İbrahim GÜÇLÜ
Bugün toplumsal ve milli lider Sait Elçi ile ilgili geçmişte yazdığım bir yazıyı, bir ön açıklama yazısı ile yeniden yayınladım. Sait Elçi’nin niteliği üzerine tespitlerimi sundum.
Sait Elçi ve arkadaşlarının davası, milli ve milli değerlerin savunulup savunulmaması davasıdır. Her Kürdün sahip çıkması gereken bir davadır.
Sait Elçi ve arkadaşlarının davası, hak ve hukukun ayaklar altına alındığı, vefasızlığın zirveye çıktığı, Sait Elçi ve değerli iki arkadaşının katledildiği bir davadır. Bu dava öyle çalakalem üzerinden atlanacak bir dava değildir.
Bu nedenle her aklı başında insanın, bilimle haşir neşir olduğunu ileri süren insanların; siyaset biliminin, gerçeklerin, genel hukuk ve milli hukuk prensiplerinin ışığında bu hayati tarihi olayı ele alması lazımdır.
Ben de geçmişte yazdıklarıma ve bugün yayınladıklarıma, bazı insanların uykusunu kaçırtacak bazı eklemeler ve yeni tespitler yapmak istiyorum.
1-Deniliyor ki, “Kürt toplumsal ve milli lideri ve aynı zaman da TKDP’nin Başkanının ve iki arkadaşının Dr. Şıvan ve Arkadaşları tarafından öldürülmeleri tarihte kalmıştır. Bu tarihi olaya dokunmamak gerekir. Siyasetin malzemesi yapmamak gerekir.”
Bana göre tüm milletlerin ve Kürt milletinin tarihi tecrübesi; böyle söylemlerle, emir ve direktiflerle, olayları çarpıtarak sunmakla, tarihi olayları küllendirmenin, üstünü kapatmasının, değerlendirme ve konuşulmasının engellenmesinin olanağı yoktur.
Bu konuda yarası olanlar bu tezi ileri sürüyorlar. Buna rağmen de olay üzerine fırsat buldukça gerçek dışı, spekülatif, olayı karartan yazılar yazıyorlar, belgeseller yapıyorlar, kitaplar yazıyorlar ve yazdırıyorlar.
Bu da ortada bir komplonun, bir tuzağın, gerçekleri gizleme çabasının olduğunu gösteriyor.
2-Olayı yazacaksak, yazılacaksa olay doğru aktarılmalı ve aktarmalıyız. Gerçekler yalın bir şekilde teslim edilmeli.
Belgeler ve bütün gelişmeler Sait Elçi ve arkadaşlarının Dr. Şivan ve arkadaşları tarafından öldürüldüğü tespit ediyor.
Bu belgelerin neler olduğu yıllar öncesi İsveç’te yayınlanan Armanc Gazetesinde yazdım. Daha sonra da WAR Dergisinde yazdım.
Bu belgeler, Necmeddin Büyükkaya tarafından Ala Rizgarî tarafından çalınmış olunduğu söylenen, yakın tarihte kardeşi Şervan tarafından “İlk Anlatım” isimli kitap da yayınlanan belgelerdir.
Bunlara gözleri kapatmak için riyakâr olmak gerekir.
3-Hukukta, katil/katillerle, mağdurlar ve öldürülenlerin aynı kategoride değerlendirildiği görülmemiştir. Oysa çok bilen Kürtlerimiz bunun böyle değerlendirerek ya cahilliklerini ortaya koyuyorlar, ya da bilerek gerçekleri çarpıtıyorlar. Özgün olayda katilleri gizlemek istiyorlar. Bunun kendisi de hukukta suçtur, delilleri gizlemek ve saklamaya girer. Hatta katille yaptığı işin teşebbüsçüsü bile kabul edilir.
Hukukta, en basit tanımıyla katil, kasıtlı, bilerek, planlayarak bir insanı öldüren kimsedir. Cinayet de, bir kişinin ve kişilerin bir ya da birkaç kişi tarafından öldürülmesidir.
