Uluslararası Politika “Büyük Ortadoğu Projesi” Cihatçılar ve Kürtler

“Hem Mısır’ın yüksek uygarlığı hem de Kürdistan’ın Gözleyenleri, dünyanın sorumluluğunu almadığı korkutucu bir miras olarak kaldı.” (Andrew Collins, Meleklerin Küllerinden-Günahkâr bir ırkın yasaklanmış mirası- Avesta Yay.)

 

Birinci Bölüm

Uluslararası Politika ve Bop

BOP; yeni bir proje değil, Emperyalist devletlerin “Yeni Dünya Düzeni” tasarısının bir parçasıdır. Siz, bunu dünyanın bir şekilde yönetilmesi olarak da okuyabilirsiniz. Emperyalist devletler ve müttefikleri, ortak bir hukuk ve politika temelinde dünyayı yönetmeye çalışmakta, ancak bu işlem, şeffaf değil, yani dünyaya açık değil, parmakla sayılacak kadar devletin (ki bu devletler bilinmeyen devletler değil) bilgisi ve mutabakatı çerçevesinde gerçekleştirilir. Bütün organizasyon ve politikalar böyle hallediliyor işte. O kadar ki çoğu kez Birleşmiş Milletleri boşa çıkarılıyor.

İşte, bu devletler, “Demir Perde Ülkeleri” olarak nitelenen paktı uzun uğraşılardan sonra çökerttiler (Mihail Gorbaçov’un Glasnost ve Perestroyka politikası hatırlansın) ve Dünya’yı yönetmede elleri öylece daha güçlenmiş oldu. Ardından Latin Amerika’daki Gerilla Hareketlerini bir şekilde tasfiye ettiler. Sıra Balkanlar, Kafkasya ve Ortadoğu’ya düzen(!) vermeye gelmişti. Söz konusu gelişmemiş bu bölgelerde de eş zamanlı ve yönlendirmelerle işe başlamaları elbette tesadüf değildi. Amaçları; “Kapitalizmin eşitsiz gelişim Yasası” işlerken, arkada bıraktığı sorunları (bölgelerarası dengesizliği) telafi etmek ve dolaysıyla gelişmemiş bölgelerin talihini değiştirmek değildi.

Irak devletinin uluslararası koalisyon güçlerin savaşıyla yıkılması (1991), söz konusu tasarının bir bileşeni olan Ortadoğu düzlemi üstünde yapılan hesapların-projenin uygulanması amacıyla atılan bir adım olduğu bugün daha iyi anlaşılıyor. Keza aynı dönemde Balkanlarda savaşın yoğunlaşması (etnik boğazlaşma) ve dolayısıyla yaşanan korkunç manzaralar için de aynı şeyi düşünebiliriz. Hakeza yine o dönemde Kafkasya’nın savaş meydanına dönmesi  (Gürcistan ve Çeçenistan’da çatışma ve savaşlar) için de aynı söylem geçerlidir.

Balkanlarda yaşanan kırımlardan sonra uzlaşı ve barış bir şekilde gerçekleşmiş oldu. Böylece Balkanlar, Avrupa’ya angaje olma sürecine girdi… Şimdi sakin görünmekte.

Kafkasya’da da boğazlaşma dindiğinde bir şeyler değişmişti tabii, akabinde bir süre yatışmış bölge havası da verdiydi, ancak Rusya ve Ukrayna savaşıyla bölgede yerine oturmamış taşların yeniden hareketlenme sinyali verdiği görülüyor.

Ortadoğu’da ise durum çok vahim, çatışma ve savaşlar daha boyutlu ve durmak bilmiyor… Devletler ve militer güçler, güç yettirdiklerini paralıyor. Bir zamanlar Kürt Yezitler ’in başına ne getirildiğine bütün dünya tanık ve seyirci oldu. İyi ki şimdi Suriye’de Dürziler az da olsa örgütlüler ve Suriye’dekiler biraz korunuyor gibi. Ama sözde Suriye (aslında Culani) devleti, askeri kıyafet girdirdiği insan avcılarıyla Suriye’de Arap Alevilerine zulüm etmekte ve katliamlar yapmakta…   Dünya, buna seyirci kalmakta, ne yazık! Kürtler dört egemen devletin kıskacında eziliyor. Nereden bakarsanız bakın yaşanan insanlık dışı manzaralar korkunç bir trajedi ve sonu nereye varacağı da belli değil.

