Geçtiğimiz günlerde, Kerkük’ün Dubız ilçesine bağlı Sergeran bölgesindeki Şenağa köyünde yaşanan olay, Kürt kamuoyunda büyük yankı uyandırdı. Bir Kürt çiftçinin, tarlasında çalışırken Irak askerleri tarafından saldırıya uğraması, sosyal medyada ve basında geniş yer buldu. Paylaşılan görüntülerde, çiftçinin askeri bir aracın önüne yattığı, traktörünün geçişinin iki askeri araç tarafından engellendiği ve askerlerin çiftçinin atkısını çekerek ona aşağılayıcı bir muamelede bulunduğu görüldü.
Bu görüntülerin yayılması, Kürt toplumunda büyük bir öfke yarattı. Sosyal medya ve Kürt basını olayı ulusal bir mesele olarak ele alırken, Kürdistan Bölgesi Hükümeti, Erbil ve Bağdat’taki parlamento grupları ile bazı siyasi partiler de tepki gösterdi. Gelen tepkiler üzerine Bağdat hükümeti olayla ilgili bir soruşturma komisyonu kurma kararı aldı. Sorumlu askerlerin cezalandırılacağı duyurulurken, Kerkük Yerel Yönetimi de bazı disiplin cezalarının uygulandığını açıkladı.
Bu toplumsal tepki, Kürtlerin kendi topraklarında maruz kaldıkları baskılara karşı birlik içinde olduğunu ve işgale karşı direniş ruhunun hâlâ canlı olduğunu gösteriyor. Ancak yöneticilerin bu olayı yalnızca birkaç askerin bireysel hatasına indirgemesi ve halkın öfkesini yatıştırmak için “soruşturma” vaatleriyle durumu geçiştirmeye çalışması kaygı verici bir durumdur.
Bu olay, Kürt toplumunun iki farklı düzeyde baskıya maruz kaldığını gösteriyor. Bir yandan, mesele Kürtlerin kendi yaralarını tekrar kanatmasına yol açacak şekilde ele alınıyor. Diğer yandan, eski Kürt toplumsal yapısının Irak devletinin politikalarına doğrudan karşı çıkmasını engelleyen bir strateji uygulanıyor. Gerçek şu ki, Kürdistan artık işgalciler için açık bir kapı haline gelmiş durumda. Halkın inşa ettiği değerler her an manipüle edilebiliyor ve farklı amaçlar için kullanılabiliyor.
Özellikle sosyal medyada son günlerde KDP ve KYB’ye yönelik yüzlerce eleştiri yöneltildi. Birçok yorumda şu ifadeler yer aldı: “Bu askerlerin yönlendirildiği yer Erbil’dir. Bu durum, KYB’nin gizli anlaşmalarının ve Kerkük’teki valiliğin zayıflığının bir sonucudur.”
Diğer yandan, olayın “bir askerin bireysel davranışı” olduğu iddiasıyla küçümsenmeye çalışılması da dikkat çekici. Sorunun bir asker ile bir çiftçi arasındaki bireysel bir olay olarak gösterilmesi, gelecekte belki de bir aşiret barışıyla kapatılmaya çalışılacağının sinyalini veriyor. Oysa yaşanan olay ne kişisel bir karar ne de bireysel bir davranıştır. Belirli bir Arap topluluğu ile doğrudan bir ilgisi olmadığı gibi Kerkük yönetimiyle de doğrudan bağlantılı değildir. Mesele, bir Kürt çiftçinin kötü muamele görmesi değil, devlet zihniyetinin Kürtlere kendi topraklarında bir işgalci devlet gibi davranmasıdır.
Sergeran’daki bu olay ne ilk ne de tek olaydır. Son sekiz yıldır, Hanekin ve Kerkük bölgelerinde özellikle ekim ve hasat dönemlerinde benzer olaylar defalarca yaşandı. Dünkü olayı farklı kılan, Şenağa köyünün onurlu çiftçilerinin orduya karşı aldığı cesur tavır ve bu olayın medya aracılığıyla geniş çapta duyurulmuş olmasıdır.
Özellikle 16 Ekim 2017’den sonra, yalnızca bu köy değil, Celevla, Hanekin, Dakuk, Dübiz, Sergeran ve Musul Ovası’ndaki birçok Kürt köyü Arap aşiretleri ve Irak ordusunun saldırılarına maruz kaldı. Yüzlerce dönüm buğday ve arpa ekili tarım arazisi yakıldı, harman yerleri ateşe verildi, birçok çiftçi haksız yere tutuklandı ve cezaevlerine gönderildi.
