Nâzım Hikmet’in Kâmran Ali Bedirhan’a Kürt meselesi hakkında yazdığı mektup… Varşova’da Celal Talabani’ye buluşması ve Iraklı Kürtlerle dayanışma konuşması -VIDEO

1925 yılında Şeyh Said öncülüğünde mecburen başlatılan silahlı isyan sonrasında, Türkiye Komünist Partisi’nin (TKP) bağlı olduğu Komintern (Komünist Enternasyonal), 26 Şubat’ta bu hadise ile ilgili olarak “Kürdistan’da İsyanın Anlamı” başlığı altında şu değerlendirmeyi yapıyordu:

Kürdistan’da gelişen Mustafa Kemal ve Ankara hükümetine karşı Şeyh Sait isyanı, Moskova’da Türk gericiliğinin İngiliz Emperyalizmi ile ittifak hâlindeki bir restorasyon çabası olarak görülüyor.

Genel olarak söylenecek olursa; Kemal ulusal kurtuluş hareketini temsil ediyor ve demokrasiye doğru ve Türkiye’yi gerek feodalizmin kalıntılarından, gerekse Müslüman din adamlarının etkisinden kurtarmaya gayret ediyor.

Mustafa Kemal birinci olarak emperyalizme, ikinci olarak feodal büyük toprak sahiplerine, üçüncü olarak din adamlarına ve dördüncü olarak yabancı sermayeyle ittifak halindeki liman kentlerinin ticaret burjuvazisine karşı koyuyor.

Yakın geçmişte tüm gerici güçler, Kemal’e karşı bir taarruza geçen, sözüm ona Terakkiperver Cumhuriyet Fırkasını oluşturmak üzere bir araya geldiler. İsyancılar, din adamlarınca kışkırtılan göçebe aşiretlerini seferber ettiler ve dini sloganlar kullandılar.

İsyan, büyük toprak sahiplerinin ağır bastığı Doğu vilayetlerinde patlak verdi. İsyancıların arkasında Musul sorunuyla, yani petrol sorunuyla ilgili İngiltere duruyor. 1

TKP’nin yayın organı Orak-Çekiç gazetesinin 5 Mart 1925 tarihli nüshasının üst manşeti ise şöyleydi:

Yobazların Sarıkları Yobaz Zümresine Beyaz Kefen Olmalı! Yobazlarıyla, Ağalarıyla, Şeyhleriyle, Halifeleriyle, Sultanlarıyla Birlikte Kahrolsun Derebeylik!

Yazı, “Halk fıkrası ekseriyeti -Orak Çekiç’in temenni ettiği gibi- Genç isyanı vesilesiyle, Şark vilâyetlerimizde derebeylik ve irtica yılanını yalnız boğmak değil, yok etmek temayülündedir. Bu azimkârlığı candan alkışlarız!” diyerek devam ediyordu. 2

Nâzım Hikmet ve Kâmran Ali Bedirhan dostluğu

Nâzım Hikmet, üyesi olduğu TKP’nin Kürt meselesindeki hatalı ve şoven çizgisine açıktan itiraz etmiyor veya edemiyordu.

Böyle bir itiraz hem Komintern’e hem de ona yön veren Sovyet yönetiminin resmi politikasına karşı çıkmak anlamına geliyordu ki, bu da aniden ortadan kaldırılma, hapsedilme veya öldürülme tehlikesini içinde barındırıyordu.

Yine de Nâzım, bilincinin ve vicdanının sesine uyarak özel ilişkilerinde Türkiye’deki Kürt halkı ve meselesiyle samimi olarak ilgilenmiş, bazı Kürt şahsiyetlerine bu hususta yazılı veya sözlü olarak duygularını dile getirmiştir.

Bu konuda Kâmran Ali Bedirhan ve Celal Talabani’ye dair iki örnekten bahsedeceğiz.

Celal Talabani ve eşi Hero İbrahim Ahmed, Peşmergelik döneminde
Celal Talabani ve eşi Hero İbrahim Ahmed, Peşmergelik döneminde

İlkini tanıtalım:

Kâmran Ali Bedirhan (Bedirxan), 1895 de İstanbul’da dünyaya geldi. 1978’te Paris’te vefat etti.

Botan Miri Bedirhan Bey’in torunu, Kürt aydınlarından Emir Ali Bedirhan’ın oğlu ve Celadet Ali Bedirhan’ın kardeşidir.

