Aç tavuk kendini buğday ambarında sanırmış. Osmanlı rüyası görenlerin de o mesele.
Ne Türkçülerin ne de İslamcıların zihnindeki Osmanlı’nın gerçeğiyle alakası yok. Buna rağmen rüyalarına inanmakla kalmıyor, sahte bir rüyayı herkese satıyorlar.
Osmanlı hanedanının kökü bile belli değil. Tarihçi Halil İnalcık’a göre hanedanın Oğuzların Kayı boyundan olduğu iddiası uydurma. Osmanlılar Timur’la karşı karşıya geldiğinde, siyasi meşruiyet amacıyla 1440’larda Yazıcızade üzerinden bu iddiayı ortaya attı.
Osmanlı Arşivi’nde Osman Bey dönemine ait iki vakfiye kaydından başka hiçbir vesika yok.
Osmanlı’nın kurucusu olarak gösterilen Ertuğrul’un babasının kim olduğu da belirsiz. Birçok kaynakta Ertuğrul’un babası Süleyman Şah değil, Gündüz Bey. Yine Fırat Nehri’nde boğulan kişi Süleyman Şah değil, I. Kılıçaslan.
Dönemin diğer devletleriyle kıyaslandığında Osmanlıların sağlam bir kronolojisinin olmaması, en azından iki yüz yıl devlet kültürünün gelişmediğini gösteriyor.
Osmanlı’nın ilk iki yüzyılını ilgilendiren Bizans tarih kayıtlarının Türkçeye çevrilmemiş olması, bu dönemin doğru bir düzlemde tartışılmasını zorlaştırıyor.
Tarihçi Colin İmber’e göre Osmanlı tarihi 15. yüzyılın son çeyreğine kadar “kara bir delik”tir.
Herbert Adams Gibbons’a göre Osmanlı’yı Asyatik Türkler değil, büyük ölçüde putperest Türkler ve Hristiyan Rumların karışımından oluşanlar kurdu.
Bilinen bir şey var ki, Osmanlı’nın temelini, Moğollardan kaçan, en uçta Bizans’ın eteğine sığınan göçebeler attı. Bunlar ilk kez Bizans’a askerlik için Avrupa yakasına geçti. İç çekişmelerde savaşçı olarak kullanılan bu göçebeler, Bizans’ın çökmeye yüz tutmuş yapısını fırsat bilerek zamanla bölgesel bir güce dönüştü.
İnsanlar gibi, devletlerin de kendine özgü bir karakteri var. Osmanlı devletinin karakteri talan ve yağmayla şekillendi. Her devlet bazı dönemlerde yağma yapar ama Osmanlı devletinin varlık sebebi yağmaydı.
Yüzyıllarca Hristiyan çocukları kaçırıp devşirme yapan Osmanlılar, kadın ve erkekleri de cariye ve köle olarak kullandı.
Birçok Osmanlı tarihi kaynağında “Osman bey İznik’te yağma faaliyetlerine başladı. Onun ölümünden sonra Orhan Bey yağma faaliyetlerini sürdürdü” gibisinden cümlelere rastlarsınız.
Sonraları bu saldırganlık ve yağmanın adı gaza olacaktır.
Yağmacılıkla şekillenen bir devletin yerleşik hayat kültürünü özümsemesi, inşa etmesi, medeniyet kurması beklenemezdi.
30 yıl Söğüt, 4 yıl İznik, 30 yıl Bursa, 90 yıl Edirne’yi merkez edinen Osmanlı, İstanbul işgalinden sonra bir nebze Bizans devlet kültürünü almışsa da, köklü medeniyetler gibi hiçbir zaman yerlileşemedi.
Osmanlı, İstanbul işgaline kadar yağmacı bir beyliktir. 1453’te İstanbul’un işgaliyle Fatih Sultan Mehmet “Kayser-i Rûm” (Roma İmparatoru) unvanını kullanmaya başladı, yeni paralarda Yunanca “Bizans İmparatoru” yazıldı. Bu dönemde Roma-Bizans taklidi bir devlet yapısı ortaya çıktı.
