İbrahim GÜÇLÜ
Sykes-Picot Antlaşması, Birinci Dünya Savaşı devam ederken, savaş sonrasında Dünya’nın ve özellikle Ortadoğu’nun kazanacağı statünün oluşturulması için yapılan bir anlaşmadır.
Bu anlaşmanın mücitleri, İngiltere Hükümetinin temsilcisi Mark Sykes ve Fransa Hükümetinin temsilcisi Fransoi Georger-Picot’tur. Bu nedenle de anlaşma, her iki temsilcinin soy isimlerinin bir araya getirilmesiyle tanımlanmaktadır.
Sykes ve Picot, emperyalist imparatorluğu içselleştirmiş ve benimsemiş kişiler. Her ikisi de emperyalist-sömürgeci yönetimdeki kültürle sıkı eğitilmiş, Bu kişiler görünürde, Ortadoğu Halklarının Avrupa emperyalist-sömürgeci İmparatorluğu altında daha iyi koşullarda yaşayacaklarına, eğitileceklerine, medeniileşeceklerine inanan üst tabakadan, aristokrasiden gelen kişiler. Oysa temel amaçları, İngiltere ve Fransa’nın nüfuz ve egemenlik alanını genişletmektir.
Hiç şüphe yok ki, anlaşmanın mucidleri ve sahipleri çok iyi eğitimli olduklarından aynı zamanda Orta Doğu’ya dair derin ve kapsamlı bilgilere sahipler.
Bu iki emperyalist-sömürgeci zihniyetli kişi, Birinci Dünya Savaşı’nın yarattığı çatışmalı ve kaos ortamında hızla yaptıkları müzakereler sonucu imzalanan Sykes Picot Antlaşmasının, ilkeleri, siyasi aklı, yöneticilik davranış ve düşünce zihniyeti, Orta Doğu’yu derinden etkilemeye devam ediyor.
“Sykes Picot ruhu” diye bir ruh, yani içselleşen parçalayıcı, milletleri ve dinleri mezheplere göre kendi içinde çok doğalmış gibi bölen bir ruhu yarattı. Bu ruh ve zihniyet, milletleri sadece dışarıdan bölen bir anlaşma olmadı. Aynı zamanda, milletlerin kendi kendilerini değişik toplumsal ve sınıfsal gruplara, mezheplere, hatta milletleri kuzey ve güney, ideolojilere bölerek bir kültürel ve zihniyet belası yarattı.
Bu antlaşma gizli bir anlaşma. Bu anlaşma, 16 Mayıs 1916 yılında yapılıyor. Antlaşma İngiltere’de yapılıyor. Anlaşmanın esas tarafları, İngiltere ve Fransa’dır. Çarlık Rusya’sının da bu anlaşmanın taraflarından biri olduğu ile ilgili farklı görüşler olmasına rağmen, Çarlık Rusya’nın da anlaşmaya taraf olduğu, Çarlık Rusya’sında Ekim 1917 Bolşevik Devriminden ve Bolşeviklerin iktidarı ele geçirmesinden sonra anlaşmaya dair yaptıkları açıklama ile açığa çıkmıştır.
Bolşevikler, iktidarları döneminde Lenin bu gizli anlaşmayı deşifre ederek, antlaşmadan çekildiklerini açıklamıştır.
Bu antlaşma yapıldığı zaman, Kürt Milleti, Osmanlı imparatorluğunun egemenliği altında yaşamını yarı-otonom bir şekilde Kürdistan’da sürdürüyordu. Devlet sahibi değildi ve egemenlik hakkını yeterince kullanamıyordu. Araplar da, aynı şekilde Osmanlı İmparatorluğunun egemenliği altında olan bir milletti. Bu nedenle, bu antlaşma yapıldığı zaman, Ortadoğu’da ve hayatı son bulacak Osmanlı İmparatorluğunda en önemli ve tarihi iki aktör olan Kürtler ve Araplar olmasına rağmen, bu antlaşmada onların iradesi hiç önemsenmemiştir.