Kürt milletperveri, avukat, yazar ve siyasetçi Kâmran Ali Bedirhan (Bedirxan) Galatasaray Lisesinde okudu. İstanbul’dan ayrıldıktan sonra geri dönüp İstanbul Üniversitesinde Hukuk tahsili gördü.

30 Aralık 1918’de Kürdistan Teali Cemiyetinin kurulmasında büyük rol oynadı.

Osmanlı İmparatorluğu’nun dağılmasından sonra Kürt aşiretlerinin birliğini sağlamak için kardeşi Celadet Ali Bedirhan ile birlikte çaba gösterdi fakat başarılı olamadı.

1922 yılında kardeşi Celadet Ali Bedirhan ile birlikte Almanya’ya gitti. Burada Polonyalı prenses Nathalie d’Ossovetzky ile evlendi.

Kâmran, Kemalizm karşıtıydı. 1923 te Cumhuriyetin ilanından sonra kardeşiyle birlikte gittiği Almanya’da ailesinin bulunduğu Münih’te yaşadı. Ludwig Maximilian Üniversitesinde hukuk fakültesini bitirdi. Eğitimine mezunu olduğu Leipzig Üniversitesi’nde devam etti.

Bir süre sonra Suriye’ye gidip yerleşti ve Beyrut’ta avukatlık yapmaya başladı. Sonraki süreçte kardeşinin kurmuş olduğu Hoybun (Xwebûn) örgütüne katıldı; onun çıkardığı Hawar (Medet/Çağrı) dergisinin yayımlanmasına yardım etti.

1942-1946 yılları arasında Beyrut’ta Kürtçe ve Fransızca yayınlanan Roja Nû (Yeni Gün) dergisinin yayımlanmasında önemli bir rol üstlendi. 1946 Suriye’nin Bağımsızlığından sonra dergideki işini kaybetti.

Suriye’deki siyasi hayatı sekteye uğrayan Kâmran Ali Bedirhan Paris’e taşındı. 1948’de başladığı Doğu Dilleri ve Medeniyetleri Enstitüsünde (Paris) öğretim görevlisi olarak yaşamına devam etti.

Paris Kürt Enstitüsünü kuran Kâmran 1960 yılından itibaren Mustafa Barzani liderliğindeki Irak Kürtlerinin Avrupa sözcüsü oldu. Bu sırada Kürtlerle İsrail arasında önemli ilişkiler kurdu.

Celal Talabani ve Mesud Barzani, Türkiyeli komutanlarla birlikte. TRT Kurdi TV, Talabani belgeseli yapıp Mayıs 2015'te yayımladı
Celal Talabani ve Mesud Barzani, Türkiyeli komutanlarla birlikte. TRT Kurdi TV, Talabani belgeseli yapıp Mayıs 2015’te yayımladı

Dünyaca ünlü Nâzım Hikmet’le ilgili bazı satır başlarını da paylaşacağım:

  • 15 Temmuz 1950’de 12 yılı aşkın aralıksız hapis hayatının ardından özgürlüğüne kavuştu.
  • 22 Kasım 1950’de Dünya Barış Konseyi tarafından Julius Fuçik, Pablo Picasso, Pablo Neruda, Paul Robeson ve Wanda Jakubowska ile birlikte Uluslararası Barış Ödülü’ne hak kazandı.
  • Kendisinin katılamadığı törende onun adına ödülü alıp kabul konuşmasını yapan kişi ise ünlü şair Neruda oldu.
  • Serbest bırakıldıktan sonra -yasal yükümlülüğü olmamasına rağmen- askere çağrıldı.
  • 17 Haziran 1951’de -giderek kötüleşen sağlık durumu da göz önünde bulundurulduğunda- öldürülmek istendiği endişesiyle kayınbiraderi Refik Erduran’ın kullandığı sürat motoruyla İstanbul’dan Karadeniz’e açılarak Romanya üzerinden Moskova’ya gitti.
  • Nâzım’ın sürgündeki ilk uluslararası yolculuğu Ağustos 1951’de Doğu Berlin’deki 3. Dünya Gençlik ve Öğrenci Festivaline onur konuğu olarak katılmak oldu.
  • Burada genç TKP’lilerden oluşan Türkiye delegasyonu ile zaman zaman Sovyet korumasını (gizli servis elemanı) atlatarak kimi görüşmeler yaptı.
  • Sürgün yıllarında siyasal eylemlerinin ağırlıklı bir bölümünü oluşturan Dünya Barış Konseyi çalışmaları kapsamında Avusturya, Bulgaristan, Çin, Doğu Almanya, Fransa, Macaristan, Küba, Mısır’ın da aralarında olduğu birçok ülkeye yolculuk yaptı.
  • Konferanslar verdi; savaş ve emperyalizm karşıtı etkinliklerde yer aldı.

