Mustafa Özçelik – PAK Genel Başkanı
Cizre’ye doğru yola çıkarken, karmaşık duygular içindeydim. Daha bir kaç gün önce cansız bedeni sahile vuran Alan’lar çoğalmasın derken şimdi, Cizre’de, bir çaresiz annenin, katledilmiş çocuk yaştaki kızının cesedi kokmasın diye buzlarla korumaya çalıştığına tanık oluyoruz. Ne denebilir ki bu acılar karşısında?
Bir devlet düşünün ki, 8 gün boyunca, 150.000’e yakın insanı aç, susuz, elektriksiz, doktorsuz, ilaçsız bırakıyor. Şehir şebeke suyunu açmaya çalışan memurları gözaltına alıyor. Devletin güvenlik güçlerince açılan ateş sonucu öldürülen Cemile adlı bir çocuğun cenazesinin ne morga kaldırılmasına ne de defnedilmesine “güvenlik” gerekçesiyle yol vermiyor Her şey bir yana, kızını kaybetmeyi kabul etmiş bir annenin O’nun cesedini bozulmaktan nasıl koruyabilirim diyerek buz kalıplarından medet umması karşısında insan ne diyebilir ki? Ve bu dram karşısında hala “terör”den söz eden devlet yöneticilerinin ‘’körelmiş vicdanı’’ karşısında ne söylenebilir ki?
“Dini hassasiyet”leri konusunda, ‘’meydanı kimseye kaptırmayan’’ devlet, 8 gün boyunca Cizre’de tek bir caminin açılmasına, hatta ezanın okunmasına bile izin vermiyor. Gerçekten de sormak lazım kimdir bu kararı verenler, nereden geldiler, nereye geldiklerini sanıyorlar? Elinden kuranı kerimi düşürmeyen Cumhurbaşkanı sayın Erdoğan, ‘’kendi ülkesinin’’ bir parçasında ezan okutmayanları tanıyor mu, biliyor mu?
Nuh Mahallesi’nin sokaklarını dolaştığımızda, gerçekten de bir an için nerede olduğumuzu kestiremedik. Evet tahribat boyutu aynı olmasa da, kendimi Kobani’de sandım dersem abartmış olmam. Benzer görüntüler! Hendekler, barikatlar, roket, havan ve diğer silahlarla delik deşik edilmiş binalar, yakılmış harap edilmiş evler. Hedef gözetilerek öldürülmüş çocuklar, kadınlar, yaşlılar. Hastaneye gitmesine izin verilmeyen, devletin kurşunuyla yaralanmış 60 yaşındaki bir insanın, üç gün boyunca, kendi evinde yaşadıkları.
Türkiye Devleti güvenlik güçlerinin Cizre’ye ‘’başka bir millet, başka bir ülke’’ gözüyle baktıklarını yaptığımız bu küçük turda daha net görebildik. Gerçekten de, güvenlik güçlerinin ‘’bê minnet’’, hiçbir insani kaygıyı hesaba katmadan gerçekleştirdiği bir imha saldırısının enkazları içinde dolaştık.
Hendeklerin, doldurulmuş ya da henüz doldurulmamış hendeklerin etrafını dolanıyoruz. Barikatları aşıyoruz. Evlerde ablukaya alınmış insanların, duvarlarda açtıkları deliklerle birbirlerine ulaşmak için evler arası bir ‘’tünel’’ kurduklarına tanık oluyoruz.
Saldırılar şimdilik durmuş ama ateşe verilmiş bir kentin dumanı hala tütüyor; yakılmış, harap edilmiş bir evden hala yanık kokuları yayılıyor.
Cizre’nin acılarına tanıklık etmek, bu acıları paylaşmak için Cizre’ye gittik. Cudi Yas Salonu’nda Devletin 8 gün içindeki saldırıları sonucu öldürülen 21 insanımızın taziyesine katıldık.