Özgün olayda Dr. Şıvan ve arkadaşları katiller kategorisinde, Sait Elçi ve arkadaşları mağdurlar ve katledilendir.
Dr. Şivan ve arkadaşları planlı ve teamüden Sait Elçi ve arkadaşlarını öldürmüşlerdir.
4- Bu kompozisyonda, hem Sait Elçi ve arkadaşları, hem de Dr. Şivan ve arkadaşalrı Kürdistan şehidi olamazlar.
Sait Elçi ve arkadaşlarının Kürdistan şehidi olduğu belgelerle ve olaylarca doğrulanıyor.
Ama illa da TARAFTARLARIN VE MÜRİTLERİN GÖNLÜ HOŞ OLACAKSA Kürdistan’da “katil-şehit kategorisi” diye bir kategori ilan edebiliriz. Dr. Şıvan ve arkadaşları bu kategoride değerlendirilmeye alınır.
Kürt katili Öcalan da bu kategori kapsamına alınır.
5-Dr. Şıvan ve Arkadaşlarının, Sait Elçi ve arkadaşlarını öldürdüklerini kabul ettikten sonra; hangi saik ve hangi amaçla, kimlerin teşvikiyle, hangi koşullarda bu cinayeti gerçekleştirdiklerini konuşmak anlamlı olacaktır.
6- Dr. Şıvan ve arkadaşlarının Sait Elçi ve arkadaşlarını öldürmedikleri kabul edilirse, bilinen bir çevrenin Otonomi Yönetimi Sait Elçi’yi ve Dr. Şivanı, Türkiye ile ilişkilerinden dolayı ve çıkarları için silahlı mücadeleyi engellemek için öldürdüğü tezine “evet” demiş olurlar.
Belgeler bunu dışlıyor. Eğer bu görüşte olanlar varsa, sağa sola bükmeden bunu doğrudan söylemelidirler. Yoksa kafa karışıklığına yol açmasınlar. Sahneden hızla çekilsinler. Büyük sorumlulukların altına girerler.
7– “Otonomi Yönetiminin bazı yöneticileri Dr. Şıvan’ı ortadan kaldırtmak için, Dr. Şivan’a Sait Elçi’yi öldürttüler. Ondan sonra da Sait Elçi ve arkadaşlarının ölümünden onu sorumlu tutarak yargılayıp idam ettiler.”
Bu da oldukça ayıp ve Dr. Şıvan’ı ve liderliğini hiçleştiren bir tezdir. Bunu kabul edene müritler, taraftar olabilir mi?
8-Bu tez kabul edilmezse de Dr. Şıvan’ın liderliği, en yakın arkadaşını, bir Kürt liderini öldürmekle zaten hiçlenmiş durumda.
9-EN TEHLİKELİ TEZ: “Sait Elçi ve arkadaşlarının, Dr. Şivan ve arkadaşlarının öldürülmesi, ondan sonra da Dr. Şıvan ve arkadaşlarının idam edilmeleri, her ne olursa olsun Türk Sömürgeci Devletinin bir operasyonudur” demek en tehlikeli bir tez ve yaklaşımdır. Bu yaklaşımı düşünmek bile istemiyorum.
Güney Batı Kürdistan’da Kürt liderlerinden bir dostum bu tezi 1978 yılında bu tarihi olayı konuşurken ileri sürdü. Bu tezinin sonucu olarak da Dr. Şıvan’ın Türk Devleti’nin adamı olduğunu söylemişti. Buna o gün şiddetle karşı çıktım. Şimdi de şiddetle karşı çıkıyorum.
Bana göre Dr. Şivan kendi siyasi ihtirasları ve kaprislerinin bir kurbanıdır. Sait Elçi ve değerli arkadaşlarının öldürülmesine gözü kırpmadan karar vermiştir.
10-Biz hep “Türkiye’de Kürdistan Demokrat Partisi (T-KDP) diye bir partiden bahsediyoruz. Böyle gerçek bir parti orta yerde yok. Bir likidasyon var. Sait Elçi ve arkadaşlarının partisinin isminde küçük bir değişiklik yaparak kullanmak var. Kendine güvensizlik var. TKDP’nin gölgesinde kişilik bulma çabası var.