Nâzım Hikmet ve Celal Talabani: Varşova buluşması

YNK (Kürdistan Yurtseverler Birliği) kurucu önderi ünlü Kürt siyasetçisi Celal Talabani, 1955 yılında Bağdat Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde iken Iraklı üniversite öğrencileriyle birlikte Polonya’nın başkenti Varşova’ya gitmişti.

Orada düzenlenen Uluslararası Öğrenci ve Gençlik Konferansı’na katılmış; Kürt halkı ve çektiği acılar hakkında bilgiler sunmuştu.

Festival davetlileri arasında Nâzım Hikmet de bulunuyordu. Iraklı Kürt öğrencilere büyük ilgi gösteren Nâzım, Kürt halkının özgürlüğü ve kurtuluşu hakkındaki konuşmasında şunları da söyledi:

Kürt gençlerinden bir ricam var. (Irak’ta) Kürdistan bayrağını özgür topraklarında dalgalandırdıkları gün, lütfen beni unutmasınlar. O tarihi güne tanık olabilmem için beni de davet etsinler.

Nâzım’ın sözlerinden derinden etkilenen öğrenci heyetinin her bir temsilcisi kürsüye çıktığında; “Kürt halkıyla dayanışma içinde olacağını ve kurtuluş davasını destekleyeceğini” dile getirince, orada bulunan Çin heyeti, Irak’tan gelen bu öğrencileri -Arap ve Kürt karma heyeti olması şartıyla- Pekin’e davet etti.

Oluşturulan Arap-Kürt öğrenci heyeti arasında bulunan Talabani de Çin’e gitti. Başkentte ülkenin kurucu başkanı Mao Zedung ve başbakanı Çu Enlay ile görüştü. 3

2014 yılında Süleymaniye’deki kitapçıları dolaşırken, büyütülmüş bir fotoğrafta Mao’nun görüştüğü öğrenciler arasında Talabani’nin olduğunu ben de fark etmiştim.

Celal Talabani, 1960 Paris
Celal Talabani, 1960 Paris

Gelelim, Nâzım Hikmet ile Kâmran Bedirhan’ın tanışıklığına…

Nâzım’dan Kâmran Bedirhan’a Kürt meselesi hakkında bir mektup

Dünya şairi Nâzım Hikmet’in Kâmran Ali Bedirhan’a gönderdiği mektubun özeti, daha önce 7. Gündem gazetesinin 19-25 Ocak 2002 tarihli nüshasında yayınlanmıştı.

Mir Kâmran Bedirhan, Nâzım Hikmet’le İstanbul’da yaşadığı günlerden beri tanışıyordu. Bu tanışıklık yıllarca devam etti.

Dönemin Paris Kürt Enstitüsü başkanı Kendal Nezan da bunu defalarca dile getirmişti. Ailece yapılan bu görüşmeler daha sonra mektuplaşmalarla devam etti.

Bu mektuplardan biri de 1961 yılında Nâzım tarafından kaleme alınmıştı. Konu Kürt meselesi idi. O tarihte Bedirhan Paris Kürt Enstitüsü başkanlığını yapıyordu.

Bedirhan’ın Fransa’daki arşivinden alınan ve 1983’te Hêvi adlı Kürtçe dergide yayınlanan bu mektup halen enstitü bünyesinde saklanmaktadır.

El yazısıyla 8 küçük sayfaya yazılan mektupta Nâzım, iki kardeş halkın sadece birbirleriyle dayanışarak hürriyet ve insan haklarına kavuşabileceklerine dair inancını dile getiriyordu.

Nâzım Hikmet'in Kamran Bedirxan'a el yazısıyla yazdığı mektuptan bir cümle
Nâzım Hikmet’in Kamran Bedirxan’a el yazısıyla yazdığı mektuptan bir cümle

Mektubun özetini verelim:

Kökleri yüzyılların derinliklerine dalan tarihiyle, kültürüyle, Kürt milletinin önemli bir çoğunluğu Anadolu’nun bir parçasında yaşar. Anadolu’nun öbür parçalarında yaşayan Türk milletini, Kürt milleti kardeşi sayar.

