir düzlemden söz ediyoruz. Değişim ve dönüşümün kesin bir işlevi var. Organik doğa ve insan evrimi milenyumlar içeriyor. Geleceğe bu perspektiften bakarsak meseleleri daha iyi anlarız. İnsanlığın yolu uzun…

Biz, mevcut dünya koşulları çerçevesinde çözümleme yapma durumundayız, koşullarımız bağlantılı çünkü. Balkanlar, Kafkasya ve Ortadoğu da bu bağlamda değerlendirilebilir. Balkanlar artık sakin, “problemsiz” görünüyor. Nedeni biliniyor, azda olsa sorunlarını çözmüş görünüyorlar. Galiba partikülarist eğilimleri azda olsa aşmış ve Avrupa atmosferine angaje olmuşlardır. Fakat Kafkasya pek sakin görünmüyor. Hele Ortadoğu’da durum çok vahim…

Ortadoğu’nun dominant sorunlarından biri de Kürt sorunu olduğunu tekrar belirtelim. Kürdistan’ın dört parçasında Kürtlerin sayısının kırk milyonu aştığı söyleniyor. (Doğruya yakın bir tahmin diye düşünüyorum.) Yanı sıra on milyondan fazla Kürd’ün dünyanın çeşitli yerlerine dağıldığı da yine doğruya yakın bir tahmin olarak kabul edilebilir. Kürtler, kendine yurt yapan ilk milletlerdendir. Medeniyeti kuran bir millettir. Ne var ki Kürtler, fetihler döneminde pek çok devlet tarafından saldırılara uğradı ve birden çok fetihçi devletin egemenliği altına alındı! Öylece Kürtlerin doğal gelişimi sekteye uğradı. Artık kendi Öztopraklarında vatansız yaşamaya mahkûm oldular. Tabii ki bu çok trajik bir durumdu. Ve bu trajedi tarihin sırtına yüklenen bir haksızlık olarak günümüze dek süregeldi.

Ama Kürtler, baştan beri uğradıkları tarihi haksızlığa karşı mücadele vermekten geri kalmadılar. Yaşadıkları büyük trajediye sayılmayacak kadar trajedi ve dramlar eklendi. Mücadeleleri bazı dönemler kesintiye uğradı, ama Kürtler başka güçlerin onların tarihini yapmalarına asla rıza göstermediler, fırsat ve güç buldukça yeniden özgürlük mücadelesine başlamışlardır. Emperyalist devletler, bu uzun hikâyeyi hepimizden daha iyi bilir, çünkü o hikâye ayrıntılarıyla arşivlerinde mevcuttur. Elbette bütün bunlar, kocaman bir deneyimler silsilesi demektir.

Ondandır ki Kürt sorunu, nehir yatağını zorlayan su taşkınına dönmüştür. Bu nedenle Kürt-Kürdistan sorunu çözülmeden Ortadoğu’da taşlar yerine oturmaz ve bölge sakinleşemez.

Birde Kürtlerin Kültürel yapısının (kültürel-sosyal dokusunun) bölgenin diğer halkların çoğuna nazaran demokratik ve Seküler bir topluma daha yatkın olduğu Kürtlerin hikâyelerinden de okunabilir. Dolayısıyla bölgenin ataerkil kültürlerden, çağ dışı siyasi eğilimlerden, İŞİT tarzı terörden arınması bakımından bir işlev göreceği kuşkusuzdur.

Zaten dünya,  Kürtlerin İŞİD’E karşı verdiği savaşa tanık oldu. Hangi devletin ordusu O barbarlara karşı savaşta yirmi bini aşkın askerini kaybetti? Kürt savaşçıların (Koalisyon orduların desteğiyle tabii) İŞİD’e karşı verdiği kahramanca savaşla insanlığı bir kara beladan kurtarmış oldu! Tıpkı medeniyeti kurduklarında insanlığın yolunu açtıkları gibi. Bu çok şey demektir. Çünkü İŞİD,  Ortadoğu’da gücünü koruyabilecek olsaydı, dünyanın başına musallat olan O Kara Bela daha bir büyüyecek ve insanlığa daha büyük zararlar verecekti, hiç kuşkusuz. Batı devletleri bu gerçeği gayet iyi öğrendi. Batı halkların Kürtlere sempati duyması bundandı ve buradan başladı.