Cizre’nin emektarı, tarihinin tanığı, acılarının sahiplerinden biri ile Cizre sokaklarındaki yaralı kentimizi gözlemledik. Evet, Cizre’nin belediye eski başkanlarından değerli yurtsever insan Sabri Vesek ağabey, bir delikanlı gibi, yanı başımızda. Hani her şey o kadar doğal ki, duruşu bir sığınak gibi bizim için.
DBP, HDP İlçe Başkanları geliyor. Cizre’nin kanayan yarasından akan yorgun yüzler. PAK’ın Cizre’deki halkımızın yanında oluşunu olumlu bir adım olarak görüyorlar, teşekkürlerini sundular. Cizre Belediye Başkanı, HDP milletvekilleri de bizleri sıcak karşıladılar.
Avrupa Parlamentosu Yeşiller Partisi Eşbaşkanı Rebecca Herms ve Almanya Yeşiller Partisi Eşbaşkanı Cem Özdemir de Avrupa Parlamentosu üyeleriyle beraber Cizre’deydiler. Avrupalı Parlamenterler heyetine bu ziyaretlerinden dolayı teşekkür ettim. Avrupalı Parlamenterler ve HDP milletvekilleri ile birlikte Nuh Mahallesi’ni beraber gezdik, incelemelerde bulunduk.
Nuh mahallesinde dolaşırken, neden ve yine neden diye düşünmekten kendimi alamadım.
Devlet Yöneticileri, kendi kendilerine bu işin bir de yarını vardır demediler mi hiç? Nefret dolu bu saldırıları Kürt halkına nasıl unutturacaklar? Bir yandan ‘’Dersim tarihi bir yaradır’’ demek, öte yandan da yeni Dersimlere kapıları aralamak; bunu nasıl açıklayacaksınız?
Peki ya şehrin orta yerinde bu hendekler, bu barikatlar neden? Bu bubi tuzakları, yerlere döşenmiş mayınlar neden? Uçsuz bucaksız, insansız dağlarda mıyız ki bu yöntemleri kullanıyoruz?
‘’Şehirlerde Özgür Alanlar’’ oluşturmaktan söz ediliyor. Çarşambanın gelişi perşembeden belli değil midir? Bugünkü güç dengesinde, şehirlerin konumlanış gerçekliklerinde, dünyanın desteği olmaksızın, halkın bu konudaki genel düzeyi hesaba katılmaksızın neyi ‘’özgürleştiriyoruz’’? Kaldı ki, %90’ı devlet partilerine hayır demiş bir ilçenin halkını kimden ‘’özgürleştiriyorsunuz’’? Bütün bu uygulamaların, Cizre’yi ve diğer şehirlerimizi devletin saldırı hedefi haline getirdiğini göremiyor muyuz? Türkiye Devleti parlamentosuyla hiçbir bağınızı koparmadan, üstelik hükümette yer alarak, İçişleri Bakanlığı’na bağlı belediyelerle çalışmalarınızı yürütürken, hangi ‘’öz yönetim’’den söz edilmektedir? Bu tür kurumlaşmaların, yanlış siyasetlerle içinin boşaltıldığını, anlamsızlaştırıldığını anlamak için, ne tür bir travmanın yaşanması lazım? Bir yandan Kürdistan’ı esas alan özerk, federe, konfedere, bağımsız bir siyasi statüye hayır demeyi, bir yandan da Türkiye Devletiyle bağları koparmadan ‘’kendi kendinize’’ bir ‘’öz yönetim’’ ilan etmeyi nasıl ve kime izah edebilirsiniz?
Cizre örneği, PKK’nin bu son aylarda tekrar başlatmış olduğu savaş siyasetinin ne denli yanlış olduğunu, halkımızın kazanımlarına, canına, malına, yaşamına, ekonomisine, bir bütün olarak ülkemiz Kürdistan’a, hatta Kürdistan’ın diğer parçalarına da, her yönüyle zarar veren bir siyaset olduğunu gösteren çok somut bir fotoğraf tablosu gibi gözlerimizin önünde duruyor.