Her iki millet, bütün imparatorluklar gibi, halkların zindanı olan Osmanlı İmparatorluğu’nda Kürt ve Türk derebeylerinin, Osmanlı İmparatorluk idaresinin ağır zincirlerine vurulmuşlardır.

Osmanlı İmparatorluğu yıkıldıktan sonra ise her iki millet emperyalizme karşı tek bir cephe kurup çarpışmışlardır. Anadolu milli kurtuluş hareketi yalnız Türkler için değil Kürtler için de tarihlerinin en şerefli sayfalarından biridir.

O dövüş yıllarının sonradan Türk idarecilerince yasak edilen en unutulmaz türkülerinden biri, ‘Vurun Kürt uşağı namus günüdür!’ diye başlar.

Türkiye Cumhuriyetinin kuruluşundan sonra, Türk idarecileri ve egemen çevreleri, Kürt hareketine tamamıyla vadettikleri millet ve insan haklarını tanımadı. Hatta işi Kürt milletinin millet olarak varlığını inkâra kadar götürdü.

Bu dönem, Türk idarecilerinin ve egemen sınıflarının emperyalizmle uzlaşmaya başlaması dönemidir. Bu inkârla, bu uzlaşmanın aynı dönemde baş göstermesi sadece bir rastlaşma değildir.

Bugün Türkiye Cumhuriyetini Orta ve Yakın Doğu’da emperyalizmin kalelerinden biri haline getiren Türk politikacıları Kürt milletinin milli varlığını inkârda ısrar ediyor ve Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde öteki azınlıklarına tanıdığı hakları bile Kürt milletine tanımıyor.

Türk ve Kürt halklarının Türkiye Cumhuriyeti’nin sınırları içinde dış ve iç politikada aynı emellere hasret çekmeleri bugünkü Türk idarecilerini korkutuyor.

Her iki millet kardeş milli kültürlerini, milli ekonomilerini geliştirmek, toprağa, tarım araçlarına, hürriyete, demokratik haklara kavuşmak istiyor.

Türk ve Kürt halkları Türkiye Cumhuriyeti’nin tarafsız bir politika gütmesini, emperyalizmin üssü olmaktan kurtulmasını istiyor.

Gerçek Türk yurtseverleri Kürt kardeşlerinin Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde milli haklarına kavuşmak için yaptığı kavgayı can ve gönülden nasıl destekliyorsa, gerçek demokrasi ve milli bağımsızlık için yaptığı kavgayı da öylece destekliyor.

Anadolu’da yaşayan Kürtlerle Türklerin arasına nifak sokmak isteyen gericiler, emperyalizmle el ele vererek halklarımızı daha kolay ezmek istiyor.

Kürt ve Türk halklarının bahtiyarlığa, insanca yaşamaya varmak için derebeylerine, kara kuvvetlere, şehir ve köy ağalarına, gericilere, ırkçılara, milletlerin varlıklarını ve haklarını inkâr edenlere, halkları birbirine düşürüp dostlarıyla rahatça geçinenlere ve emperyalistlerin uşaklarına karşı yürüttükleri yeni milli kurtuluş savaşının zaferi Türk ve Kürt halklarının elbirliğiyle kazanılacaktır.

Ancak böyle bir elbirliğiyle kardeş iki millet, hürriyete, milli ve insan haklarına kavuşabilir.

Nâzım Hikmet'in mektubundaki son cümlelerden biri
Nâzım Hikmet’in mektubundaki son cümlelerden biri

 

Ne dersiniz? Yıllar öncesinden bize kadar ulaşan bu sözler günümüze de ışık tutmuyor mu?

Özellikle de yaklaşık bir yıldır AKP iktidarı ve Devlet Bahçeli’nin temsil ettiği devletin Kürtlerin siyasi temsilcileriyle görüşüp başlattıkları adı konulmamış açılım sürecinin devam ettiği günümüzde egemenlere bir nasihat, bir öğüt olabilir mi diye düşünüyor insan.

Yazar Erdoğan Aydın, Cumhuriyet'in kuruluşu ve geleceğini sorgulayan kitabı hakkında konuşuyor
Yazar Erdoğan Aydın, Cumhuriyet’in kuruluşu ve geleceğini sorgulayan kitabı hakkında konuşuyor

 

Erdoğan Aydın’ın yeni kitabı hakkında:

Erdoğan Aydın, yıllardan bugüne Türkiye’de çözümlenmemiş meseleleri (resmi laiklik, Siyasal İslam, Alevi ve Kürt meselesi gibi) ele alıp sorgulaması, eleştirisi ve yol göstermesiyle bilinen bir araştırmacı yazar arkadaşımızdır.

