İbrahim GÜÇLÜ
Türkiye Cumhuriyeti Devleti, anayasalı olmayı Osmanlı İmparatorluğunda miras aldı. Osmanlı İmparatorluğunda, ilk anayasa 1876 yılında yapıldı.
Türkiye Cumhuriyeti Devletinde ilk anayasa, 1921 yılında yapıldı. 1924 yılında revize edildi. Bu anayasa değişikliklere uğrayarak, 1960 yılına kadar geldi.
27 Mayıs 1960 Askeri Darbesinden sonra da, asker ve sivil bürokratik Kemalist elit tarafından yeni anayasa yapıldı. Bu anayasa da, 12 Mart 1971 Askeri Darbesinden sonra önemli değişikliklere uğrayarak, 12 Eylül 1980 tarihine kadar yaşadı.
12 Eylül1980 Askeri Darbesinin Kemalist kadrosu, 1960 yılında yapılan anayasayı daha özgürlükçü, karışıklıklara, anarşizme, solculuğa ve Kürtçülüğe yol açan; Kemalist devlet sistemini tehdit eden bir anayasa olarak gördü. Bu nedenle, yeni bir anayasa yaptı.
Bu anayasa, cunta anayasası ve 1982 anayasası olarak, derinliğine ve genişliğine siyasi ve hukuki literatüre girdi.
1982 yılında yapılan bu anayasanın; herkesin ve hele Kürdün hiç olmadığı; sivil, özgürlükçü ve demokratik bir anayasa olmadığı görüldü. 1983 yılında ANAP’ın Hükümet olması ve darbecilerin partisinin halk tarafından büyük bir şamar yemesinden sonra; en geniş toplumsal, siyasal, ulusal ve etnik topluluklar, farklı dini gruplar ve mezhebi gruplar tarafından yeni bir anayasanın gerekliliği benimsendi ve açıkça dile getirildi.
Ne yazık ki, bu itirazlar, bu konsensus, bu talepler, yeni bir anayasanın yapılmasına yol açamadı. Belirli zaman Aralığında 1982 Anayasa’sında değişiklikler oldu. 1982 Anayasasından yapılan en kapsamlı değişiklik 2010 yılında gerçekleşti. Bu değişiklik referandumla yapıldı.
1982 Anayasa’sında, en son, önemli ve sistemi bir ölçüde değiştiren 16 Nisan’da referandumla gerçekleşen değişiklik oldu.
Hem anayasada bu yeni değişiklik gündeme geldiği, hem değişiklik için referandum kampanyası sırasında, hem de sonrasında; bu değişikliğinde Türkiye’nin özgürlükçü, demokratik, sivil, devleti herkesin devleti yapacak anayasa sorununu çözmeyeceğini yazdım. Başka yazanlar da oldu.
16 Nisan 2017 tarihinde anayasada yapılan bu değişikliğin hemen sonrasında, yeni anayasa konusunun Türkiye’nin gündemine girmesi için çalışma başlatmanın gerekli ve zorunluluğunu hep ifade ettim.
Ayrıca da yeni anayasa sorunu özellikle Kürtler, ötekiler, ötekileştirilenler, farklı olanlar, egemenliği paylaşmayanlar için elzem ve gerekliliği güncel ve acil. Çünkü mevcut anayasa ve yapılan değişiklik de toplumsal sözleşme niteliğinde değildir. Türkiye’deki farklı ulusal, etnik, diğer toplumsal grupların ihtiyaçlarını karşılamaktan uzaktır.
Anayasanın tarihi arka plânı…
Anayasanın tarihi arka plânını bilmek gerekir.
İlk “Anayasa” sözcüğünü kullanan filozof Aristo’dur. Aristo “ilk Politika” adlı yapıtında bu kavramı kullanmıştır. Aristo, aynı zamanda, bu yapıtında, devletlerin farklı niteliklerini de tanımlamıştır. Devletleri, monarşik devletler, diktatörlük devletleri, aristokrat devletler, oligarşik devletler, demokratik devlet olarak kategorileştirilmiştir.
Aristonun bu kategorileştirilmesi, anayasalarla devletlerarasından doğrudan bir ilişki ve bağ olduğunu anlatmış olmaktır.
Aristo her devlette de, devletin niteliğine uygun, farklı nitelikli anayasaların olacağını da bize çıkarsama olarak sunmaktadır.
Aristo’ya göre anayasa, “devletin özüdür. Buna karşılık yasalar, devlet güçlerinin, egemenliğe dayanarak kamu düzenini korurken uyacakları ilkeleri gösterir.”
