FLU

İskan Tolun

Dünyalar güzeli Narin çocuk ile başlayan ve devam eden çocuk ölümleri, kadın cinayetleri ile ilgili, Vicdan başlıklı bir yazı kaleme almak istemiştim ama, bu Yeni Doğan Çetesi skandalı, gündeme bir bomba gibi düştü, oturdu, herkesi şoke etti. Mağdur ailelerde infial uyandırdı. O miniklere yapılanlar gerçekten yürekleri dağladı. (Elbette öncesi de vardı: Savaş ganimeti diye kaçırılan Şengal çocukları gibi, bombardımanda Gazze’de, bir günde kırk çocuğun öldüğü gibi, Ceylan Önkol gibi, panzerler altında ezilenler gibi vs…) Aslında skandal ötesi bir çocuk katliamıdır, bir insanlık suçudur bu!..

Nazar değer diye doya doya bakmaya bile kıyamadığımız bu güzel varlıklara reva görülenleri yazmaya midem kaldırmadı, vicdanım el vermedi, yazamadım. Zira, bu organize suç çetesini iyice araştırınca, nasıl bu bebeklerin, kanları, ilikleri üzerinde vicdansızca pazarlıklar yapıldığını öğrendim ve para hırsına kapılmış bu canilerin, milyon dolarlarla ifade edilebilecek, rantlarına/vurgunlarına midem bulandı, iğrendim. Manşetlerde, ekranlarda sık sık gördüğümüz organ mafyasına alışmıştık ama, bu insanlık dışı organize suç çetesi gerçekten mide bulandırdı, vicdan sahibi olan herkeste. Dava, mahkemede henüz, en alt tabakadaki sanıklar sorgulanıyor; ucu nereye varır acaba? Umarım birçok dava gibi flulaşıp kapamaz, açıklığa kavuşur; güçlüler değil, haklılar kazanır!..

Ve bu ara gündemde kürt sorunu ile ilgili henüz adı bile konulmamış bir süreç yaşıyoruz. Bir yandan da, halkın oylarıyla seçilmiş belediye başkanları yerine Kayyım (İlk işleri de Ķürtçe tabelaların indirilmesi. Milyonlarca insanın konuştuğu bir ana dile karşı amansız bir tahammülsüzlük söz konusudur!..) atamaları, DEM parti binalarına yapılan baskınlar, keyfi tutuklamalar, sınır ötesi operasyonlar da tüm hızıyla sürüyor: Flu bir süreç yani…

Aslında bütün dünya flu bir dönemden geçiyor diyebiliriz. ABD’de seçimleri kazanan Donald Trump:

“Savaşları durduracağım,” dedi. Ama giderayak, topal ördek yönetimi diye tabir edilen Joe Biden, Ukrayna’ya füze kullanma izni verdi ve Selenski Rusya’ya saldırdı. Bu kez de Vladimir Putin Avrupa’yı nükleer silahlarla tehdit etti ve herkes suskun. Kuluçka devam etmeye dursun, Ortadoğu’yu kan gölüne çeviren Netanyahu’ya karşı en nihayetinde Lahey’den bir karar çıktı. İyi oldu ama, savaş devam etmekte. Ve yaptıkları suç, Avrupa’da suç bile sayılmayacak kadar masum insanları her fırsatta idam sehpalarında sallandırmaktan çekinmeyen İran… Almanya ani bir yaptırım uygulayarak iyi bir ders verdi ama, idam infazları hâlâ devam etmekte…

Trump 20 Ocak’ta resmen yönetimi ele alıyor ve umarım verdiği sözü tutar!..

Evet, herşey flu. Ama, temennimiz savaşların bitmesi ve özgür, aydınlık, günlerin gelmesidir elbette. Her şeye karşın optimist olmak lazım!..

Bu flu bir süreçte, uzun bir zamandır raflarda duran, 2013’teki çözüm süreci ile ilgili Baskın hocanın (Oran) kitabı aklıma geldi, alıp dikkatle, ilgi ile okudum ve okuyunca o günleri an be an yaşadım diyebilirim. O zaman da gündeme tezat teşkil eden durumlar olmuyor değildi ve karakollar inşa ediliyordu ama, bu kadar baskı yoktu…

Nitekim, Akil grup oldukça umutluydu. Öyle ki:

“İnşallah eğer bu süreç başarıya ulaşırsa, ki ulaşmaması ihtimali yok denecek kadar düşüktür…” gibisinde çok güzel bir tümce yazılmış 403. Sayfada.

