„Bir işin başlangıcı nasılsa, sonu da öyle bitter” diye bir atasözü vardir.
Darbeci katillerle “hesaplaşmak” böyle bitecek gibi geliyor.
12 Eylül darbesini yapan generaller sözde yargılanacaklardı.
Bırakın yargılamayı, mahkemeye bile getirmediler, getiremediler. Olmayacağa da benzer.
Iki yildir “darbecilerden hesap soracagiz” diye böbürlenen Akp ve başı Erdogan’ın da bu anlamda pili bitmiştir.
Kocaman dağ, bir fare dogurmuştur. Çünkü niyet başka. Niyet başka olunca, yöntem de yanliş oluyor.
Son söyleyeceğimi hemen söyliyeyim: Akp hükümeti, yaşanmiş tüm mağduriyetlari, siyasi muhaliflerini eleştirmek ve siyasi rant sağlamak aracı olarak kullanmanın dışında, somut hiç bir adım atmiyor, attırmıyor.
Eğer Akp’ye karşi muhalif bir güç varsa, üzerine gidiyor ve onları yargılıyor.
Bugün, ergenekon ile ilgili yargılananların hemen hemen tümüne yakını, Akp’ye karşıtlığı olan kişilerdir.
12 Eylül cuntacıların yargılanması önündeki yasal engelerin bir buçuk yıldır kalkmasına rağmen, hala kimsenin yargı önüne çıkartılmaması, başka türlü açıklanamaz.
Başbakan’ın kendi ağzıyla dile getirip gerekeni yapacağına söz verdiği Kürt açılımı”, “Dersim katliamı”, Maraş olayları, 1977 1 Mayıs katliamı gibi TC devletinin direk parmağının olduğu hiçbir olay aydınlatılmadığı gibi, sulandırılmaya başlanmış bile. Halbuki 12 Eylül faşt darbenin tüm kodları bu olaylarda saklıdır.
12 Eylül cuntası, 650 bin kişiyi sistematik işkencelerden geçirdi. Bunlardan çok kişi işkencelerde can verdi. Binlercesi ömür boyu fiziki ve ruhsal olarak sakatlanmış durumda.
Kenan Evren ve arkadaşları, uyduruk mahkemelerle 52 genci idam ettirdi.
Sadece bu değil, Kürdistan’da sayıları onbinleri bulan aydin, devrimci, duyarlı ve yurtsever Kürt insanları katledildi.
On binlerce insan ülkesinden kaçtı, onbinlercesi işinden atıldı. Tüm Kürd köylüsü ve neredeyse tüm Kürd halkı çeşitli bahanelerle işkencelerden geçirildi.Yeniden Kürd dilini yasaklayarak, asimilasyon katmerleştirildi. Kürt halkının sosyal, siyasl, kültürel ve ekonomik temel dinamiklerini tarümar edildi.
Bu hunharça baskı ve zulümün tek sorumlusu elbete birkaç general degildir.
Darbe, emir komuta zinciri içinde yapıldı. İşlenen tüm suçlar, emir komuta zinciri içinde yerine getirildi. Yani işlenen suçlardan, zincirin en altaki bir uzman çavuş veya polisten en tepedeki generale, valiye, emniyet amirine ve bakanlara kadar herkes sorumludur.
Ayrica, tek celesede idam veren hakimler, uyduruk iddianameler hazirlayan savcılar, hipokrat yeminli doktorların işkencenin yapilmadığına dair verdikleri uyduruk raporlar, işkencede uzmanlaşan ve sadistleşen binlerce polis ve subay. Bunlarin tek tek tespit edilip hesap sorulması gerekir.
Ancak bunu sabitleştirmek, bilfiil suçu işleyenden başlamak gerekir. O emri kimden aldığını itraf etsin ki suçlar aşağıdan yukarıya doğru tüm sorumlulardan hesap sorulabilsin. Şimdi yapılan biçimi ile başarıya ulaşacağından kuşku duyuyorum.
Tüm bu olup bitenlere sesini çıkartmayan; ve “paşam ne iyi etiniz de iktidara el koydunuz” diyen cemaatler, gazeteciler, profesörler, üniversiteler. “İnsanı insan olduğu için seviyorum”(!) deyip işkencelere sesiz kalan fethullahcılar, süleymancılar, sendikalar, işveren dernekleri vs. idamları ve işkenceleri onaylayan kanunları, yasaları çıkaran dönemin kurucu meclis üyeleri. Anap, Doğru Yol, SHP, MHP ve Saadet Parti’sinin bu dönemde iktidarda olan bakanlar. Birçoğu hala devletin çeşitli yerlerinde görev yapmaktadirlar. Örneğin; Kamer Genç, Abdulkadir Aksu, Cemil Çiçek vs. vs…
Kaldı ki işkenceler, askeri cunta sonrası Özal’la başlayıp iktidara gelen “sivil hükümetler” döneminde de sistematik olarak sürüp gitmiştir. O hükümetlerdeki İçişleri Bakanları, Adalet Bakanları, işkencenin yapıldığı bilidikleri halde, (hata çogu zaman işkenceyi onayladıkları halde) bunu inkar edip ses çıkarmıyanların hesap vermeleri gerekir.
Örnegin; unutmayalım ki en büyük katliamlar ve köy boşaltmaları A. Aksoy’un içişler bakanı da olduğu ANAP ve Dogru Yol hükümetleri döneminde olmuştur.
Buraya kadar anlatıklarım ile söylemek istediğim 12 Eylül ile hesaplaşmak demek, darbeyi yapanlarla sınırlı olmamalı. O zihniyeti yıllarca sürdüren ve uygulayan tüm sorumlular yargılanmalıdır.
Eger bir bütün olarak türk toplumu, 12 Eylül zihniyeti ile her anlamda yüzleşemiyorsa, farklı biçimler alan diktatörler her zaman olacaktır.
Diktatörler her zaman apoletli olmuyor, zaman zaman takım elbiseli ve rozetli de oluyor. Kaldı ki bugün özelikle de Kuzey Kürdistan’da eğer bir siyasi parti iktidarı, (bu bir belediye olabilir, yada il meclisi olabilir) eğer diğerlerinden daha güçlü ise, orada başkalrına hak tanımıyor ve küçük bir diktatörlük kuruyorsa, bu da 12 Eylül tekçi zihniyetnin bir ürünüdür.
Eğer hala sokakta İngilizce, Fransızca, Almanca, Arapça duyduğunda rahatsız olmayan, ama “bin yıldır kardeşiz” dediği halkın dili olan KÜRDÇE’yi duydugu zaman rahatsız olan bir türk kitlesi var ise, diktatör, ırkçı ve tekçi zihniyetin sonucudur. Bu zihniyet, “cumhuriyet” ile birlikte yaratıldı. 12 Eylül darbesi ile de pekiştirildi.
Eğer hala Kürdistan kirsalinda kıpırdayan her canlıya bombalar atılıp gencecik Kürt çocukları imha ediliyorsa ve türk toplumu buna sesiz kaliyorsa, bu darbeci ve darbe kültürünün o toplumun iliklerine işlemiş olmasi demektir.
Gerçek bir hesaplaşma, toplumda başkalarının haklarına saygılı bir toplum yaratmakla mümkün olacaktır.
Bu yargılama biçimi ve TC devletinin politikası, böyle bir hesaplaşmayı yapabileceğine ve mağduruyetleri giderebileceğine inanmiyorum. Çünkü Akp’nin böyle bir anlayışı da niyeti de yoktur.
Kürt halkı için bu hesaplaşma, ancak ve ancak bagımsız ve ögür Kürdistan ile mümkündür.