Çağdaş anlamda anayasa düşüncesi ise, Reform döneminden sonra, özellikle “toplum sözleşmesi” düşüncesini geliştiren Thomas Hobbes, John Locke ve Jean-Jacques Rousseau’nun yapıtlarında ortaya çıkmıştır.
Birçok anayasal kuralı içeren belgeler vardır. Örneğin geleneksel anayasa düzenine sahip olan İngiltere’de anayasal kurallar, 13. yüzyıldan bu yana yayımlanmış olan hukuk belgelerinde yer almıştır: Magna Carta, 1215; Haklar Bildirisi, 1688; Habeas Corpus Yasası, 1679; Parlamento Yasası, 1911). Almanya’da da 1845 Paulus Kilisesi Anayasası’na kadar anayasal kurallar, 1648 tarihli Vestfalya Antlaşması ve 1815 tarihli Viyana Nihai Belgesi gibi anayasal belgelerde toplanmıştı. Devrim öncesi eski Fransız devlet düzeninde de (ancien regime), IV. Henri döneminde ün kazanan hukukçu Loyseau’nun belirttiği gibi, kralın iktidarını sınırlayan “devletin temel yasaları” vardı.
Günümüzde geleneksel anayasalara dayanan rejimler pek azdır. Bunlardan biri, İngiliz örneğini izleyen Yeni Zelanda, öbürü de İsrail’dir.
Dünya üstünde ilk yazılı anayasa, 1787’de kaleme alınan, 1788’de on bir eyaletçe onaylanarak 1789’da yürürlüğe giren ve temelde bugüne değin değiştirilmemiş bulunan ABD Anayasası’dır. Bunu, Devrim’in ürünü olan 1791 Fransız Anayasası izlemiştir. Bundan sonra Avrupa’daki anayasacılık hareketleri 19. yüzyılda hızla gelişmiştir.
Anayasanın tanımı…
Eğer Türkiye’de sağlıklı, kapsayıcı, herkesin, 80 milyonun ve tüm milletlerin olacağı bir anayasa hazırlanacaksa, doğru bir tanımını da yapmak; bu tanım üzerinde anlaşmak da gerekir. Bu tanım da, “kim/kimler için yeni bir anayasa?” sorusu etrafında geliştirilmelidir. Mevcut ve yapılmak istenen gibi, yeni anayasa bir kesimin, bir topluluğun, bir milletin kaleme aldığı ve bu kapsayıcılıkta bir belge olacaksa, bu belgenin evrensel hukuk, Türkiye’nin sosyolojik, etnik ve ulusal çoğulculuğu kapsamında bir belge ve anayasa olması olanaklı değildir
Anayasa, toplumsal bir sözleşmedir. Bir devlet bünyesinden yaşayan herkesin, ulusal ve etnik toplulukların oluşturacakları devleti karakterini belirledikten sonra, o devleti kurallara bağlayan belgedir.
Yeni anayasanın, devleti, rejimi, siyasal sistemi, bütün alanlarıyla, toplumsal gerçeklere, doğal, bireysel ve kolektif hak/özgürlüklere, evrensel hukuka, federal demokrasiye, adalet ve eşitlik prensibine göre tanımlayan “toplumsal bir sözleşme” olmalıdır.
Demokratik, çoğulcu, katılımcı rejimlerde Toplumsal Sözleşme olarak anayasaların hazırlanmasına ya da şekillenmesinde: Bir yanda devlet diğer yanda vatandaş yoktur. Eğer anayasalarda taraflardan biri devlet ve bir diğeri de vatandaş olarak tasarlanır ve senaryolaştırılırsa, önceden tanımlanmış ve vatandaşa rağmen yapılanmış bir devlet, hem de otoriter ve totaliter bir devlet, halka dikte ettirilmiş olur. Bu anayasada devlet, vatandaş için değil, vatandaş devlet için olur. Devlet, vatandaşın hizmetinde değil; vatandaş, devletin hizmetinde olur. Bu halde de, vatandaşın hak ve özgürlüklerinin yok sayılması, ya da baskı altına alınması kaçınılmaz olur.
Türkiye’de anayasanın gerçekten toplumsal sözleşme olması için, anayasanın hazırlanması ve yapılmasında: Bireylerin, bireylerin oluşturduğu ulusal, etnik, dinsel, mezhepsel, toplumsal/sınıfsal, fikir ve siyasi grupların doğrudan taraf olması gerekir.
Türkiye’de çok farklı sosyolojik çoğulculuk karşısında, değişik milletleri ve etnik grupları temsil etmeyen siyasi partilerin anayasayı yapması, toplumsal sözleşme olarak bir anayasayı ortaya çıkaramaz.