Ezcümle Ortadoğu’da ağır sorunların çözümsüzlüğünden dolayı oluşan girdapta insan hayatı harcanıyor. İnsanlık tükeniyor alelade…

Ayrıca Latin Amerika’da Askeri Darbelerin sonu gelmiş gibi, ama sorunların sonu gelmiş mi? Hayır. Bir de Cin ve Kuzey Kore, henüz çözülmemiş bilmece sanki. Yerküre tarihte eşine az rastlanır kötü bir yörüngeye itilmiş! Barbarlık başat, İnsanlık haşat!..

Öte yanda başını Amerika’nın çektiği egemen emperyalist Kamp ile rekabet içinde olan, ama ondan hiçbir açıdan (ne sermaye saldırısı ne insan hak ve özgürlükleri ihlalleri ne de etik bakımından) farkı olmayan, başını Rusya’nın çektiği Cin, Hindistan, Kuzey Kore ve İran’dan oluşan kampın rekabeti arasında kalmış bir dünyada yaşamaktayız işte.

Amerika ve Bop

Amerika’nın Ortadoğu’da İran’ın dışında neredeyse her ülkede Askeri Üsleri var ve teyakkuz durumda… Yanı sıra İsrail, Suudi Arabistan, Katar ve Mısır gibi devletler de Amerika’nın yakın müttefikleri. Ezcümle Amerika ve müttefikleri bölgeyi her açıdan kuşatma altına almışlar! Ekonomik, politik ve askeri olarak durum böyle.

Yerküre açısından da durum çok farklı değil, çünkü emperyalizm,  kapitalizmin doruğunu yaşamaktadır. Sermaye saldırısı bakımından Neolibralizm (politik ekonomisi) ile faşizm (politik ekonomisi) arasında bir tık var. Bugün Amerika’da Cumhuriyet Partisi Yönetimi’nin uygulamak istediği siyasal ekonomi ikisi arasındaki farkı zorluyor. Söz konusu durumu Donald Trump’ın uçukluğuyla açıklamak saf dillik olur. Amerika seçmenin bilinçli tercihi budur, Donald Trump, seçilmiş bir tercihtir, toplumun her kesiminden oy almıştır. Dünya fena halde karışacak gibi…  Avrupa, neredeyse Amerika’nın bir uydusuna döndüğüne göre…

Geriye ne kaldı? Rusya, Cin, Hindistan, Kuzey Kore ve İran müttefikliği ne derece sağlam, ne kadar organizeli ve güçlü? Suriye’yi kaybettiler… Oysa Rusya ve İran, bunun için çok büyük bir çaba sarf etmişlerdi. İsrail, Hamas ve Hizbullah örgütlerine de çok ağır darbeler vurdu. Amerika’da Yemen’deki Husiler’i vurmaya başladı. Rusya’da Ukrayna ile savaşmakta ve ekonomik ambargolara maruz kalmakta… İran’a çok ciddi bir tepki var, haklı olarak. (İlerde bu hususu ayrıntılı olarak ele alacağım.) Kim kimi nasıl koruyacak? Birbirlerine ne kadar bağlılar? Koca bir belirsizlik…

Arap devletleri ve Filistin sorunu

Bölgede ezilen halklardan biri de Filistinli Araplardır. Bu da bölgenin önemli sorunlarından birini oluşturuyor.

