ERMENİLERLE KÜRDLERE ARASINA ATILAN ATEŞ TOPU VİLÂYAT-I SİTTE MESELESİ

Celâl Temel

1877 Osmanlı-Rus Harbi (93 Harbi) sonrasında, 13 Temmuz 1878’de, Rusya, Osmanlı İmparatorluğu ve Batılı güçler arasında imzalanan meşhur Berlin Antlaşması’nın iki maddesi de Kürdlerie, Ermenilerin yoğun olarak yaşadığı Vilâyat-ı Şarkiye veya Vilâyat-ı Sitte (altı vilayet) ile ilgiliydi. Ermenileri doğrudan, Kürdleri dolaylı ilgilendiren antlaşmanın, 23. maddesinde, Vilâyat-ı Şarkiye bölgesinin Avrupalı büyük güçlerce denetleneceği belirtilirken 61’inci maddede şöyle deniyordu:    

      “Madde 61-) Bâb-ı Âli, ahalisi Ermeni olan eyalette (vilayette), mahalli şartları gereği, ihtiyaç olan ıslahatı gecikmeden yapmayı ve Kürtler ile Çerkezlere karşı huzur ve emniyetlerini korumayı taahhüt eder ve bu konudaki tedbirleri sırası geldikçe devletlere bildireceğinden, adı geçen devletler de bu tedbirlerin tatbikine nezaret edeceklerdir.” [1]

Osmanlı’nın “Vilâyat-ı Şarkiye”, Ermenilerin “Batı Ermenistan”, Kürdlerin “Kuzey Kürdistan”, Avrupalıların “Six Armenian Vilayats (Altı Ermeni Vilayeti)” dedikleri Erzurum, Bitlis, Van, Diyarbekir, Mamuretülaziz ve Sivas vilayetleri, Berlin Antlaşması sonrasında, Ermeni Yurdu olarak nitelendirildi. Bu altı vilayet, güneyde Mardin ve Hakkari’den başlayarak kuzeyde, Kafkaslara, Karadeniz yakınlarına kadar uzanıyor ve bugünkü Türkiye coğrafyasının idari yapısıyla 20’ye yakın ili kapsıyordu.

Osmanlı Devleti, ortalama olarak, %20 civarında Ermeni nüfusun yaşadığını belirttiği bu vilayetlerde, Batılıların baskısıyla, Ermeni reformu yapmayı ve Ermenilerin, Kürdlere ve Çerkeslere karşı emniyetini sağlamayı taahhüt ediyordu. Antlaşmada, bölgenin diğer halkı Kürdlerden söz edilmemesi (ya da Ermenileri onlardan korumak için söz edilmesi!) dikkat çekiciydi. Ermeni Meselesi, ilk kez bu antlaşmayla uluslararası bir konu durumuna gelirken bu altı vilayette Ermenilerden daha büyük nüfus çoğunluğuna sahip Kürdlerde hayal kırıklığı yarattı.

Sultan Abdülhamid’in, antlaşmayı, savaş mağlubu, zorlamayla imzaladığı belirtilirken Abdülhamid’in, Kürd-Ermeni çekişmesine yol açacağı için bu antlaşmaya fazla karşı çıkmadığını iddia edenler de vardı. Taşnaksutyun üyesi, eski Ermenistan Cumhuriyeti Milletvekili, yazar Garo Sasuni, başka bir bakış açısıyla, “Her ne kadar Osmanlı Devleti ve II. Abdülhamid, bu antlaşmayı zorla imzalasa da 61. maddenin bu şeklinden memnundular.” diyor ve şunları yazıyor:

Berlin Antlaşması, Ermenilerle Kürdler arasındaki uçurumu daha da derinleştirerek iki ulusun da yok olmasını planlayan Osmanlıya büyük olanaklar sağladı. Osmanlı, uluslararası anlaşmazlıklardan ve diplomatik oyunlardan faydalanarak reformları geciktirme amacına ulaştı; Ermenistan ve Kürdistan’da kışkırtılmış, incitilmiş bir muhalefet yarattı.” [2]

Vilâyat-ı Sitte projesi, Ermenilerde büyük bir umut yaratırken Osmanlı-Kürd-Ermeni ilişkilerini temelden sarstı. Şeyh Ubeydullah Hareketi’nin daha gerçekleşmediği, Hamidiye Alayları’nın henüz kurulmadığı, Sason ve 1894-1896 olaylarının yaşanmadığı bir dönemde (1878), Kürdlerin Ermenilerden daha büyük çoğunluğa sahip olduğu altı vilayetin, Ermeni reform bölgesi olarak ilan edilmesi, Ermenilerle Kürdler arasında en büyük kırılmayı yarattı. Antlaşma, adeta Ermenilerle Kürdler arasına bir ateş topu yuvarladı.