Görüldüğü üzere Osmanlı’nın ortaya çıkışı ne Türkçülük ne de İslamcılık motivasyonlarına dayanır. Ancak devletin Orta Asya’dan beri yağmacı Türk karakteriyle şekillenmesi, içeride ve dışarıda Türk olarak görülmesini sağladı.
Osmanlı’da Türkler Etrak-ı bî-idrak, yani akılsız Türklerdi. Fatih’in kararnamelerinde Türk ifadesi köylüler için kullanılır. Sultan Vahdettin 1923’te Mısır el-Ahram gazetesine verdiği demeçte “Türkler dini, soyu, sopu, yurdu belirsiz, karmakarışık bir cahiller sürüsüdür” diyordu.
Diğer milletler de iyi anılmıyordu. Kürtler Ekrad-ı bed-nihad (kanı bozuk Kürtler) Çerkezler Çerakise-yi ebalise (İblis Çerkezler), Araplar Arab-ı kefir (gerçeğe kapalı Araplar) idi.
Teritoryal bir köklülüğü ve güçlü değerleri olmayan Osmanlılar, kurdukları zulüm mekanizmasıyla uzun yıllar ayakta kalmayı başardı.
Toplam 36 padişahın başa geçtiği ve 61 şehzadenin aile içinde öldürüldüğü Osmanlı’da Osman bey amcasını, I. Murat oğlunu ve 2 kardeşini, Yıldırım Beyazıt kardeşini, Fatih 2 yaşındaki 2 kardeşini, Yavuz Sultan Selim babasını ve 8 kardeşini eş ve çocuklarıyla birlikte, III. Murat 6 kardeşini, III. Mehmet 19 kardeşini öldürttü ve boğdurttu.
Beylik, devlet sistemine geçerken, Fatih Sultan Mehmet’in kararnamesiyle kardeş katlini yasalaştırdı. Yüzyıllarca beşikteki çocuklar devletin bekası için acımasızca öldürüldü.
İslamcılık kisvesindeki Osmanlı rüyası da fiyaskodur.
Hiçbir Osmanlı padişahı hacca gitmedi. Ama Avrupa seyahatleri yaptılar. Batı kültürü karşısındaki eziklik hiçbir zaman bitmedi.
36 padişahtan sadece 2’sinin annesi Türk’tü. Geriye kalanların tamamının anneleri Rum, Yahudi, Ermeni, Sırp, Bulgar, Yunan gibi milletlerdendi.
Sultan Abdülaziz’in 1854’te yaptığı anlaşma uyarınca Süveyş Kanalına yüzü Batı’ya dönük dev bir kadın heykeli dikilecekti. Heykelin parası Fransız heykeltıraş Frederic Bartholdi’ye ödendi. Yine Avrupa seyahatinde kral heykellerini gören Abdülaziz, 1871’de at üstünde bir heykelini yaptırıp Beylerbeyi Sarayı’na koydurdu.
Kanuni dönemi sadrazamı Pargalı İbrahim Paşa Osmanlı’nın Roma’yı taklit etmesinden yola çıkarak Sultanahmet meydanına ilkçağ tarzı Apollon, Herkül ve Diana tanrı heykelleri dikti. Buna karşın, “İki İbrahim dünyaya geldi / Biri put kırdı biri put dikti” (Dü İbrâhim âmed be-rûy-i cihân. Yekî büt şiken şüd diger büt nişân) diyen şair Figani’nin boynu vuruldu.
Osmanlı rüyasını görenlerin sandığı gibi Osmanlı sultanları dini bütün şahıslar değildi. Çoğu içki içer, bazıları afyon kullanırdı. Henüz başlarda Osman’ın Bizans tekfurlarıyla içki içtiği kayıtlarda geçiyor. Yıldırım Beyazıt, Çelebi Mehmet, I. Murat ve II. Murat içki içenlerdendir.
