İlk gençliğimin bir döneminde düzenli olarak Nakşibendi, Kadiri ve Rufaî tarikatlarının zikirlerine katılırdım. Akıl ile ruh arasındaki boşluğa düşmek pahasına her seferinde yeniden kaybettiğim Allah’ı çoğu zamana o zikir halkalarının içinde tekrar buldum. Allah’ı buldukça, cehenneme gitme kaygısı korkuya, cennette girme arzusu ise hazza dayanan bir dindarlığın bizi kurtaramayacağına inandım ve uzun bir yolculuğun ardından şunu anladım: yeryüzündeki insanlar adedince rabbe giden yol vardır ve eninde sonunda sahip olduğumuz yegâne şey ölümdür.
O zikirlerden en çok aklımda kalan ritim, Kadirî şeyhi Mahmud Berzenci Hafid’e yazılmış bir Kürtçe neşidenin müziğidir. Tekkeye gelen dervişlerden biri, el define yavaş yavaş vurarak söylerdi: Li dûrî te şêt û şeyda me / Hefîd im ji janê peyda me. Hızlanıyor ve uzayıp gidiyordu o ses: Şêxê mino Şahê Berzencî / Çi şêrîno letîf û qencî…
O zaman pek bilmezdik ama Berzenci ki, Nakşi olan Nehrili Şeyh Ubeydullah, Şeyh Said, Şeyh Abdulselam; Ehli Hak olan Seyit Muhammed Kelardeştî ve Alevi olan Seyid Rıza gibi hem ruhanî hem de siyasi liderlerimiz arasındaBağımsız Kürdistan hedefine en çok yaklaşmış olanıydı. Hatırlayalım.
Büyük bir antiemperyalist kahraman olan Şeyh Mahmud Berzenci (1878), Ünlü Kadiri mutasavvıf Hec Kak Ehmed’in oğluydu. Fıkıh bilgisinin yanında Arap ve Fars edebiyatı konusunda uzmanlaşmıştı. İyi derecede birkaç dil bilen Berzenci, henüz çocuk yaşında neredeyse bütün İslam ülkelerine seyahat etmişti. Din ve tasavvuf konusundaki otoritesinin yanında karizmatik kişiliği ve politik kimliğiyle tanınmış, Kerkük’ün İngilizler tarafından işgali sonrası bir Kürt delegasyonu oluşturarak Britanya’ya, 7 Nisan 1918′de birçok Kürt liderinin imzaladığı ve Kürt bağımsızlığını vurgulayan bir muhtıra sunmuştur.
Girişimlerinin neticesinde 1 Kasım 1918′de Britanya Hükümeti adına Binbaşı Noel, imparatorluğun kararıyla, Kürtlerin, Kürdistan Hükümdarı olarak ilan ettiği Berzencî’yi tanıdıklarını resmen deklare etti. Ne var ki gizli anlaşmalarla Kerkük, tümüyle İngilizlere bırakılınca, oluşturduğu küçük ordusuyla onları şehirden kovmaya çalıştı. 21 Nisan 1919’da Süleymaniye’yi İngilizlerden aldı ve 23 Mayıs 1919’da İngilizlere karşı büyük bir savaş başlattı. Üç büyük savaşı da üstünlükle kazanan Berzenci, İngiliz işgalcileri Derbendî Bazyan’a kadar püskürttü. İngilizlerin hava kuvvetlerini devreye sokması sonucu ordusu büyük kayıplar verdi ve Şeyh, 9 Haziran 1919’da yaralı bir şekilde esir alındı.Revanduz ve benzeri şehirlerde bombardımana uğramış Kürt köylülerin cesetleri aylarca yerlerde kalacak kadar çoktu.
Berzenci’nin 25 Temmuz 1919’da yapılan yargılaması idam kararıyla sonuçlanır ama İngiliz idaresi onu idam edemez. Çünkü, dönemin İngiliz komutanlarının günlüklerine ve raporlarına göre sokaklar, onun adıyla zikreden dervişlerle dolmuştur. İngiliz kumandanı Micreason ve Searcin Braouwn’a göre bu dervişler, çoğunlukla şeyhin ikamet ettiği Serşekam’da toplanıyor ve keramet gösterilerinde bulunuyorlardı. Kendilerine kılıç batırıyor, mermi yutuyor, yerden kaldırdıkları kocaman taşları ellerinde eritiyor ve bazen de yiyorlardı. Tepki çekmek istemeyen İngilizler, Berzenci’yi Hindistan’a sürgün gönderirler fakat dervişlerin gösterileri bir türlü durmaz.
