İsmail Beşikçi – Bilimin, Vicdanın ve Kürt Gerçeği’nin Anıtı

Husamettîn TURAN

Modern Ortadoğu tarihinin en çetin gerçeklerinden biri, ulus-devlet inşası sürecinde sistematik olarak bastırılan, kimliği inkâr edilen ve kolektif hafızası yok sayılmak istenen Kürt halkının maruz kaldığı çok katmanlı sömürgeciliktir.

Bu bağlamda, Türk sosyolog İsmail Beşikçi’nin 1960’lı yıllardan itibaren yürüttüğü entelektüel mücadele, yalnızca bir akademisyenin bilimsel sorumluluğu değil, aynı zamanda evrensel vicdanın sesi olarak da okunmalıdır.

Beşikçi’nin çalışmaları, Antonio Gramsci’nin organik entelektüel tanımıyla birebir örtüşmektedir: O, devletin resmi ideolojisi’ne karşı durarak, ezilenlerin bilgi ve tarih üretimine katkı sunan nadir bir örnektir.

İsmail BeÅŸikçi, özellikle Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluÅŸ ideolojisinde Kürtlerin yok sayılması’na karşı kapsamlı ampirik ve tarihsel analizler gerçekleÅŸtirmiÅŸtir. Onun Bilim Yolu olarak nitelendirdiÄŸi yaklaşım, Michel Foucault’nun bilgi ve iktidar iliÅŸkisine dair teorileriyle kesiÅŸmektedir.

Foucault’ya göre bilgi, egemen söylemin ürettiği bir araç olarak işlev görür; Beşikçi ise bu söylemin dışında kalarak bilgi üretmeyi başarmış, böylece mevcut iktidar yapılarının dışında bir epistemoloji geliştirmiştir.

Uluslararası akademik çevrelerde Beşikçi’nin çalışmaları, Edward Said’in Oryantalizm kuramıyla birlikte okunmuştur. Said, Batı’nın Doğu’yu kendi çıkarları doğrultusunda tanımladığını savunurken, Beşikçi, Türkiye gibi modern ulus-devletlerin içindeki doğuyu – yani Kürtleri – benzer bir tahakkumla tanımlayıp dışladığını göstermiştir.

Bu analizler, Benedict Anderson’un hayali cemaat teorisiyle de örtüşür: Türk ulusal kimliği inşa edilirken, Kürt halkı bu cemaatin dışında bırakılmış, tarihsel olarak bastırılmış ve kültürel olarak kriminalize edilmiştir.

Beşikçi, özellikle 1971 yılında yayımlanan Doğu Anadolu’nun Düzeni adlı çalışmasından itibaren Türkiye’de akademik tabu sayılan Kürt meselesini açıkça ele almış; bu nedenle birçok kez yargılanmış, yıllarca hapis yatmıştır.

Uluslararası Af Örgütü (Amnesty International) ve İnsan Hakları İzleme Örgütü (Human Rights Watch) gibi kuruluşlar, Beşikçi’yi düşünce özgürlüğü kapsamında vicdan mahkumu ilan etmiş ve çalışmalarına destek vermiştir. Avrupa Sosyoloji Derneği gibi akademik çevreler de onun bilimsel dürüstlüğünü ve etik kararlılığını takdirle anmıştır.

Beşikçi’nin Kürt halkına dair düşünsel çabası, postkolonyal kuramcı Gayatri Chakravorty Spivak’ın Altkültür konuşabilir mi? sorusunu da somut bir bağlama oturtur. Türkiye gibi hegemonik ulus-devletlerde Kürtlerin konuşma, temsil edilme ve kendi tarihlerini anlatma hakkı ellerinden alınmıştır.

Beşikçi, kendi konumunu bu susturulmuş halkın sözcüsü olarak değil, onların gerçekliğini belgeleyen bir tanık olarak konumlandırmıştır. Bu yönüyle, hem etik hem de bilimsel duruşuyla örnek oluşturmaktadır.

Bugün Kürt farkındalığı ve aydınlanması yükselirken, Beşikçi’ye yöneltilen saldırılar raslantı değil; tersine bu aydınlanmanın önünü kesme çabasının açık bir yansımasıdır. Ona yöneltilen her saldırı, yalnızca bir bireye değil, aynı zamanda özgür düşünceye, bilimsel dürüstlüğe ve evrensel insan haklarına yönelmiş bir saldırıdır. Bu saldırılara katılanlar, bindiği dalı kesmeye çalışan nankör bir duruşun temsilcileridir ve bunun utancını taşımakla kalmayacak, ağır vebalini asla ödeyemeyeceklerdir.

Biz Beşikçi’ye saldıranı, Kürt halkının tarihsel hafızasına ihanet eden nankör Kürt olarak kabul ediyoruz. Hiç kimse onun adını kirletemez. Çünkü İsmail Beşikçi sabundur. Yarım yüzyıldır Kürdün kafasındaki kemalist pislikleri temizleyen bir sabun. Sabun kir tutmaz.

Sevgili Hocamız İsmail Beşikçi’ye buradan selam, sevgi ve saygılarımızı iletiyoruz. Onun eserleri yalnızca Kürt halkının değil, tüm ezilen toplulukların hakikat arayışı için birer kılavuz niteliğindedir. Bu bağlamda Beşikçi’nin yalnız bırakılması, toplumsal vicdanın sessizliğini değil, ahlaki bir çöküşü temsil eder.

İsmail Beşikçi, Kürt halkının inkâr edilmiş tarihine karşı geliştirdiği bilimsel ve vicdani tutumla, uluslararası akademik çevrelerde sömürgecilik, kimlik ve ulus-devlet ilişkilerinin tartışıldığı önemli bir bilimcisi olarak kalacaktır. Onun mücadelesi, yalnızca geçmişin değil, aynı zamanda geleceğin de inşasında temel bir referans olarak yaşatılmalıdır.

 

(Makale içerikleri tamamen yazarın sorumluluğundadır. Sitemiz, bu görüşlerden dolayı herhangi bir sorumluluk kabul etmez.)

Geef een reactie

Je e-mailadres wordt niet gepubliceerd. Vereiste velden zijn gemarkeerd met *