Bu antlaşma esas olarak da, Osmanlı İmparatorluğunda kopacak ve bağımsızlaşacak milletlerin kazanacakları statüyü tayin eden emperyalist-sömürgeci bir antlaşmadır. Ama aynı zamanda Avrupa’yı, Balkanları, Kuzey Afrika’yı da yeni bir statü ile şekillendirmeyi amaçlamakta.
Bu antlaşma, Osmanlı İmparatorluğu gibi bir sömürgeci imparatorluğun parçalanmasını öngörürken, yeni emperyalist-sömürgeci bir statünün tayinini İngiltere ve Fransız kontrolünde sağlamaya çalışıyordu.
Başka bir ifadeyle bu antlaşma, İngiltere ve Fransa’nın emperyalist-sömürgeci sistemini Orta Doğu’ya taşıyordu.
Sykes-Picot Antlaşması, belirli bölgelerin ve ülkelerin Osmanlı İmparatorluğunun elinden çıkarılmasını, egemenlik güçlerinin el değiştirmesini öngörüyordu. Bunu yaparken, Orta Doğu ve Orta Doğu’da yaşamını sürdüren milletlerin küçük parçalara bölünmesini amaçlıyordu.
Bu nedenle Sykes Picot Antlaşması bir böl-yönet anlaşmasıdır.
Sykes Picot Antlaşması, aynı zamanda bir ekonomik nüfuz alanını da genişletmedir. İngiltere ve Fransa’nın Orta Doğu’nun başta petrol olmak üzere enerji kaynaklarını ele geçirme antlaşmasıdır.
Sykes Picot Antlaşmasını yapanların çizdiği haritaya bakıldığı zaman, genel olarak Orta Doğu’nun ve milletlerin bölünmesinin bu enerji kaynaklarına göre bir cetvelle çizilmiş gibi olduğu hemen saptanabilir.
Buna rağmen, Orta Doğu tarihini ve siyasi yaşamını 1916’da yapılan Sykes Picot Antlaşmasıyla başlatmak, tarihi dondurmak, Orta Doğu’daki halkları tümden iradesiz, kukla görmektir. Bu yaklaşım, oryantalist yaklaşımdır.
Oysa Orta Doğu halklarının kendilerinin tayin ettikleri bir kaderleri, güçlü iradeleri, kültürleri, tarih yapma cesaretleri var. Eğer Orta Doğu’da tarih Sykes Picot Antlaşmasıyla başlatılırsa, bu da Orta Doğu Halklarının 1916 öncesi tarihini hiçe saymak olur. Bunun rasyonalite ve gerçeklerle de bire alakası olamaz.
Ayrıca Sykes Picot Antlaşmasından önce de Sykes Picot Antlaşmasının amaçlarına sahip antlaşmalar yapılmıştı.
İngiltere ve Fransa emperyalist-sömürgeci devletleri Mısır’da kendi çıkarlarını korumak için 1902 yılında bir Dostluk Antlaşması yapıyorlar. İngiltere ve Fransa, yine Osmanlı İmparatorluğu’nun 1912-1913 Balkan Savaşlarıyla bölünmeyle karşı karşıya kalmasını gördüklerinde, Osmanlının egemenliği altındaki toprakları kendi egemenlik ve nüfuz alanları haline getirmeleri için 1912’de bir anlaşma yapıyorlar. İngiltere, Fransa, Rusya, Osmanlı İmparatorluğu egemenliği altındaki farklı milletlerin topraklarını nüfuz alanlarını geçirmek ve egemen olmak için, 1915’te bir anlaşma yapıyorlar.
Ayrıca İngiltere, İpek Yolunu güvence altına almak amacıyla, Osmanlı İmparatorluğuna karşı ayaklanmak için Mekke Şerifi Hüseyin’e destek vermek için bir özel anlaşma da yapıyor. Ama bu arada İngiltere ikili bir oyun içinde. Diğer Arap egemenleriyle de aynı anlaşmalar yapıyor.