Yeni bir toplumsal sözleşme olarak yeni bir anayasanın yapılması için, Kürtlerin, Türklerin, diğer etnik toplulukların temsilcilerinden doğrudan bir YENİ ANAYASA YAPIMCISI MECLİS oluşturulmalıdır.
Bu durumda öncelikle vatandaş yeni devletini tanımlayacaktır. Herkesin olduğu ve vatandaşın hizmetinde devlet; onun anayasası ortaya çıkarılmış olacaktır.
Türkiye’de var olan anayasa…
T.C Devleti askeri ve sivil bürokrasinin devleti olarak kuruldu. Aynı zamanda “millet devlet” değil, “devlet millet” niteliğindeydi.
Bu devletin anayasası da devletin sahiplerini tarif etti. Bu tarife göre, “Kemalist millet” içinde olmayan Türkler bile devletin sahipleri değildi. Egemenlik o Kemalist elitin elindeydi. Türk milleti bile egemenlik hakkına sahip değildi.
Bu nedenle tek parti döneminde ve darbelerden sonra yapılan anayasaların hepsi, Türk milletinin egemenliğine dayalı bir toplumsal sözleşme niteliğinde bile olmadılar. Sivil ve asker bürokrasinin egemenliğini tarif eden, tanımlayan, gerçekleştiren belgeler oldular.
Türkiye’de Kürt milletinin varlığı ret ve inkâr edildiğinden, Kürt milleti devlet sahibi olmadığından, ülkesi işgal edildiğinden, anayasalarda Kürt milletinin egemenlik hakkı gasp edildi.
Kürt Milletinin egemenlik hakkını yani devlet olmasını talep eden liderler, yurtseverler: Bundan dolayı katledildiler ve darağaçlarına çekildiler. Kürdistan bundan dolayı boşaltıldı. Kürtsüzleştirilmek istendi.
Kürdistan’daki milli direnme hareketlerinin kanla bastırılması, sonrasındaki gelişmeler bunun en somut delilidir.
Kürt milletinin egemen ve iktidar olması için, iki alternatif vardır.
Bu alternatiflerden biri, Kürt milletinin kendi bağımsız devletini kurmasıdır. Bu, Türk milletinden her anlamda kopması, ayrılması, kendi kendini yönetmesi, devlet mekanizmasını kurumlaştırmasıdır.
Bu durumda, Türkiye’de yapılan, yapılacak, değiştirilecek anayasalar, Kürt milletini ilgilendirmez. Kürt milleti bağımsız devletini kurduğu zamanda kendi anayasasını, kendi sosyolojik çoğulculuğuna ve uluslar arası hukuka uygun bir toplumsal sözleşme olarak yapmak zorundadır.
İkinci alternatif, Kürtlerle Türklerin birlikte federal bir devlet kurma konusunda anlaşmalarıdır. Bu durumda ancak devlet, Kürtlerin ve Türklerin Devleti olacaktır.
Devletin sahipleri birlikte bir federal devlet anayasası yapacaklardır.
Tıpkı Irak ve Kürdistan’ın Güneyinde yapıldığı gibi olacaktır. Irak’ta Kürtler ve Araplar birlikte federal bir devlet kurdukları için, buna uygun da bir anayasa yaptılar.
Bu anayasa da, her millet kendi ülkesinde egemen ve iktidar olacaktır.
Ortak Federal Devlette de egemenliği eşitçe paylaşacaklardır.
Yeni anayasa neden gerekli ve hangi özelliklere sahip olmalı…
*Tüm milletlerin, Kürtlerin, Türklerin ve diğer etnik toplulukların eşit haklara sahip olması için yeni bir anayasa gerekli.
*Eşit bir hukukun yaratılması; herkese, her millete, her toplumsal gruba hukukun eşitçe uygulanması; hukukun üstünlüğünün geçerli olması için yeni bir anayasa gereklidir.
*Tüm milletlerin egemen olması için yeni anayasa gereklidir.
*Devletin, Kürtlerin, Türklerin ortak devleti olması için yeni bir anayasa gerekli.
*Demokrasi ve sivilizasyon için yeni bir anayasa gerekli.
*Yeni anayasa için, bugüne dek hareket noktası olarak benimsenen Türkiye tanımından vazgeçmek ve yeni bir Türkiye tanımı üzerinde anlaşmak gerekir.
Bu nedenle, Türkiye’yi tekçilikten çıkaran, sosyolojik, ulusal, etnik çoğulculuğu kabul eden; Kürtlerin varlığının tanımını başa alan bir Türkiye tanımında anlaşmak gerekir.