Bu arada şeyhin 300 kişiden oluşan ailesi dağıtılır. Bir kısmı, Hawraman’a gönderilir ve Dezlî’ye yerleştirilir ama burada çoğu zehirlenerek öldürülür. Şeyhin eşi ve çocukları önce Bane’ye, ardından Sakız’a ve oradan da Bûkan’a kaçmak zorunda kalırlar. Bûkan’da da kendilerine rahat verilmeyince Van’a giderler ama Türk devleti onları kabul etmez ve Van’dan kovar. Aile neticede Doğu Kürdistan’a gider ve Simko’ya sığınır. Fakat dervişler her gün öldürülmelerine rağmen gösterilerini sürdürürler. Yasaklanmasına rağmen Süleymaniye sokaklarından zikir sesleriyle Kürdistan bayrakları eksik olmaz.
İngilizler, tepkilerin dinmemesi üzerine 1922 yılının başında Berzenci’yi Hindistan’dan Bağdat’a getirtirler. Kürdistan’daki durumun daha da vahim hale gelmesi üzerine 10 ay sonra şeyhe Süleymaniye’ye gitme izni çıkar. Geri dönen Berzenci’nin ilk işi burada bir Kürdistan Devleti ilan etmek olur ama İngilizlerle sorunu büyüyerek devam eder. Kısa bir süre sonra da çatışmalar tekrar başlar ve bu savaş 1933 yılına kadar devam eder. Son savaşlardan birinde Şeyh tekrar esir alınır ve Bağdat’a sürülür.
9 Eylül 1956’da Şeyh Mahmud, sürgünde bir hastanede ölür. Cenazesi Büyük Kürdistan Cemiyeti tarafından alınarak Süleymaniye’ye getirilir. Şeyhin cenazesi büyük bir kalabalık tarafından karşılanır ve halk ile Irak Devleti’nin askerleri arasında çatışma çıkar. Polis, halkın dağılması için silah kullanır ve cenazenin bulunduğu alanı tarar. Bu arada kalabalığın arasından fırlayan bir kadın kendisini şeyhin tabutunun üzerine kapatarak onu kurşunlardan korumaya çalışır. Kadın, Süleymaniyeli ünlü şarkıcı Reşûl Abdullah’ın Ahter adlı gencecik eşidir.
Tavakkoli’nin o gün ile ilgili yazdıkları can acıtır: Gösterilerin dinmesinden sonra Şeyh Mahmud’un mermilerden delik deşik olmuş cenazesi, Süleymaniye Camii’nde babası Kâk Ehmed’in mezarının yanında toprağa verildi. Böylece halkı için yaşamı boyunca savaş veren bir adam yitirilmiş oldu. O kahraman, ölümünden sonra dahi düşman mermilerinden nasibini almıştı.
Şeyhin cenazesi defnedildikten sonra Ahter, Berzenci’nin tabutuna konulduve şehitliğine istinaden kefenlenmeden defnedildi.
Okura not: 16 Mayıs 2015’te Kürt dervişleri IŞİD’e karşı Pêşmerge’ye destek olmak için Erbil sokaklarında bir gösteri düzenlediler. Uzun saçları, ellerindeki kılıçlar ve tuttukları ritimlerle sokakta çılgınca dans eden ve zikir tutan bu dervişler, meseleyi bilmeyenler için elbette ilginç gelmiştir. O gün başladığım bu yazıyı bir türlü bitiremedim. Ne zaman bitirmeye çalışsam Ahter’in acısı tuttu parmaklarımı ve bırakmadı. Son yazıdan bu yana tam 13 gün geciktim, bağışla.
İbrahim Halil Baran
http://www.zernews.com/2017/01/ibrahim-halil-baran-a-iskence-yapildi.html