İddia edilir ki Fransa, İngiltere’nin kendisinden habersiz attığı adımlardan rahatsızlık duyduğu için, 1916’da gizli bir şekilde Sykes Picot Antlaşması yapıyorlar.
Genel kanaat, Orta Doğu’daki sınırların Sykes Picot Antlaşmasıyla çizildiğidir. Ama bu düşünceye ve teze karşı olanlar var. Karşı tezin sahipleri Ortadoğu sınırlarının, “Ocak 1919-Ocak 1920 arasındaki Paris Barış Konferansı’nda ama esas olarak 24-25 Nisan 1920’de İtalya’nın San Remo şehrinde toplanan konferans ve sonrasında” büyük toplumsal alt-üst oluşlarla gerçekleştiğini ileri sürüyorlar..
*****
Bu gizli ve sonradan deşifre olan Sykes-Picot Antlaşmasına göre:
“1-Trabzon, Kürdistan’ın Kuzeyinin önemli bir kesimi (Erzurum, Van, Bitlis) bir kesimi Rusya’ya,
2– Doğu Akdeniz Bölgesi, Adana, Kürdistamn’ın bir kesimi (Antep, Urfa, Mardin, Diyarbakır, Musul) ile Suriye kıyıları Fransa’ya,
3- Hayfa ve Akka Limanları, Bağdat, Basra ve Güney Mezopotamya İngiltere’ye,
Yine bu antlaşmaya göre: Fransa ile İngiltarer’nin nüfuz alanına geçen topraklarda Arap Devletleri Konfederasyonu veya Fransız ve İngiltere semperyalist-sömürgeci devletlerinin denetiminde tek bir Arap Devleti kurulacak.
5-İskenderun serbest liman olacak.
6-Filistin’de, kutsal yerleşim yeri olması nedeniyle bir uluslararası yönetim kurulacaktır.”
Ayrıca Sykes Picot Antlaşması mezhepsel bir ayrışmayı da öngörüyordu.
Görüldüğü gibi bu antlaşmaya göre bu iki aristokrat Avrupalı, 16’ıncı yüzyılın ta başından beri Osmanlı idaresinde olan toprakların ve ülkelerin, Osmanlı İmparatorluğunun egemenliğinden çıkmasını sağladılar ve yeni egemenlik alanlarını kendileri için yarattılar.
Esas olarak da iki egemenlik alanı yarattılar: Irak, günümüzde Ürdün’ün bulunduğu topraklar ve Filistin, İngiltere etkisine; Suriye ve Lübnan da Fransız etkisine girdi
Sykes Picot Antlaşması esas olarak Kuzey Afrika’yı ele alan bir antlaşma olmamasına rağmen bölünen etki alanları orada da tesirini gösterdi. Arap dünyasının nüfus olarak en büyük ülkesi, tarihsel etkinliği ve merkezi olan Mısır İngiltere yönetimine girdi. Fransa da Mağrip’i nüfuz alanı içine aldı.
Bunun yanında, emperyalist-sömürgeci İngiltere ve Fransa Orta Doğu’da ulus devlet modellerini yerleştirirken ve geliştirirken, Arap milletinin bölünmesine de yol açtı.
Antlaşma, aynı zamanda çoğulculuğu yok ederek heterojen yapının oluşmasına kaynaklık etti. Milletler arasında statü farklılığına, egemen olan millet ve bağımlı millet ilişkilerlinin gelişmesine ve yapılanmasına yol açtı.
Bu heterojen yapı, bugün de halen varlıklarını sürdüren demokratik olmayan, otoriter, totaliter ve teokratik rejimlerin oluşmasının şartlarını da olgunlaştırdı.
Sykes Picot Antlaşması, kendi nüfuz alanları içinde Irak ve Suriye gibi ulus devletleri oluştururken aynı zamanda Arap Nasyonalizminin de tepki olarak gelişmesine kaynaklık etti. Bundan dolayı Antlaşmanın arka planındaki tüm düşüncelerin uygulanmasının önüne de zorluklar ve engeller çıkmış oldu.