Bu başlı başına Sait Elçi ve arkadaşlarının öldürülmesiyle ilgili önemli ip uçları veriyor.
Bu konunun da tartışılması zamanı gelmiştir. Hani Apocuların da KİP ismini kullandıkları bir vaziyet var ya…
11- Eski dostum ve şimdilerde Bay Komplocu dediğim zat çok önemli bir mektup yayınlamış. Ona çok teşekkür ediyorum. Bu mektubu okuduktan sonra, Lazların ünlü şakalarından biri geldi aklıma. Laz’ın birine, kuş gösteriyorlar. “Bu nedir?” diyorlar. O da diyor ki, “benimle dalga geçmeyin, elindeki hamsidir”.
Bana göre mektupla ilgili son söyleyeceğim peşinen söyleyeyim. Mektup bağıra çağıra, biz Sait Elçi ve arkadaşlarını öldürdük, diyor.
Dr. Şıvan’ın mektubunda, Sait Elçi hakkında sorumsuzca ve saygısızca bir yaklaşım var. Kürdistan’la kendisini buluşturan, kendisine askeri kamp açan, parti kongresinde liderliği kendisine teslim edecek olan Sait Elçi’ye karşı bir kin var. Bir vefasızlık var.
Sait Elçi’ye “o kişi”, “söz konusu kişi” demek siyasi ve toplumsal ahlak açısından nasıl bir şey? Sait Elçi’yi küçümseme ve değersizleştirme tutumu nasıl kabul edilebilinir? “O kişi” ile “hiç ilişkimiz yok” öyle mi? Gerçek böyle midir? Sait Elçi’yle her hafta Antalya’da görüşen sen değil miydin? Sait Elçi’ye düğme bağlayan sen değil miydin? Seni Kürdistan Otonom bölgesine gönderen Sait Elçi değil mi? Seni TKDP’ye lider yapmak isteyen Sait Elçi değil mi?
Mektubun üslubu, açıklamalar, sosyo-psikolojik, sosyo-siyasal açıdan analiz edildiği zaman, “biz Sait Elçi ve arkadaşlarını öldürdük” diye bağırıyor. Lütfen bu mektubu benim sunduğum verilerle birlikte bir uzamana sunun aynı sonuca varacaktır.
Ayrıca bu ne duygusuzluk ve sorumsuzluk?
İnsanın düşmanının bile akıbeti belli değilse, bu konuda insana başvururlarsa, bir telaş, bir kaygı, bir olağanüstü çaba içine girmek söz konusu olur.
Dr. Şıvan mektubu yazarken o kadar çok rahat ki? Değme keyfine misali.
Bunu yazarken Kek Şakir Epözdemir’in yazdıkları aklıma geldi. İnsanlığımdan bir kere daha utandım.
Kek Şakir Epözdemir yazıyor ki: “Kek Sait Elçi ve yanındaki arkadaşlarının nerede oldukları konusunda bilgi olmayınca ve tehlikeli işaretler ortaya çıkınca, yardımcı olsunlar diye Dr. Şıvan ve arkadaşlarına gittim. Durumu onlara anlattım. Hiçbir şey olmamış gibi, rahat bir havada dinlediler. Dediler ki, “bizim Sait Elçi ve arkadaşlarından haberimiz yok.” (Aslında rahatlıkları onların başına getirdiklerini bilmelerindendir-İG) Ben o zaman dedim ki, “sizin daha geniş ilişkileriniz var, hiç olmazsa bu konuda bir araştırma yapın.” Onlar da, “olur dediler.”
Kek Şakir Epözdemir yanlış hatırlamıyorsam 15 gün bekliyor ya da 15 gün sonra tekrardan Dr. Şıvan ve arkadaşlarının yanına gidiyor.
Onlar Sait Elçi ve arkadaşları hakkında hiçbir bilgi vermiyorlar Onlara yapılmış bir talebim olmamış gibi konuşmaya devam ettiler. Kek Şakir’in talebi hiç ortada yokmuş gibi davranıyorlar.