Elbette bu imaj Kürtler için çok büyük bir avantaj. Açıktır ki on milyonlarca Kürd’ün kendi öz topraklarında mazlum (devletsiz-vatansız) bir millet olarak yaşamaları, dünya halklarının epey bir kısmının vicdanını rahatsız etmeye başlamıştır. Kürtlerin özgürlük için ağır koşullarda mücadele etmeleri dünyadaki pek çok halkın ve devletin dikkatini çekmiş ve aklını dürtmüştür.

Dünya halkları ve devletleri, Orta Doğu’nun mevcut sorun ve olgularını görmezden gelemez.

Kürtler Ne Yapmalı

Kürtler, en evvela kendi aralarında barışı sağlamalıdır. Çünkü Kürdün kendisiyle barışık olması öncelikli bir konudur. Çünkü kendi içinde kavgalı olan bir millet, ne kendisiyle barışık olabilir ne de kendi dışındaki millet ve güçlerle doğru temelde bir ilişki kurabilir.

Kürt ama Yahudi! Kürt ama Hristiyan! Kürt ama İslam! Kürt ama Alevi!..  Kürt ama Yezidi! Bilmem ne… Yok, şu aşiret, bu aşiret! Yok, benim ağam, yok senin paşan. Senin benim şeyh, hoca falan filan… Dışlama, ötekileştirme, kutuplaştırma içeren garip cümleler işte.

Bunlar yetmezmiş gibi bilmem şu örgüt bu örgüt! İşte, bu yüzden Kürtler, şimdiye kadar birbirlerini az parçalayıp yemediler… Geri kalmaları ve özgürlüklerini kazanmada geç kalmaları önemli ölçüde bu gibi nedenlere dayandığını rahatlıkla söyleyebiliriz. Evet, bu tür şeyler az önemli değildir.

Kürtler, mutlak surette bu ilkel davranışlardan kurtulmalıdır. Aynı millet! Aynı Kader! Aynı Zulüm! Her Kürdün hakları gasp edilmiş ve çoğunun emekleri sömürülmekte… Her Kürt (kadın ve erkek olarak) kaç katlı ezildiğini ve sömürüldüğünü bilmelidir. Dolayısıyla hepsi için özgürlük ve bağımsızlık büyük bir özlemdir. Keza haklarına ve emeğine göre yaşamayı da arzuladıklarını söyleyebiliriz.

Eğer altını çizdiğim şu ortak paydalar, bir milleti-halkı birleştiremiyorsa ulusal birlik zor mesele. Dolayısıyla ulusal özgürlük ve bağımsızlık da çok zor. Emeğine göre yaşamak ise daha uzak bir ihtimal. Bu bir.

Kürtler, kendilerine zulmeden Arap devletleri, Fars devleti ve Türk devletine karşı siyasi duruşunu almalıdır. Keza Arap, Fars ve Türk ırkçı, fanatik ve faşistlerine karşı da tavır koymalıdır. Ancak bütün Araplar, bütün Farslar ve bütün Türkler Irkçı, Fanatik ve faşist olamaz. Her millet, halk olarak bir yana, devlet adamları dâhil, bütün ırkçıları, dinci fanatikleri, faşistleri birleştirip bir yana koysanız çoğunluğu yine halk oluşturur. Bir halkın diğer bir halka düşmanlık hissetmesi yönlendirmeyle mümkün olabilir. Bu da yapay bir şey ve sürdürebilir değildir. Sömürgeci devletle halk karıştırılmamalı. Halklar kardeştir. Halklar arasında kardeşlik duygu ve düşüncesi eninde sonunda egemen olacaktır. Kürtler, bu durumu her zaman göz önünde bulundurmalıdır. Çünkü ezilen Halk, ezen devletin temsil ettiği etnik kimliğe sahip halkın hatırı sayılır ölçüde desteğini kazanmadan özgürlük mücadelesinin başat kılınması çok daha zorlaşır. Bu iki.

Kürt örgütlerin arasında rekabet olması negatif bir durumdur, bundan sakınılmalı, ortak amaç ve hedef doğrultusunda fikir teatisi ve dayanışma esas alınmalı, çünkü bu pozitif bir yönelimdir ve daha da geliştirilmelidir ki bu tür çabalar örgütler arası iş ve güç birliğine kadar uzanabilsin. Bu üç.