Peygamber övgüsüne mazhar kılınan Fatih Sultan Mehmet komutan ve vezirleriyle içki alemleri düzenlerdi. Veli denilen Sultan Bayezid içki meclisinde sadrazam Gedik Paşa’yı öldürttü. Yavuz Sultan Selim ve Kanuni Sultan Süleyman da içki içerdi. III. Selim sarhoş lakabıyla bilinirdi. IV. Murat içki içmesine rağmen alkol, sigara ve kahveyi yasakladı.
II. Mahmut, Sultan Abdülmecit ve ulu hakan dedikleri Sultan Abdülhamit de içki bağımlısıydı. Tüm bunlar aynı zamanda Müslümanların halifeleriydi. 17. yüzyılda sudan farklı olmadığı gerekçesiyle rakı kültürü gelişti. 1800’lerden itibaren bira oldukça yaygınlaştı.
İlk genelev 1812 tarihlidir. Sultan Abdülhamit’in hazırladığı yönetmelikle 1884’te Galata ve Pera’da genelevler açıldı. 1900’lere gelindiğinde yüzlerce genelevden bahsediliyordu.
Her padişahın hareminde yüzlerce, hatta binlerce cariye bulunuyordu. Cariyelerin dışında padişahların onlarca eşi bulunabiliyordu. Abdülhamid’in 16 eşi vardı. Tamamı çocuk yaşlardaydı. Abdülmecid’in 22 eşi vardı.
Osmanlı’da oğlancılık da hayli yaygındı. IV. Murat oğlancılığıyla en çok bilinen padişahtır. Fatih Sultan Mehmet şiirlerinde oğlancı ifadelere çokça yer verdi. II. Bayezid Sırp çocuğu Mustafa ile (Koca Mustafa Paşa) oğlancılık ilişkisi yaşadı. Yavuz Sultan Selim oğlancı şairleri korudu, şeyhülislam Kemalpaşazade’ye oğlancılığın da anlatıldığı cinsellik kitabı yazdırdı. Kanuni Sultan Süleyman döneminde devlet memurları arasında oğlan satıcılığı yaygınlaştı. Kanuni bir şiirinde meyhaneci çırağı Hristiyan bir oğlana tutulduğunu yazdı.
Eşcinsellik Osmanlı’da yaygındı. Dönemin minyatürlerinde bolca eşcinsel tasvirler var. Orduda yeniçerilere hizmet eden Civelekler Taburu oluşturuldu, saray eğlencelerinde köçek denilen erkekler kadın kılığına girerek dans etti.
Batılı devletlerin baskılarıyla 1847’de yasaklanana kadar Osmanlı’da kölelik vardı ve köle pazarları kuruluyordu. Ancak yasağa rağmen kölelik 1910’lara kadar devam etti. Osmanlı köleliği kaldıran son devlettir.
Yüzyıllarca Osmanlı’nın hükmettiği coğrafyalarda günümüzde göz kamaştıran tarihi eserlerin, yol, köprü, su kemeri, konut ve kervansarayların Roma ve önceki medeniyetlerden kalmış olması tesadüf değil. Üç kıtanın zenginliklerini yağmalayan Osmanlılar başkentlerdeki camiler dışında ardında dikili taş bırakmadı dense yeridir.
Osmanlı’dan geriye ne ilmi bir kültür külliyatı, ne özgün bir mimari, ne de bir sanat eseri kaldı. Mimarlar sınıfını yabancılar oluşturdu, padişahların portresini Batılılar çizdi. Osmanlı rüyasını görenlerin sıkça kullandığı Osmanlı armasını bile Batılılar yaptı. Günümüzdeki mehter marşlarının tamamı son yüzyılda üretildi.
Osmanlı’da demiryolları, maden ve limanlar yabancılara aitti. Dört fabrika dışında fabrika yoktu. Sadece İstanbul, İzmir ve Tarsus’ta elektrik vardı.