Onunla kalmıyorlar dalga geçer gibi “bölgede bizim partiye ne yardımın olur?” diye soruyorlar. O zaman Kek Şakir büyük tepki gösteriyor. Diyor ki, “siz benimle dalga mı geçiyorsunuz. Ben sizin partinizin üyesi ve yöneticisi değilim. Size neden ve nasıl yardım edebilirim? Ayrıca günlerdir Sait Elçi ve arkadaşları hakkında araştırma yapıp bana bilgi vereceğinizi bekliyordum. Sizin bu vurdumduymazlığınıza ve sorumsuzluğunuza bakın” diyor. Tepki göstererek onlardan ayrılıyor.
İşte panorama ve tablo budur.
Bütün bunlara rağmen, Dr. Şıvan ve arkadaşları nasıl oluyor da bu gerçeklerden sonra savunabilinme cesareti gösteriliyor?
Doğrusu Kürtlüğe ve insanlığa karşı böyle cesaretli bir tutum olamaz. Bu tutum ve davranış içinde olundukça arpa boyu insanlıkta bir adım atılamaz.
Böyle yapanların Kürtlüğü de tartışmalı hale gelir.
Lütfen bu gerçekleri görelim.
Dr Şıvan’ın mektubu aşağıdadır. Lütfen bir kere değil birkaç kere dikkatle okuyalım.
“Sayın Eshed Xoşewî’ye
“ Mektubunuz bize ulaştı. Bu mektuba göre, PDKnin M.S. (Politbürosu)
tarafından bir kişi ile ilgili olarak bize soru yöneltilmiştir. (Söz konusu)
kişinin adı Sait Elçi’dir.
Evet, yaklaşık olarak 20-25 gün evvel, o kişi, Çeko ve Brûskla Zaxoda
görüşmüştü. Bu görüşme o kişinin talebi üzerine gerçekleşmişti. Bundan
dört-beş gün önce Osman Qazî ve Mela Taha tarafından da bu soru bana
yöneltildi. Ben, Saît Elçi adındaki kişiyle hiç bir ilişkimizin olmadığını
Osman Qazî ve Mela Taha’ya açıkladım. Bu kişinin talebi üzerine bir
müddet önce Zaxo’da Çeko ve Brûsk onunla (görüşüp) konuşmuşlar.
Konuşmalar esas olarak bazı özel meseleler ve Türkiye ile ilgili olarak
yapılmıştır. Çeko ve Brûsk da kendisine Türkiye ile herhangi bir ilgimizin
olmadığını söylemişler. Biz Devrimin emrinde hizmet veriyoruz; Devrimin
emirleri ne ise biz de o doğrultuda davranırız. Eğer siyasi konularda
çalışma yapmak istiyorsa ve devrimle kişisel ilişkiler kurmak istiyorsa bu
(konu) bizim işimiz değildir. Devrim ve onun yöneticileri vardır, buyrun
ilişkilerinizi devrimin yöneticileri ile kurun. Biz, Saîd’in istediği hizmet ve
aracılığı gerçekleştiremeyiz…
”Çeko ve Brûsk’in bu cevaplarından sonra Saîd Elçî kalkıp şöyle demiş:
“O zaman ben Türkiye’ye geri döneceğim.” Onun talebi üzerine bu iki
arkadaşımız kendisine refakat etmişler ve geçiş yolunu kendisine
gösterdikten sonra, ondan ayrılmışlardır.
“Birbirlerinden ayrıldıktan sonra aramızda herhangi bir bağlantı ve ilişki
olmamıştır. (Ondan sonra) onunla ilgili herhangi bir bilgimiz yoktur. Fakat
Türk Radyosuna göre, onun hakkında yakalama emri çıkartılmıştı. Bu
konuda, bundan başka bir bilgi ve malumatımız yoktur. (Zaxo’dakî)
görüşmeler ve geçiş esnasında, Saît Elçî’nin yanında bir başka kişi daha
varmış ve Saît ile bu adam beraberlermiş ve beraber gitmişler.
“Kardeşlik selam ve saygılarıyla.
28.6.1971”
Dr.Şıvan
Diyarbekîr, 2 Haziran 2020