Her bir Kürt örgütünün sorumluluğunun altı özellikle çizilmelidir. Kürt örgütleri dar grup çıkarlarını değil, ulusun genel çıkarlarını esas almalıdır. Örgütlerin farklılıkları, örgütler arasında kötü rekabete ve sürtüşmelere değil, tartışılacak konuların zengin verileri olarak değerlendirilmeli ve işbirliği yoluna döşenecek mermer görevi görmelidir. Böylece ulusal birlik platformunu kurma yolu açılır ve ulusal birlik olanaklı hale gelebilir. Bu dört.

Ulusal birlik, örgütlerin birliği dışında olamayacağı gibi, yalnızca örgütlerin birliğiyle de oluşmaz; çünkü ulusal birlik bir toplum mutabakatıdır. Dolayısıyla toplumun içerdiği sınıf ve ara zümreleri ve farklı kimlikleri kapsaması gerekiyor. Hem de yalnızca kategorik (siyasi) temsili değil, fiili katılımı ve/veya en azından somut desteği gerektirir. Bu anlamda ulusal birlik, bir toplum sözleşmesi (anayasal) mutabakatın da ön koşuludur. Bu beş.

Kürt Aydınları, entelektüel (bilim) ahlakı ve sorunluluğuyla hareket etmelidir. Aydın, kendini örgütlerden birine daha yakın görebilir, ancak örgütsel bağlayıcılık çeperine girdiğinde iradi özgürlüğünü ve hareket serbestliğini yitirir. Haliyle örgütün üyesi-militanı konumuna girmiş olur. Bu altı.

Ayrıca Aydın, yukardaki belirlemeden biraz daha esnek bir şekilde örgütün genel görüşlerini benimseyip bir çeşit örgüt sözcülüğünü yaparsa da aydın kimliğini zedeler. Öyleyse Kürt aydını, her Kürt örgütüne aynı mesafede yaklaşmalı. Bu yeddi.

Aydının örgüt karşıtı gibi davranması da gereksiz ve yanlıştır. Aydın, özgür iradesine dayanmalı, doğru bildiğini söylemeli, doğru bilince ve düşünce zenginliğine katkıda bulunmalı ve pratik düzlemde de doğrunun yanında saf almalıdır. Yani Kürt aydını, bir praxis olarak davranabilmelidir. Tıpkı Avukat Şerafettin KAYA gibi. Bu sekiz.

Bu bağlamda Kürt aydının ulusal demokratik ve ulusal sınıfsal mücadelede çok önemli görevleri vardır. İstisnasız bütün Kürt örgütleri (ulusal reformist, ulusal devrimci demokrat, ulusal ve sınıfsal tüm gruplar) arasında kamplaşma ve sürtüşme, kötü rekabet, yıpratmaya dönük propaganda ve ajitasyonlara karşı sulh yapmalı ve örgütlerin iş ve güç birliğine gitmelerine mümkün oldukça katkıda bulunmalıdır. Bu dokuz.

Kürt aydını, Kürt ulusun politik iradesinin oluşmasında ve ulusal birlik yolunda aktif rol oynamalıdır. Bu on.

Kürt Yahudilerin İsrail, Amerika ve çeşitli ülkelerdeki Kürt lobi çalışmaları çok önemli ve Kürtler bu ve benzer faaliyetleri önemsemelidir. Halkları pozitif yönden etkilemek ve devletlerin desteklerini kazanmak için lobi faaliyetleri çok önemli bir işlev gördüğü sır değil, herkesin başvurduğu bir yoldur bu.  Kürtler de bu yolda etkin olmalıdır. Bu on bir.

Kürtler kendilerine içten pazarlıksız, samimi olarak uzanan elleri tutmalı ve onlarla pozitif ilişkiler kurmalıdır. Kim kendisine uzanan el ile kalkan eli karıştırırsa tekmelenmesine bizzat fırsat tanımış olur. Bu on iki.

Kürtler (örgütler, aydınlar ve halk), hem ilişkili oldukları devletleri her bakımdan hem de uluslararası politik ve askeri yönsemeyi dikkatle izlemeli ve ilkeli, kişilikli (yani reel ve rasyonel ve de devrimci) bir siyaset izlemelidir. Bu on üç.

Bölgede oluşan süreç Kürtler için tarihi bir fırsat sunuyor. Bu fırsatın tarihi bir temeli var elbet, ama süreç, henüz sürekli kırmızı iklimi geride bırakmış değil, çünkü bu süreç, aynı zamanda döngüsel bir güzergâhtır. Sözünü ettiğim tarihi fırsatın değerlendirilmesi birinci derecede örgütlerin mücadele ve politikalarına bağlı, ikinci derecede Kürt aydınların performanslarına bağlıdır. Kitlelerin etkinliği iki grubu pozitif olarak etkiler. Aksi bir durumda mesuliyet, grupların pozisyonuna ve hatalarına göre paylaşılır, ister istemez. Bu on dört.