Cizre, Silvan, Şemdinli, Yüksekova, Lice , Sur…On binlerce insanımız tekrar yerini yurdunu terk etmeye başladı. Ve daha da bizleri neler bekliyor belli değil. Bu yıkımı, bu tahribatı yıllarca tedavi etmek kolay olmayacaktır. Peki neden?
Türkiye Devleti 90 yıllık tecrübesinden hareketle artık hiçbir sonuç alamayacağını gördüğü bir millete, bir ülkeye karşı yeni bir siyaset mi oluşturuyor? Hani ‘’çözüm süreci’? Sayın Cumhurbaşkanı ‘’bu süreci buzdolabına aldık’’ diyor. Peki benim halkımın, ülkemin hayatını, geleceğini keyfi bir şekilde bir gün ‘’ısıtma’’, bir gün ‘’dondurma’’ hakkını kim size veriyor?
PKK yöneticileri ‘’iki taraf da savaşla bir sonuca varamayacaklarının bilincindedirler’’ diyorlar. Peki o zaman ne için savaşıyorsunuz? Bunca ölüm, yıkım ve tahribatın hiç mi bir değeri yok? Mademki ‘’sonuçsuz’’ bir çatışmaysa, neden bu ‘’inat’’?
Evet, açıkça söylüyoruz: Bu savaş Kürdistan halkının savaşı değildir; aksine Kürdistan’a , Kürdistan halkına zarar veriyor. Türkiye Devleti’nin bir çok şehirde sivil Kürtlere, otobüslere, işyerlerine , HDP binalarına yönelik saldırıların önüne geçemediğine bizi inandıramayacağını bilmesi gerekir. Biz bu filmi 12 eylül 1980 öncesinde de, 6-7 eylül 1955’de de, daha öncesi ve sonrasında da defalarca izledik.
Tekrar bayraklı mitingler düzenleniyor. Bu bayrak zaten 90 yıldır elinizden düşmedi ki. Bu bayrağı siz Kürdistanlı çocuklara zorla giydirerek, Atatürk büstlerini zorla öptürerek bir yerlere varamayacağınızı daha ne zaman öğreneceksiniz? Onlarca yıl bizlere ‘’Türküm, doğruyum, çalışkanım…’’ andını her sabah okuttunuz. Elbette ki doğru ve çalışkan olduk. Ama gördüğünüz gibi, bir kısmımız Türkleştirildiyse de, büyük çoğunluğumuz Türkleşmedi. Her geçen gün daha bir Kürtleştik. Ama Türk düşmanı olmadık. Hiçbir Türk’e zorla herhangi bir büst öptürmedik, bayrak giydirmedik. Gün gelecek bunları yapanlar dilerim ki utanacaklarıdır; onlar olmazsa bile umarım çocukları babalarının bu yaptıklarından utanacaklardır. Çünkü bu manevi bir vahşettir.
Türkiye halkını kendi tarihinden dersler çıkarmaya, defalarca yapılıp sonuçsuz kalmış ırkçılığa varan saldırılarla Kürdistan halkının özgürlük mücadelesinin önüne geçilemeyeceğini, bir yere varılamayacağını görmeye davet ediyorum. İki ülkenin eşit ortaklığı temelinde bir statü ile çözüm için yeni bir sayfa başlatmak, bizleri yeni bir 90 yıl daha kaybetmekten kurtaracaktır.
Dünya devletleri ve kamuoyunu da daha aktif bir şekilde bu sürece müdahil olmaya çağırıyorum.
PKK ve Türkiye Devleti derhal çatışmalara son vermelidirler. Kuzey Kürdistanlı tüm siyasal güçler, Türkiye devleti ve uluslararası garantörlerden oluşan 3 muhatablı yeni bir çözüm süreci başlatılmalıdır. Eğer gerçekten barışçı ve demokratik bir çözüm arzusu taşıyorsak, denenmesi gereken en sağlıklı yöntem budur.