Mısır lideri Nasır döneminde Arap milliyetçiliği öyle bir zirveye tırmandı ki, Arap milletinin birliği ön plana çıktı. Bu için mücadele ve çalışmalar yoğunlaştı. Arap Birliğinin, emperyalist-sömürgeci devletlerin nüfuz alanlarını daraltmanın ötesinde ortadan kaldıracağını, Arap Milletinin bağımsız hale getireceği açıktı. Ayrıca birliğin, Araplar arasındaki sosyo-ekonomik, sosyo-politik ve sosyo-psikolojik sorunları ortadan kaldıracağı da hararetle savunuldu. Sosyal, siyasal, ekonomik gelişmenin ve ilerlemenin daha kolay olacağı ileri sürüldü.
Nasır Döneminde Mısır ve Suriye Birliği için adımlar atılması bunun en somut göstergesiydi.
Arap Milliyetçisi Mişel Eflak’ın Baas Partisini kurmasının nedeni de, öncelikle Irak ve Suriye’nin birleşmesini sağlamak içindi.
Irak ve Suriye birlik yerine düşman oldukları halde, Suriye ve Libya arasında birlik için adımlar atıldı.
Bu projeler, Sykes Picot Antlaşmasının ruhuna ve amacına aykırı gelişmelerdi. Antlaşmanın uygulanmasını zorlaştıran önemli karşı duruşlardı.
2011’deki Arap Baharı’nın gelişmesi de, Araplar arasında birliğin sağlanmasında bir adım, mevcut statükoyu ve sınırları ortadan kaldıracak, devletlerin otoriter ve totaliter düzenlerine son verecek gelişmeler olarak ele alınmaktaydı. Arap Baharı’nın başarısızlığı bu umutları kırdı.
IŞİD’in “İslam Devleti” projesi, Sykes Picot Antlaşmasının Orta Doğu’da yarattığı sınırları bir biçimde ortadan kaldırmayı öngörmesine rağmen, antlaşmanın ruhunun ve içeriğinin başka bir kapsam ve mahiyette yeniden devamını istemektedir. Yeni bir egemenlik ve sömürgeci güç yaratma peşindedir. Bunun yanında dini ideolojiye dayalı bir diktatörlük ve faşist yönetim yaratmaya çalışmaktadır.
Sykes Picot Antlaşması: Kürt Milleti ve Kürdistan…
Sykes Picot Antlaşması hakkındaki genel ve özel bilgilerden sonra. Bu antlaşmanın Kürt milleti ve Kürdistan etkisi üzerinde durabiliriz.
Öncelikle de bu anlaşmaya kadar Kürtlerin durumuna bakmak ve hangi statü ve aşamalardan geçerek Sykes Picot Antlaşmasına ulaşmamışlar konusu önemli olacaktır.
Türklerin 11. yüzyıl başlarında ilk defa Anadolu’ya gelmeleri, Türklerle Kürtlerin ilk tanışmaları, Kürt-Pers ilişkileri İslam dini atmosferinde gerçekleşir.
Kürtler, “İslam kardeşliği” adı altında, Türklere Anadolu’nun kapısının açılmasında önemli bir rol oynar. Malazgirt savaşı Kürtlerle Türklerin İslam ve karşılıklı faydalar temelinde gerçekleşir. Bizans (Doğu Roma) imparatorluğu ağır bir yenilgi alır. Kürdistan üzerindeki egemenliği sarsılır. Kürtler bu ilişkilerden bir şey kazanmadığı gibi çok şey kaybetmeye başladılar.