Pek çok tarafsız gözlemci, bölgenin kadim halklarından Kürdler dışlanıp böyle bir antlaşma yapılmasıydı Kürdler Abdülhamid’e bu kadar yaklaşıp ona “Bavê Kurdan” demezlerdi; belki Hamidiye Alayları bile kurulmazdı değerlendirilmesi yapmaktadır.

Bölgedeki nüfus yapısıyla ilgili olarak, tarafların verdikleri nüfus verileri çok çelişkiliydi. Ermeniler, kilise verilerine göre, altı vilayetteki nüfus çoğunluğunun kendilerinde olduğunu belirtirken Osmanlı Devleti, aynı bölgede Müslüman (Büyük oranda Kürd) nüfusun en az Hristiyan (Büyük oranda Ermeni) nüfusun iki katı olduğunu belirtiyordu. Diyarbekir’in de[3] Ermeni bölgesi ilan edilmesi, Ermenilerle Kürdler arasındaki çelişkiyi daha da büyüttü.

 

Berlin Antlaşması ve Vilâyat-ı Sitte Projesi’ne Eleştiriler

1-) Nüfusla ilgili çelişkili veriler ortaya konunca konuyu araştırmak üzere bir komisyon oluşturuldu. Eski Osmanlı subayı, Kürd yazar M. Emin Zeki Bey bu konuda şöyle diyor: “Ünlü Berlin Antlaşması’ndan sonra İngiliz General Beyker Paşa, Şurayı Devlet Başkanı Kürd Said Paşa[4] ve Ermeni Minas Efendi’den oluşan karma bir konsey Kürdistan’a, halkın etnik yapısını belirlemek üzere gönderildi. Konseyin hazırladığı raporda, Diyarbekir Vilayet nüfusunun 840 bin olduğu ve bunun 600 bininin Müslümanlardan oluştuğunu dile getirdi.” [5] Müslümanların çoğu Kürd’tü.

2-) Diyarbakırlı Yazar Şevket Beysanoğlu, Müslümanlarla Ermeniler arasındaki dostane ilişkilerin, Vilâyat-ı Sitte projesinden sonra tamamen bozulduğunu belirtiyor ve o günleri yaşayanlara dayanarak Diyarbekir’deki durumu şöyle anlatıyor: “Diyarbekir’de Hristiyanlar, 93 Harbi’nden sonra bütün ticaret ve sanayi ellerine almışlardı. İthalat ve ihracatı onlar yapabiliyordu. Okulları yaygındı. Hiçbir Gayrimüslim yoktu ki, ailesinden bir-iki kişi İngilizce veya Fransızca bilmesin. Ermeniler, Rumlar, Süryaniler peş peşe büyük kiliseler inşa ettiler… Ermeniler, Amerika ve Avrupa’dan konsolosluklar aracılığıyla gönderilen neşriyatı okudukça, hayallerinin gerçekleşeceğine inanıyor, silahlanmayı hızlandırmaya çalışıyorlardı.” [6]

3-) Yalnız Diyarbekir değil, Bitlis, Mamuretülaziz, hatta Van vilayeti genelinde de (O sırada, Hakkâri Van vilayeti sınırları içindeydi), Kürd nüfus çoğunluğu varken antlaşmada, Kürdlerin yok sayılması, Van’daki İngiliz Konsolosunun da dikkatini çekmişti. Şeyh Ubeydullah Hareketi’nin başlamak üzere olduğu 1880’de, bu konsolos ile yörenin yetkilisi Osmanlı paşası arasında yapılan bir görüşmede Paşa şöyle demişti:

Reform planına çok yanlış bir şekil verilmiş ve planın uygulanışı çok yanlış gerçekleştiriliyor. Çünkü bu reform projesinde yalnız Ermeniler ve Süryaniler, başka bir deyişle yalnız Hristiyan unsurlar ele alınıp, Kürd unsuru ‘vahşi, başıbozuklar’ olarak nitelendirilerek bütünüyle reform planının dışında bırakılmıştır. Buranın en eski yerleşik halkı olan Kürdler incitildiklerinden büyük tahribatlar doğurabilir.” [7]