Kürtler, her millet gibi self determinasyon isteme hakkına sahip olduğunu uluslararası politika ve diplomasi platformlarına taşımalıdır. Bu on beş.

Başarı Kürtlere özgürlük kapılarını açar ve herkes bunun huzurunu paylaşır. Aksini düşünmek bile istemiyorum.

Sonuç yerine.

Türk, Fars ve iki Arap devleti, egemenlikleri altına aldıkları Kürtlere yaşattıkları zulümden ötürü aralarında oluşan tarihsel husumeti unutturacak bir politika benimsemeliler ve Kürtlerle yıktıkları köprüleri bir başka biçimde yeniden kurmaya bakmalıdırlar. Yoksa sürgit kavga, çatışma, savaş, haliyle cinayet, katliam ve çekilmez bir hayat… Yaşam bu mu? Süreklileşen anormal yaşam içinde insanların normal kalmaları mümkün mü? Normal olmayan insanlardan normal-insani bir toplum oluşur mu? Tabii bütün bunlar savaşanlardan daha ziyade savaştıranlardan kaynaklanması ayrı bir sorun. Savaşanlar anormalleşirken savaştıranlar psikopatlaşır. Şöyle bir düşünsenize, ruh hastaların yönettiği bir savaşın ceremesini çeken bir toplum nasıl bir şey olur? Uzatmayayım, savaşanlar ya barış yolunu seçerek akli ve insani bir çizgiye çekilir ya da kaçınılmaz olarak bir yerde “Dananın kuyruğu kopar” ve “sepet kolunda herkes yoluna gider. İşte en problemli yol da budur, çünkü bu yolda herkes kaçınılmaz olarak büyük bedeller ödediği gibi, bir de bellek çatışmalarının yarattığı husumetler-düşmanlıklar sürer gider, dolayısıyla mayınlı yollar ne zaman biter bilinmez…

 Uygun çözüm yolu da var elbette. Öncelikle kimin ne yaptıklarına (olay çetelesine) ve yerli-yersiz ne söylendiğine çok bakılmaksızın (ön plana çıkarılmaksızın) muhatapların Kürt Sorunun özüne göre (reel ve rasyonel temelde) düşünüp gerçekçi bir yaklaşımda buluşmaları sorunun politik çözümü açısından ön koşul ve ilk-öncel adımdır. Ara Burucuların da (tartışma platformuna hakemlik edecek etkin ve yetkili mercilerin de)  çözümü kolaylaştıracak uluslararası diplomatik ve politik koşulları olgunlaştıracak paradigmayı oluşturması gerekir. Taraflar ve Güçler, bu şekilde Kürt sorununda çözücü olabilir… Olmalıdır da!

Abdürrahim Gümüştekin

Nisan 2025/Muş

(*) Dünya bir şekilde birileri tarafından yönetildiği sır değil. Ama bu konu tam bir uzmanlık konusu. Zira dünyayı yöneten devletleri de yöneten güçler var. Dünyanın sınıfların çıkarlarına ve onların kurdukları güç dengelerine dayanarak yönetildiğini söylemek ne kâhinliktir ne de komünistliktir. Bu belirlemeye “aman bu sınıf bakış açısıdır” diye tepki gösterecek olanların bakış açısını biliyorum, farklı düşünüyoruz, dünya görüşümüz farklı çünkü.

(**)Tam da yeri gelmişken V. Putin, bölgede Kürtlerin aleyhinde bir politika izlediğinin altını çizmeliyim. Amerika Suriye’de Kürtleri koruma politikası izlediği yadsınamaz, ama buna rağmen Afrin kantonu’ nün yıkılmasının iki müsebbibinden birincisi V. Putin, ikincisi Donald Trump olduğunun altını çizmeliyim. Çünkü Türkiye Devleti’ne savaş uçaklarına sınır dışı hava sahasını onlar açtı. Oysa Kürtler için Afrin önemli bir kaleydi, ama Türk devleti orayı yıktı, orada yaşanan trajedi ve dramı bütün dünya sadece izledi, ne yazık.)

Geef een reactie

Je e-mailadres wordt niet gepubliceerd. Vereiste velden zijn gemarkeerd met *