*Anayasalar, ideolojik metinler değildir. Bu nedenle, ideolojilerden bağımsız olan, insanlığın tarihsel düşünce ve kültürel faaliyeti sonucu ortaya çıkan, ortak düşünce ve kültürel değerlerle belirlenecek “nötr”, “kimliksiz”, “sıfatsız”, “renksiz” devleti tanımlayan kuralları bütünlüğünün sentezi olmalıdır.
*Yeni anayasanın belirlediği devlet, üniter ve tekçi olmayan, tüm uluslardan, etnik ve dini gruplardan, ideolojilerden bağımsız, düzenleyici, bütün kesimlerin kendisini içinde ifade ettiği, haklarının eşitçe belirlendiği bir devlet olmak zorundadır.
Bu devlet de, ancak ve ancak federal bir devlet olmak zorundadır.
*Demokratik yeni bir anayasa, bireylerin ve tüm ulusal ve etnik toplulukların doğal, bireysel ve kolektif haklarını benimseyen bir anayasa olmalı. Bireyin haklarını güvenliğe kavuşturan ve genişleten bir anayasa, kolektif hakları benimsemiyor, içselleştirmiyor ve atlıyorsa; bu anayasa demokratik, kapsayıcı, ihtiyaçlara cevap veren, çatışmaları engelleyen, barışı sağlayan bir anayasa olamaz. Bireysel haklar da bu anayasada fazla güvencede olamaz.
Kürtlerin, Kürtçe konuşması bireysel bir haktır. Kürtlerin kendi dilleriyle eğitim-öğretim yapmaları kolektif bir haktır.
Kürtlerin, birey olarak siyaset yapmaları bireysel bir haktır. Ama Kürtlerin kendi siyasi partileriyle siyaset yapmaları, devlette her alanda ve mecliste temsil edilmeleri; iktidarı paylaşmaları; devletin sahiplerinden biri olması kolektif bir haktır.
*Demokratik, kapsayıcı, sivil bir anayasa yapılırken, devlet birey ilişkisinin ve egemenlik kavramının da doğru tanımlanması gerekir.
“Egemenlik kayıtsız şartsız Türk milletinindir” ilkesi ya da sözü, Türkiye’nin ulusal ve etnik çoğulculuğuna aykırı olduğu gibi, hiçbir zaman da egemenliği Türk milletinin yapmamıştır. Egemenliği Kemalist elitin tekelinde bırakmıştır.
Bundan dolayı, yeni bir anayasa yapılırken, Türkiye’nin ulusal ve etnik çoğulculuğa uygun bir egemenlik tanımının yapılması gerekir. Bu tanımda egemenlik sadece Türk milletine ait olamaz. Egemenlik, içerde Kürtler, Türkler, diğer etnik topluluklar; dışarıda da global dünya ve Avrupa Birliği ile paylaşılan bir tanıma kavuşturulmalıdır.
*Türkiye’de mevcut üniter ve dar demokrasi anlayışıyla da, demokratik, çoğulcu, sivil ve kapsayıcı bir sistemin anayasası oluşturulamaz. Bu nedenle, yeni bir demokrasi tasarımının, evrensel modern, çoğulcu, katılımcı demokrasi kapsamında örülmesi gerekir. Bu demokrasi, kimlikler demokrasisi olmak zorundadır. Bu durumda, Kürtler, Türkler arasından adaletli, eşitlikçi, paylaşımcı ortak bir devlet, federal bir devlet oluşturulması olanaklı olur.
*Bundan dolayı, devletin Türklerin, Kürtlerin, diğer tüm toplumun devleti olacak şekilde yeniden yapılandırılması gerekir.
*Yeni anayasa, Birleşmiş Milletler Beyannamesini, İnsan Hakları Bildirgesi, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi, diğer uluslararası sözleşmeler, Wilson Prensiplerini, Avrupa Birliğinin kriterlerini gözetilerek hazırlanmalıdır.
*Avrupa Birliği ülkelerinin anayasaları mutlaka incelenmeli ve referans alınmalı.
*Yeni anayasa, merkezci olmayan, desantralize bir sistemi gözeterek devlet yapısını kurgulamalı. Bu devlet de, federal bir devlettir. Federal devlet, en rasyonal, bütün ulusların haklarını eşitçe koruyan, egemenlik ve iktidar paylaşımını en azından eşitçe gerçekleştiren devlettir.
Almanya, tek uluslu bir devlettir. Ama federal bir devlettir. Belçika ve Kanada’da çok uluslu federal devletlerdir. Avustralya, tek uluslu, farklı yabancı grupların oluşturduğu federal bir devlettir. İspanya, hukuken üniter devlet olmasına rağmen, fiilen federal bir devlettir.
Irak, Kürtlerin, Arapların, diğer etnik toplulukların federal devletidir.
Amed, / Mayıs 2017