Kitap, Çözüm Süreci ile ilgili ama, Baskın hoca bir dünya tarihi panoraması sunuyor okura.

(Baskın Oran Kürt Barışında Batı Cephesi “Ben Ege’de Akilken…” İletişim yayınları 2003/1. Baskı 2014. 472 sayfa)

Görsel basında ziyadesiyle 2013 Çözüm Süreci’ni takip etmiştim, yazılı basında da yeterince ama, bu adı bile henüz konulmamış bir süreçte, flu bir ortamda hafızayı tazelemek, hele de Baskın hocanın kalemiyle yazılmış bir kitabı okumak, kafalarda soru işareti oluşturan belirsiz bazı noktaların netleşmesi olasılığı daha fazladır diye düşündüm, öyle de oldu. Okumaya başlayınca kitabın akışkan olduğunu hemen anlıyor insan. Tam da, bu flu süreçte okunması gereken bir kitaptır bu!..

O kadar protestolara, saldırılara ve hatta hakaretlere karşı moralini hiç bozmadan gayet sakin bir şekilde gelen bütün soruları yanıtlıyor. Nabza göre şerbet de vermiyor değil, bazı yerlerde… Toplantıyı sabote etmek niyetiyle, salona bir şekilde girmiş aşırı milliyetçileri bile ikna edecek nitelikte konuşması, üniversitede öğrencilerine ders verir gibidir. Kitaptan seçeceğim birkaç alıntı bunu doğrulamaya yeterli olacaktır sanırım. Ama, milliyetçi demişken ilk önce bir espriyle bu güzel kitaba başlamak istiyorum; dediğim gibi: Sayfalardan birkaç alıntı yaparak…

Değerli profesör doktor Baskın Oran hocanın milliyetçi okul arkadaşı Hasan Celal Güzel:

“…. Mesela Baskın Oran’ı insan olarak çok severim. Fakat fakülteden beri Oran’da bir takıntı var; millet, milliyet, milliyetçilik gördüğü zaman kırmızı görmüş boğa gibi saldırır.” (75. Sayfa)

Bu tümceyi okuyunca aklıma milliyetçi entelektüel nesil yetiştirmekle uğraşan 19. Yüzyılın Prusya/Almanya devlet adamı Otto von Bismarck geldi. Daha sonra 90’lı yıllarda onunla ilgili bir (Hürriyet olabilir) gazete başlığı aklıma geldi. Gazeteciyi iyice kızdırmış olacak ki, kısaltılmış adından Kürtçe bir başlık atmıştı:

“Heso Celo Rindiko.”

Cevap geliyor: “Atatürk döneminde de mi faili meçhuller vardı? Dersim isyanı ne olacak?” Bu durumda nasıl anlatmadan duracaksınız 1937’de Dersim’de isyanın i’sinin bile olmadığını, harekatın da 1926’da planlanmaya başlandığını, Aralık 1936 Umumi müfettişler toplantısına “Tunceli’de yüzde 99 asayiş vardır” raporu geldiği halde 1937’de saldırılarının başlatıldığını? Harekattan tek maksadın, Dersim’de de tek kimlikli ve hatta “üniformalı” vatandaş yaratmak olduğunu? (48. Sayfa)

Evet, o dönemde Dersim’de isyan yoktu, bunu biliyordum elbette. Zira, Dersim katliamı ile ilgi onlarca kitap, yüzlerce makale okuduğumu rahatlıkla söyleyebilirim ve kitaplarıma, romanlarıma da konu olmuştur ama, böyle bir raporun olduğunu bilmiyordum, bu kitaptan öğrendim. İyi ki varsınız Baskın hocam. Demek ki: Okumaya devam, ama her zaman!..