4-) Türk akademisyenlerden Barış Ünlü de durumu şöyle değerlendiriyor: “Kürtlerin durumu, Müslümanlık duygu-bilincine ve Abdülhamid’in bu duygu-bilinci nasıl bir devlet politikası hâline getirdiğine iyi bir örnektir. Binlerce yıldır yaşadıkları topraklardan, yine binlerce yıldır aşağı yukarı aynı topraklarda yaşayan Ermeniler tarafından kovulma korkusu yaşıyorlardı. Rusya ve diğer Hıristiyan Büyük Güçlerin Ermeni davasına destek vereceğinden korkuluyordu. Bu korkularında haklıydılar; çünkü söz konusu güçler meseleye sadece Ermeni meselesi olarak bakıyor, aynı coğrafyada yaşayan Kürtleri yok sayıyorlardı. Kürdistan/Ermenistan topraklarında misyonerlik faaliyetlerinin artan etkisi özellikle Sünni Kürtleri endişelendiren bir başka etkendi.” [8]

5-) Ermeni Araştırmacı Ara Sarafian da bu haksız duruma dikkat çekerek, bunun aynı zamanda, Hamidiye Alaylarına giden süreci başlattığını belirterek durumu şöyle değerlendiriyor: “Ermenilerle yan yana yaşayan Müslüman Kürt toplumuna benzer haklar tanınmadı. Dolayısıyla, Ermenilerin maddi durumları düzelirken Kürtlerin durumunda bir değişiklik olmadı. Bu ayrım iki halk arasında gerilime neden olurken devlet bu gerilimi kendi lehine kullandı. Osmanlı yönetimi birçok Kürt aşireti mensubunu Hamidiye Alaylarına asker olarak aldı ve onları Ermenilere ve diğer Kürt aşiretlerine karşı kullandı.”[9]

Sarafian’ın bu değerlendirmesi dikkat çekicidir. Bu antlaşmanın imzalandığı 1878 yılından 13 yıl sonra, 1891’de Hamidiye Alayları oluşturulduğuna göre, bu süreci hazırlayan etkenlerden belki de en önemlisi Berlin Antlaşması’dır demek yanlış olmaz. Hristiyan Batı dünyası Ermenilerin yanında yer alırken bu antlaşmadan sonra, onları Kürdlerden korumak için Osmanlı Devleti’ne, Abdülhamid’e ev ödevi vermişti. Bu durumda, Kürdlerin Abdülhamid’e sığınmaktan, gerçek olmasa da ona “Bavê Kurdan” (Kürdlerin Babası) demekten başka çareleri de kalmıyordu…

6-) Antlaşmanın imzalandığı sırada padişah olan II. Abdülhamid, Kürd-Ermeni ilişkileriyle ilgili olarak ilginç bir belirleme yapıyor: “Şark eyaletlerimizdeki Ermeniler, şikâyetlerinde çok defa haklı olsalar da mübalağa ediyorlardı. Hiç hissetmedikleri bir acı için ağlar gibiydiler. Büyük devletlerin arkasına gizlenip, en ufak sebeple yaygara koparan, kadın gibi nazlı ve korkaktırlar. Kürtler ise aksine kuvvetli ve kavgacı. Çobanlıkla geçinen bu iptidai, sert adamlar, tarihi bilinmeyecek zamanlardan beri bu eyaletlerde yaşamış olduklarından Ermenilere yabancı gözüyle bakarlardı. Buralarda Kürtler daima efendi, Ermeniler uşak addedilmiştir. Bu sebeple bu eyaletlerdeki vaziyetimiz çok naziktir.” [10]

7-) Araştırmacı Hans-Lukas Keiser de bu sıradaki çalışmaların yanlışlığını belirtenlerden. “Ermeni temsilcileri kendi nüfuslarını olduğundan kalabalık göstermeye eğilimindeyken devlet de aynı şeyi Müslüman nüfus için yapıyordu. Bölgede bulunan az sayıda gözlemci, bu rakamları düzeltmeye çalışırken uluslararası güçler de Ermeni Milleti temsilcileriyle aynı hataya düştüler. Kürdlere gereken önemi, açık bir şekilde vermediler. Bunu hem Berlin Antlaşması’nda hem de Eylül 1880’de, İstanbul’a gönderdikleri ortak protesto notasında yaptılar. Uluslararası güçler, bu notada vaat edilen reformların yapılmasını istiyor ancak Kürtler için yapıcı perspektifler değil, çekinceler, kısıtlamalar formüle ediyorlardı.[11]

Berlin Kongresi çalışmalarına temsilci olarak katılan patrik Mıgırdıç Hrımyan, Kürd sorununun Osmanlı yönetimi tarafından Ermeni sorununun zayıflatılmasında kullanılacağı kaygısı taşıdığını belirtmesiyle ilgili olarak da H. L. Keiser, şöyle diyor: “Ne var ki Hrımyan, bu esnada Kürd Sorunu’nu küçümsüyor, iki sorunun ancak birlikte çözülebileceğimi göremiyordu.”[12]