Kürtlerle Türklerin ikinci ittifakı, 1514 Çaldıran Savaşı sırasında Şii İranlılara karşı, Sünni-İslam temelinde gerçekleşir. İdris Bitlis’i liderliğinde 23 Kürt beyliği birleşir. Aslında durum uzun zamandır ilk defa bu kadar Kürt beyliğinin bir araya geldiği bu devir bağımsızlık için elverişli bir ortam hazırladığı halde bu gerçekleşmez. Savaşı Kürtlerin desteğiyle Sünni-Şafii-Hanefi İslam kazanır.
Çaldıran savaşı, aynı zamanda Kürdistan seferine dönüşür. Yüz binlerce Ezidi-Zerdüşti-Alevi Kürt katledilir. Osmanlı’nın deyimiyle Kürdistan zapt edilir.
Çaldıran Savaşı, ülkemizi fiilen ikiye böler.
Kürdistan’ın resmi ve fiili ilk bölünüşü 1639 Kasr-ı Şirin Antlaşmasıyla gerçekleşir. Bu demektir ki Kürdistan, Sykes Picot Antlaşmasından önce bölünen ve parçalanan bir ülke konumunda. O tarihten sonra Kürdistan, Osmanlı ve Fars İmparatorluğunun egemenliği altına girdi.
Daha önceki satırlarda da belirttiğim gibi Sykes Picot Antlaşması, Ortadoğu ve Kürdistan coğrafyasının bugünkü şekillenmesinde önemli rol oynayan bir antlaşmadır. Yine belirttiğim gibi bu antlaşma Birinci Dünya savaşı öncesinde 1916’da Fransa-İngiltere-Rusya arasında imzalanıyor. Bu antlaşma ile ilgili devletler hem Avrupa hem de Balkanlar Ortadoğu ve Kuzey Afrika’da yeni bir siyasi-sosyal, kültürel coğrafya hedeflerler.
Üçlü ittifak ve üçlü itilaf devletleri, Sykes Picot Antlaşmasından iki sene önce kıran kırana bir mücadele ve savaşın içine girdiler. 4 yıl süren bu dünya savaşında İngiltere, Rusya, İtalya, Amerika ittifakı galip geldi. Doğal olarak dünya coğrafyasının şekillenmesi ve yenilen devletlerin şartları kabul etmesi için 19 Ocak 1919’da Fransa’nın başkenti Paris’te barış konferansı düzenlendi. Sonuçta; Almanya Versay Antlaşmasını, Avusturya Sen Germen Antlaşmasını, Osmanlı Sevr Antlaşmasını, Bulgaristan Noyi Antlaşmasını, Macaristan Trin Antlaşmasını imzaladılar.
Kürtler ve Kürdistan için itilaf devletlerinin kendi aralarında gizli olarak hazırladıkları Sykes-Picot antlaşması esas olacaktır. Kürdistan, Lozan Antlaşmasıyla fiilen 4 parçaya ayrıldı ve bölündü.
Böylece 1916’da imzalanan Sykes Picot Anlaşması Lozan anlaşmasıyla Kürdistan’da hayat bulmuş oldu.
Lozan Antlaşmasından sonra Kürdistan artık uluslararası bir sömürgedir.
Kürtler bu statüyü kabul etmez. 4’e bölünmüş, parçalanmış, her türlü milli, insani, sosyal, siyasi, kültürel hakları ayaklar altına alınmış bu duruma itiraz ederler.
Bu gelişme, Kürtlerde “Bağımsız Bileşik Kürdistan’ı” amaçlayan bir nasyonalizmin analığını yapar.
Sömürgeci Kemalist Devlet döneminde Kürt milli isyan ve başkaldırı gerçekleşir. Bu durum Kürtlerin her şeye karşın ülke-toprak ve özgürlüklerine ne kadar düşkün olduklarını gösterir. Azadi (Şeyh Said isyanı), Koçgiri, Mılan, Dersim, Agri (Xoybun) akla ilk gelenlerdir. Hemen hemen aynı süreç Kürdistan’ın Doğu ve Güneyinde de milli isyanlar gelişir.