Oysa Irak Anayasası ve uluslararası hukuk çerçevesinde, Baas rejiminin (Devrim Komuta Konseyi) Kürt topraklarını Araplara devretme politikası geçersiz kılınmıştı. Saddam Hüseyin’in devrilmesinden sonra, Irak Sivil Yöneticisi Paul Bremer’in kararıyla bu uygulamalar durdurulmuş, ardından Irak Yönetim Konseyi tarafından tamamen iptal edilmişti. Bu süreçte Kürtler kendi topraklarına geri dönebilmişti. Ancak son yıllarda, devlet kurumlarının ve güvenlik güçlerinin desteğiyle Saddam dönemindeki Araplaştırma politikaları yeniden devreye sokuldu
Kürtler, bir kez daha gasp edilen topraklarını geri almak için yeni bir yasa çıkarılması yönünde girişimlerde bulundu. Geçtiğimiz ay Irak Parlamentosu’nda kabul edilen ve Federal Mahkeme ile Cumhurbaşkanlığı tarafından onaylanan bu yasa, kısa süre önce Irak Resmi Gazetesi’nde yayımlandı. Ancak yasayla aynı gün, Irak ordusu silahlı güçleriyle Kürt çiftçilere saldırdı, onları arazilerini sürmekten alıkoydu ve kameralar önünde fiziksel ve psikolojik şiddet uyguladı.
Tüm bu olaylar, Kürtlerin Irak siyasetinde yüksek temsil oranına sahip olmasına rağmen yaşanıyor. Irak Cumhurbaşkanı, Başbakan Yardımcısı ve Parlamento Başkan Yardımcısı Kürt olduğu gibi, Adalet Bakanlığı da bir Kürt tarafından yönetiliyor. Üstelik bu saldırıların yaşandığı Kerkük Valiliği de Kürtlerin kontrolünde. Irak Anayasası, bu tür baskıları ve etnik temizlik politikalarını önleyecek hükümler içeriyor. Ancak tüm bu anayasal ve siyasi güvencelere rağmen, Kürt çiftçileri hâlâ kendi topraklarında zulme uğruyor.
Bu olay, Kürdistan halkını bir kez daha tavır almaya ve Irak devletiyle olan ilişkisini yeniden tanımlamaya zorlamalıdır. Anayasasına ve yasalarına göre, Irak’ın Kürtlere zulmetmeyeceğine dair güvence veren bir devlet olması gerekirken, gerçek durum bunun tam tersidir. Ninova Ovası’ndan Germesir’e kadar her gün bizzat tanık olduğumuz gibi, devletin Kürtlere karşı tutumu ve uygulamaları değişmemektedir.
Kürtler şunu anlamalıdır: Devlet kurumlarına ve anayasaya hiçbir bağlılığı olmayan bir ülkede, hiçbir yasa maddesi ya da anayasa hükmü, geleceğin acı geçmişten daha iyi olacağını garanti edemez. Böyle bir ülkede dengeyi koruyan tek şey güçtür. Yani Kürtlerin iktidarda, yönetim kademelerinde ve karar mekanizmalarında ne kadar etkili olduğu belirleyici bir faktördür. Aynı zamanda, bu zulme karşı durabilecek gerçek güce sahip olup olmadığımızı sorgulamamız gerekir.
Baskıya ve zulme direnen Kürt çiftçilerinin cesareti, Kürt halkının tarih boyunca gösterdiği direniş ruhunun bir yansımasıdır. Kürtler, geçmişte de benzer baskılara maruz kalmış ama asla boyun eğmemiştir. Bu savunma ruhu ve sahiplenme bilinci, Kürtlerin geleceğini güvence altına alacak en önemli unsurlardan biridir.
Bu nedenle, Kürt çiftçilerin haklı mücadelesini desteklemek ve Araplaştırma politikalarına karşı güçlü bir duruş sergilemek, sadece bireysel bir çiftçinin değil, tüm Kürt toplumunun sorumluluğudur. Unutulmamalıdır ki, ulusal bilinç ve direniş ruhu, başarıyı getiren en büyük güçtür. (Rûdaw)
Arîf Qurbanî