Arap devletlerin Filistin sorununu istismar ettikleri saklanamaz. Nasıl mı? FKÖ’nün lideri Yaser Arafat Mısırlı bir Arap değil miydi? Öyle! FKÖ’nün lideri konumuna gelmesi, salt kişisel yetenekleri ve konumuna mı bağlıydı? Bence hayır. Açıkçası Arap milliyetçiliğinin oluşturduğu denklem, Yaser Arafat’ın El-fetih Grubun başına geçmesini olanaklı kıldı. Diğer Filistin siyasi grupların çoğunun FKÖ çatısı altında birleşmesi ve Yaser Arafat’ın FKÖ’nün de başına geçmesi yine aynı denkleme dayanıyordu. Ancak Arap milliyetçiliği bir yere kadar işlev görebildi. Sonrasında Arap devletleri ne yapabilirdi? Ne yapmalılardı? Ama ne yaptılar? Asıl bu sorulara cevap vermek gerekir.  Filistin, yalnıza bir coğrafya değildi, bir vatandı. Elbette kapsadığı topraklar vardı? Üstünde Araplar yaşamaktaydılar. Ne var ki bu toprakların en büyük kısmını Ürdün Krallığı zapt etti. Bir kısmını Mısır devleti işgal etti. Diğer kısmı da İsrail devletin işgali altında.

Fakat Arap devletleri, sanki Filistin topraklarının hepsini İsrail devleti işgal etmiş gibi bir imayla politika yaptı. Aklı sıram o şekilde Siyonizm’e karşı ellerini güçlendireceklerdi. Oysa gerçek başkaydı. Tabii ki Arap devletleri, bu ve benzer politikalarla Filistin Sorununu istismar etmiş oluyorlardı.

İşte, bundan ötürü Filistin kurtuluş mücadelesi başat kılınamadı ve mücadelede bir boşluk oluştu. Cihatçılar bu boşluktan girerek Filistin Sorununa malik oldular. Hamas ve Hizbullah Filistin sorununu antisemitizm suyuna da bulayarak yol almaya başladılar. Arap devletleri, Filistin Sorunun politik çözümünü içeren bir politika değil, pragmatik bir politika izledi. Onların Arap Milliyetçiliği ve birtakım politik İslami referanslar içeren propagandaları, İran bağlantılı Hizbullah ve Hamas örgütlerin radikal çözüm politikaları ve cihatçı ajitasyonları kadar işlevsel olamadı. Mesele buydu aslında.

Bence Mısır, Ürdün ve İsrail’in işgalindeki Filistin toprakları Filistinli Araplara iade edilirse, bir Filistin devleti (mesela demokratik, laik bir devlet) kurulması daha kolay olur.

(Yazının ilerleyen boyutlarında-bölümlerinde bu konuya yine değinmeye çalışacağım.)

İsrail Devleti ve Bop

İsrail devletinin kuruluş hikâyesine girmeyeceğim, çünkü İsrail oğulların mazlum olduğu tarihlerde (bütün Dünya’da) neler çektiği ve sonra İsrail devletinin nasıl şartlarda kurulduğu, devlet olma şartları nasıl oluşturulduğu biliniyor. Yahudi düşmanlığının haklı hiçbir yanı ve mantığı yok. Anti-Semitizm insanlık dışı bir vakadır.

İsrail Devleti, bölgenin bir devletidir ve konumu açıktır. Kendi varlığını koruma derdinde düşmüş olsaydı elbette onu anlamak mümkündü, ancak Filistin topraklarını işgal etmesi ve bölgeye hükmetme eğilimi hiç normal değil. Amerika ile ilişkileri uluslararası sermaye ittifakına dayanır ve uluslararası sermaye saldırısının da paydaşıdır.

İsrail Devleti’nin Kürtlere bakışı ve yaklaşımı açıktır. İsrail oğulların mazlum oldukları zamanı hatırlatıyor bize. Keşke bütün İsrail Oğulları, o dönemi hatırlayarak her millete öyle baksaydı…

İsrail halkının hatırı sayılır bir kısmi, kendi devletinin Filistin’deki katliamlarına karşı çıktığını basından öğreniyoruz. İşte, onlar halktır ve her halkla kardeş olabilecek kadar beşeri olgunluğa sahiptir.

İsrail devletinin sivil insanlara yönelik katliamlarının hiçbir gerekçesi olamaz, insan hak ve özgürlüklerinin ihlalidir, suçtur.  

Devamı var…

Abdürrahim Gümüştekin

Şubat-Mart2025/MUŞ

Geef een reactie

Je e-mailadres wordt niet gepubliceerd. Vereiste velden zijn gemarkeerd met *