Ezber bozan ve sıra dışı tarih yazımı açısından bakıldığında Nasıl Müslüman Olduk, Fatih ve Fetih, Osmanlı Gerçeği, Çanakkale Savaşı ve Yanlış İliklenen Düğme: Geçmişle Gelecek Arasında Cumhuriyet (SRC yayın, İstanbul, 2025) isimli eserleri özellikle okunmaya değerdir. Zira bazıları onlarca baskı yapmış durumda.  Bir kısmı da kamuoyunda da ilgi görüp olumlu tartışmalara yol açmıştır.

Son kitabının da merak uyandıracağı kuşkusuzdur. Güncel olması bakımından kitabın son bölümlerinde Cumhuriyet’in kurucu babalarının Kürt halkına olumsuz bakışları, Kürt meselesinin inkârında başvurulan yanlış yöntemler ve asimilasyon politikalarının yol açtığı yüzyıllık yaraya değinen Erdoğan Aydın,  bu hususta somut ve anlaşılır örnekler veriyor.

Mesela Şeyh Said Hadisesi ile Dersim Olayında görüldüğü üzere dönemin iktidarlarının baskı, askeri operasyonlar yoluyla başvurdukları şiddet, tenkil (tepeleme) ve tedip (zor kullanarak yola getirme) politikalarına karşı nefsi müdafaa (varlığını koruma/savunma) kabilinden veya Ağrı İsyanı gibi planlı başkaldırılara yönelik kanıtsız/mesnetsiz  karalamaların yanlışlığını eleştiriyor.

Kitabı sonuna kadar okuyamadığım için, şimdilik bununla yetinerek akademisyen yazar Fikret Başkaya’nın aynı kitap için kaleme aldığı tanıtım yazısından alıntı yapmak durumundayım.

Resmî tarih, hâkim sınıfların bilinmesini istediği tarihtir… Geçmişte yaşanmış olanın, iktidar sahiplerinin ihtiyacı doğrultusunda yeniden kurgulanmış versiyonudur. Bu amaçla toplum hafıza kaybına uğratılmak istenir… Resmî tarih, yalana, tahrifata, yok saymaya, adıyla çağırmamaya, sansüre ve otosansüre dayanır. Fakat resmî tarih bir başına amaç değildir, asıl amaç egemen ideoloji oluşturmaktır… Çünkü geçmişine hâkim olmadan bu güne ve geleceğe hâkim olmak mümkün değildir…

Yetkin bir tarihçi ve sosyal analist olan Erdoğan Aydın, elinizdeki bu kitapta, ‘Millî Mücadele’ dönemi ve akabinde yaratılan Türkiye’nin harika bir tahlilini yapıyor. Bu tahlili, Cumhuriyet’in ‘kimsesizlere’ karşı nasıl kurumlaştığının çarpıcı bilgisiyle tamamlıyor. Resmî tarihin tevatürlerini birer birer ifşa ediyor… Tek parti-tek adam iktidarına giden yolun taşlarının nasıl döşendiğini gösteriyor… Türkiye’nin yüz yıldır niçin demokratikleşemediği sorununu aydınlatıyor.

Esasen 1923 yılında ilan edilen cumhuriyet ‘gerçek cumhuriyet’ değildi… Zira Cumhuriyet, kimin yönettiğiyle değil, yönetimin nasıl olduğu, niteliğiyle ilgilidir… Bu kitabı büyük zevk alarak okudum ve doğrusu çok şey öğrendim. Tartışmasız bu güne kadar yazılmış en kapsayıcı resmî tarih eleştirisi demek de mümkün… Bize böyle değerli bir eser kazandıran Erdoğan Aydın’a ne kadar teşekkür etsek azdır…

Tarihimizle yüzleşmek bizi özgürleştirecektir…

 

Faik BULUT

 

(Makale içerikleri tamamen yazarın sorumluluğundadır. Sitemiz, bu görüşlerden dolayı herhangi bir sorumluluk kabul etmez.)

Geef een reactie

Je e-mailadres wordt niet gepubliceerd. Vereiste velden zijn gemarkeerd met *