😎 Erzurum İngiliz konsolosluk görevlilerden Albay Everett de şöyle diyordu: “Bir Kürt-Ermeni ittifakı fikrini, uzun süre tamamen reddettim. Birbirine bu kadar düşman görünen iki ırk arasında uyum olması bana olmayacak bir şey gibi geliyordu ama ticaret bahanesiyle Dersim ve Muş bölgesine ziyaretimden sonra fikrim değişti.”[13]

 

Açıktır ki, daha önce bazı sorunlar olsa da Ermenilerle Kürdler arasındaki en önemli ayrılık/yarılma, 1878 Berlin Antlaşması ve Vilâyat-ı Sitte projesi ile başladı. Bu süreçte, yüzyıllarca beraber yaşayan, “aynı havayı, aynı suyu paylaşan iki kardeş halk” diye nitelendirilen, birçoğu akrabalık kadar güçlü kirvelikle birbirine bağlı iki halkın arası iyice açıldı. Araya giren Hristiyan Misyonerler (kara kalpaklılar), Osmanlı Devleti Yöneticileri (kırmızı kalpaklılar), Şeyhler (yeşil sarıklılar), Batılı Devlet Yöneticileri (mavi kalpaklılar) gibi kara kediler, iki halkın arasında uzlaşmaz çelişkiler yarattılar. Bunu, cahil Kürdler anlamazdı, okumuş-aydın Ermeniler de anlamak istemediler.

Berlin Antlaşması ve Ermenilerle Kürdler arasında bir ateş topuna dönen Vilâyat-ı Sitte Projesi sonrasındaki kırk yıllık süreç (1878-1918), iki ulus için de kayıp yıllar oldu, tarihi haksızlıklara uğradılar. Soykırıma boyutuna ulaşan 1915 dramından çok önce düşmanlaştırılan bu iki halk (ulus), düşmanlarının gücü ve kendi hatalarıyla kaybetti. Birinci Dünya Savaşı, iki ulusa da felaket getirdi. Meydana gelen oldu-bitti, Lozan Antlaşması’yla uluslararası sistem tarafından onaylanıp tescil edilince umut bitti. Umut bitti mi? İki ulus da hâlen, tarihi haksızlıkların düzeltilmesi çabasında, düzelmesini umut ediyor…

 

/CT/

[1] Garo Sasuni, Kürt Ulus Hareketleri ve 15. Yüzyıldan Günümüze Kürt-Ermeni İlişkileri, Med Yayınları, 1992, s. 152; Esat Uras, Tarihte Ermeniler ve Ermeni Meselesi, Belge Yayınları, s. 248; Krikor Zohrab (Marcel Lêart), Belgeler Işığında Ermeni Meselesi, İletişim Yayınları, 2015, s. 87

[2]  Sasuni, age, s. 153-154

[3]  O sırada, Diyarbekir vilayetinin sınırları, Mardin’in güneyine, doğuda Siirt’e, güneyde Cizre’ye kadar uzanıyordu.

[4]  II. Abdülhamid döneminde Şura-i Devlet Başkanlığı ve Hariciye Nazırlığı yapan Kürd Said Paşa, Osmanlının eski Stockholm Büyükelçisi ve Paris Konferansı’nda Kürdlerin temsilcisi olan Şerif Paşa’nın babasıdır.

[5]  M. E. Zeki Bey, Kürdler ve Kürdistan, Nûbihar Yayınları, 2013, s. 47

[6] Şevket Beysanoğlu, Anıtları ve Kitabeleriyle DİYARBAKIR TARİHİ, 2. Cilt, Diyarbakır Belediyesi Yayınları, 1990, s. 700-701

[7]  Naci Kutlay, İttihat-Terakki ve Kürtler, Koral-Fırat Yayınları, 1991, s. 13

[8]  Barış Ünlü, Türklük Sözleşmesi, Oluşumu, İşleyişi ve Krizi, Dipnot Yayınları, 2018, s. 95

[9]  Ara Sarafian, ANF News Agensy, 16 Ekim 2011

[10]  Sultan Abdülhamid, Siyasi Hatıralarım, Dergâh Yayınları, 1975, s. 84

[11] Hans-Lukas Keiser, Iskalanmış Barış, Doğu Bölgelerinde Misyonerlik ve Etnik Kimlik, İletişim Yayınları, s.165-166

[12] Kieser, age, s. 174

[13] Keisser, age. s.165-dipnot (25.6.1880, FO 424/107, s. 2-4 No:2-Şimşir 1983 s. 170)

Geef een reactie

Je e-mailadres wordt niet gepubliceerd. Vereiste velden zijn gemarkeerd met *