Osmanlı yıkıldığında diş hekimi yoktu. 40 bin köyde sadece 136 ebe ve 4 hemşire vardı. Tüm ülkede sadece 337 doktor ve 60 eczacı vardı. Bunlardan 8 tanesi Müslümandı.
Ortalama yaşam süresinin 40 yıl olduğu Osmanlı’da 2 milyon sıtma, bir milyon frengi hastası vardı. 3 milyon kişi trahomluydu. Verem, tifo gibi salgın hastalıklar yaygındı.
Sadece dört şehirde özel otomobil vardı. Tüm ülkedeki otomobil sayısı 1490 adetti.
Hicri ve Rumi takvim şeklinde iki ayrı takvim kullanılıyor, zaman karmaşası yaşanıyordu.
Osmanlı yıkıldığında nüfus 13 milyon civarındaydı. Bunun 11 milyonu köylerde yaşıyordu. (Bir de şehirlerde Kürt yoktu diyorlar! Şehirlerde insan var mıydı ki Kürt olsun!)
40 bin köy vardı, 38 bininde okul yoktu. Erkeklerin sadece %7’si, kadınlarınsa binde dördü (0,004) okuma yazma biliyordu.
Okur-yazar erkeklerin çoğunluğu, subay veya yabancıydı. Öğretmenlerin üçte birinin öğretmenlik eğitimi yoktu. Okul yaşı gelen dört çocuktan üçü okula gitmiyordu. Toplam, 4894 ilkokul, 72 ortaokul ve 23 lise vardı. Tüm liselerde sadece 230 kız öğrenci kayıtlıydı.
Eski Türkçenin neredeyse tamamı Arapça, Kürtçe ve Farsça, yeni Türkçenin neredeyse tamamı Fransızcaydı.
Uzun yıllar matbaada Türkçe ve Arapça kitaplar basmak yasaktı. 1727’de Macar bir devşirme olan İbrahim Müteferrika ilk Türk matbaasını kurdu ve 1729’da ilk Türkçe kitabı bastı. 150 senede sadece 417 kitap basıldı.
Bu sırada Avrupa’da 2.5 milyon kitap basılmış, beş milyar kitap satılmıştı. Voltaire, bir kitabında şu tespiti yapmıştı: “İstanbul’da bir yılda yazılanlar, Paris’te bir günde yazılanlardan azdır”.
Bir devletin büyük bir coğrafyaya yüzyıllarca hükmetmesi iyi ve başarılı olduğunu göstermez. Abbasiler 508 yıl, Roma Cermen İmparatorluğu 844 yıl, Doğu Roma İmparatorluğu 1058 yıl, Çin İmparatorluğu 2123 yıl, Portekiz İmparatorluğu 548 yıl, Khmer İmparatorluğu 624 yıl, Kanem İmparatorluğu 680 yıl hüküm sürdü.
Hükmedilen coğrafyanın büyüklüğü de ölçü olamaz. Britanya İmparatorluğu 35 milyon km2, Moğol İmparatorluğu 24 milyon km2, Rus İmparatorluğu 22 milyon km2, Çin Hanedanı 14 milyon km2, İspanyol İmparatorluğu 13 milyon km2, Abbasiler 11 milyon km2, Osmanlı ise sadece 5 milyon km2 toprağa hükmetti.
600 yıllık hükmüne rağmen Osmanlı her alanda geri ve başarısız bir devletti. Ardında diğerleriyle kıyaslanmayacak derecede az sayıda eser ve değer bıraktı. Bugün Anatolya coğrafyasını cazibeli hale getiren mimari, kültürel, dini ve mitolojik değerlerin tamamı Osmanlı öncesi medeniyetlere aittir.
Osmanlı rüyası koca bir yalan ve safsata. Türklerin bu yalan üzerine ileri ve huzurlu bir gelecek kurması imkansız. Bu yalanın Kürtler, Araplar ya da herhangi bir Müslüman millet içerisinde alıcısının olması ise tam bir cehalet ve akıl tutulması. Birinin rüyasının ötekinin kabusu olması ise başka mesele.
Rûdaw