Bu milli isyanlar, Kürdistan’ın bölünmüş topraklarını birleştirme, kendileri hakkında tayin edilen emperyalist-sömürgeci statüyü değiştirme, Sykes Picot ve Lozan Antlaşmasını boşa çıkarma milli isyanları ve ayaklanmalarıdır.
Ne yazık ki, bu isyan ve başkaldırılar sömürgeci devletlerin ortak çıkarları ve işbirliği ile bastırılır. Çünkü bilirler ki herhangi bir parçadaki gelişme-kazanım diğer parçaları da direkt olarak etkileyecektir.
Böylece Kürdistan’ın statüsünde bir değişiklik olmaz.
Ama bu milli mücadele günümüze kadar değişik aşamalardan geçerek devam etti.
Orta Doğu’de Sykes Picot Antlaşmasını ortadan kaldıracak topluluklardan biri ve belki de birincisi, ülkesi bölünen ve ülkesinin birliği için mücadele edecek Kürt milletidir.
Ne yazık ki milli isyanlar bu sonucu doğurmadı. Orta Doğu’da ve Kürdistan’da statüyü değiştiremedi.
Ancak Kürdistan’ın Güneyinde 2003 yılından sonra köklü bir gelişme oldu. Kürdistan Federe bir yapı kazandı. Bu federe yapının ihtiyaca cevap vermemesi, Arap milliyetçiliğinin federal devleti ulus devlet gibi işletme çabaları, Kürtleri bağımsız ve konfederal devlet aşamasına taşıdı.
Kürdistan’ın Güneyi’nde bağımsız ya da konfederal bir devletin oluşumu, Orta Doğu ve Kürdistan statüsünün değişiminin bir başlangıcı olacaktır.
Sonuç Yerine…
Sykes Picot Antlaşması, ABD ve Latin Amerika hariç bütün dünyaya, özellikle de Orta Doğu’ya yeni bir düzen getirme zihniyetiyle yapılmış bir antlaşmadır.
Bu antlaşma, emperyalist-sömürgeci ve global bir antlaşmadır. İngiltere ve Frasna için yeni egemenlik ve nüfuz alanlarını yaratmak istemekteydi. Bundan da başarılı oldu.
Bunun için de böl-yönet politikası ve zihniyetini yarattı. Bu zihniyet sonucu ülkeleri ve milletleri her türden bölen ve Orta Doğu’da sosyolojik, ulusal gerçekliklerin dışında bir bölünmeyi, suni ve çatışmacı bölünmeyi yaratan bir antlaşmadır.
Bu antlaşma, çatışmacı ve savaşçı bir antlaşmadır. Milletleri kendi içlerinde ve komşusu milletlerle birbirine düşüren; milletleri kategorileştiren bir antlaşmadır.
Bu antlaşma aynı zamanda, bir ekonomik sömürü ve hegemonya antlaşmasıdır. Orta Doğu başta olmak üzere ABD ve Latin Amerika dışındaki dünyada petrol ve enerji kaynaklarını kontrol etme antlaşmasıdır.
Kürdistan’ın bölen Lozan Antlaşmasının anasıdır. Bunun yanı başında, Kürdistan’ın ve Kürt Milletinin birliği, Kürdistan’ın bağımsız devlet olması, bu antlaşmanın tarihin mezarlığına gömülmesinde önemli ve tayin edici aktör de olacaktır.
Bu antlaşma, bir ruh ve zihniyet yarattı. Bu antlaşmayı yapanların egemenlikleri son bulsa bile, bu antlaşmanın ruhu, böl-yönet, hegemonik zihniyeti içselleşmiş durumdadır. Milletler kendi içlerinde de bu ruhu ve zihniyeti devam ettireceklerdir.
Bu nedenle bu antlaşmaya kapsamlı ve çok yönlü karşı olmak gerekir. Sınırların ve. Mevcut Orta Doğu ve Kürdistan statünün değişmesi çok önemlidir. Ama yetmez. Zihniyet değişikliğini de yaratmak gerekir.
Amed, 14 Mart / 4 Nisan 2015