  1. Sayfada ki: “Ramazan, sen iyi misin?” başlıklı yazı çok vahim, 315. Sayfaya kadar uzanıyor. Okumak gerek, anlatılması zor. Okuyunca tüylerim diken diken oldu. Bu kitap bilinmeyenlerle doludur ve anlatılması uzun süren, birçok konu da mevcuttur…
  2. Oran:

Biz Kürtlere “Dağ Türkü” dedik ve kimliklerini inkâr ettik. Kimse Yozgatlılara mesela “Ova Kürdü” demedi. Devlet silahlı Kürt’e de silahsız Kürt’e de eşit biçimde işkence yaptı. (350. Sayfa)

  1. Oran:

Sanmayın ki, bunlar 12 Eylül’den sonra oldu. 1925’ten sonra hep oldu. Çarşıda ve pazarda Türkçeden başka dil konuşmak yasaklandı. Konuşana, pazarda Kürtçe yumurta satana 5 kuruş ceza kesildi. Büyük paraydı. O zamanlar zenginler çocuklarına bayram için 1 kuruş harçlık veriyorlardı. Tarık Ziya (Nur içinde yatsın, yıldızlar yoldaşı olsun!..) Ekinci’den dinledim, o 1 kuruşu bitiremezdik, diyor. (351. Sayfa)

  1. Oran:

Kürtler daima, kimliklerini serbestçe ortaya koyma eşitliğini istediler. (352. Sayfa)

  1. Oran:

Hele hele, bundan sonra Kürtlere yapılacak her baskı Kürtlük bilincinin artmasından başka hiçbir işe yaramayacaktır – yaramadı zaten 90 yıldır. (368-369. Sayfa)

Kitap çok net ve süreç de tüm provokasiyonlara karşın çok iyi gidiyordu ama, Baskın hocam son toplantıya katılmıyor. Nedeni de gayet açık ve net… Neyse, bütün kitabı anlatmayayım.

Umarım bu aktüel, flu süreç bir an önce aydınlanır, netlik kazanır ve taraflar anlaşır, eşitlik sağlanır ve Baskın hocanın deyimiyle 90 yıldır ezilmiş, hakları gasp edilmiş, çok acı çekmiş Kürt halkı da bütün dünya halkları gibi özgürlüğüne kavuşur!..

Ha, birçok yerde de azınlıklara karşı yapılmış olan katliamlara değiniyor Baskın hocam ama, Yetmiş dört ferman yaşamış olan Êzîdîler yok bu kitapta maalesef. Kitabı bitirirken:

“Bizleri unutmuşsunuz hocam.” Diye bir mesaj attım. Sağolasın hemen yanıt verdi:

“Evet, kesinlikle Êzîdîler. Tarih boyunca en çok onları ezdiler.” diye bir mesaj attı. Nitekim, her zaman ezilenlere karşı duyarlı olan Baskın hocanın bir deyimi var Êzîdîler için:

”Gelen vurdu, giden vurdu.” diye…

Yıllardır değerli profesör doktor Baskın hocayı takip ediyorum. Yazılarını, videolarını hiç kaçırmamaya çalışıyor, ilham alıyorum. Sahi… “Bizleri unutmuşsunuz hocam,” demişken, bu son ferman, yani 3 Ağustos Şengal Katliamını bütün dünya da unuttu gibi. Oysa söz konusu katliam, biltekmil dünyanın gözü önünde gerçekleşmişti ve iki yüz küsür ülke sayısı olan bir dünyada sadece on-on beş ülke bu katliamını jenosid olarak tanıdı. Gönül ister ki bütün dünya ülkeleri 3 Ağustos Şengal Katliamını bir soykırım/Jenosid olarak resmen tanısın. Dünya ülkeleri açısından bir gerçeği teyit etmek zor olmasa gerek. Hem bu bir vicdan sorunudur; ezilen halkların bir daha kırımlara uğramaması adına insani bir görevdir diye düşünüyorum. Bizim hümanist/insani bir geleneğimiz var: Her inanca karşı saygılı olmak…

Bu insani/hümanist gelenek qewl’lerimize/Dualarımıza da yansımış: (İsa nebîyekî çê ye, bav tune Meryem dê ye, İsa ji nur a xwedê ye.) İsa iyi bir peygamberdir, babası yok anası Meryem’dir, İsa Allah’ın nurundandır.

Baskın Oran, Avrupa Konseyi Irkçılık ve İlgili Hoşgörüsüzlüğe Karşı Avrupa Komisyonu (ECRI) nezdinde Ulusal İrtibat Görevlisi (1999-), Başbakanlık İnsan Hakları Danışma Kurulu, Azınlık Hakları ve Kültürel Haklar Çalışma Grubu Başkanı (2003-) olarak çalışmalarda bulundu ve yazar, gazeteci, sosyal bilimci vs…

Geef een reactie

Je e-mailadres wordt niet gepubliceerd. Vereiste velden zijn gemarkeerd met *