Şeyhmus Ozzengin
13.06.2023’te, Mehmet Sabri Akgünül imzası ile “Serbestîyet” dergisinde Sosyolog Mucahit Bilici’nin bir röportajı yayinlandı. Röportaj türkçe olduğu için, röportajı türkçe değerlendireceğim.
Röportaj iki bölümden oluşuyor. Ben değerlendirmemi ikinci bölüme ilişkin yazacağım. M. Bilici, islami değerlere sahip, hatırı sayılır bir Kurd sosyologtur. Bu açıdan M. Bilici’nin görüşleri, olumlu-olumsuz benim için önemlidir, Kurd davası için önemlidir.
Röportaj, ağırlıklı olarak PKK ve M. Bilici’nin deyimiyle “memuru” gördüğü HDP ile ilgilidir. Ama bu ilgi alanı içinde genişçe, kısa, kesik ve birbirini felsefik ve stratejik olarak dışlayan önermelerle doludur.
Röportaj ilk bakışta cümle cümle değerlendirildiği zaman, okuyucuyu okşayan, iyi gelen cümleler var. Ama bir bütün olarak bakıldığı zaman birbirini dışlayan önermelerle dolu ve aslında; „Kürtler Türkiye’nin sahipliğine oynayacaklar. Öyle bize acıyın, azınlık hakları değil yani. Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ne sahip olacak Kürtler.“ Cümlesi ile eleştirdiği PKK ve HDP ile ayni stratejiye düşüyor. „Türkiyelileşme“ (Türkleşme) ile „Türkiyeyi kurdlerin devletini yapmak“ arasında bir fark yoktur. Ama M. Bilici bu önermeyi yaparken „Kurdlerin de bir devleti olmalı “önermesine geçiyor. Birbirini dışlayan iki önerme. Kurdler, „Türk Devleti’ni sahiplenecek“se o zaman, „kurdlerin de devleti olmalı“ önermesine ne gerek var?
Bu önermeye takiben „kardeşlik“ sloganını dillendiriyor. HDP ve PKK de „Türkiyelileşme“ adı altında Türk devletinin kamburunu düzeltmeyi hedef haline getiren stratejiye sahipler.
En son KCK Yürütme Konseyi üyesi olduğu idia edilen Mustefa Karasu; „HDP…Milliyetçi bir parti değildir. Aslında HDP’yi dayandığı 50 yıllık mücadele çizgisinden koparıp Kürtlere kaybettirecek bir milliyetçi çizgiye çekmek istiyorlar” diyerek; „HDP’nin Türkiyelileşme çizgisinde ısrar edeceğini” tehditvari bir şekilde namlunun ucunu HDP’yi eleştirenlere göstermiştir.
Peki o zaman M. Bilici‘nin; „Ama Türklere düşman olmak zorunda değiliz. Türkler bizim kardeşlerimizdir. Senin Müslüman müttefiğindir, kardeşindir.” Belirlemesi ile, HDP ve PKK’nin „sol kardeşlik adı altında; „HDP Başkan Apo’nun ulus devlet karşıtı paradigmasına göre kuruldu” ve HDP bu paradigmanın „Türkiyelileşme programının bir parçası“dır önermesi arasında ne fark var? Biri Kurdlere „Musülman kardeşliği“, diğeri de, „türk sol kardeşliği“ adı altında Kurdlere „Türkiyelileşme“yi (Türkleşmeyi) önermektedir.
M. Bilici, Röportajın sonlarına doğru; „Ben şuna inanıyorum: Dünyada güçlü bir Müslüman devleti olmalı ki ihtiyaç olduğunda Müslümanların hukukunu savunsun.“(!) Diyor. Bu önermeden de anlaşılacağı gibi, herkes kurdleri kendi ideolojik hedeflerine göre dizayn ediyor. Dünyada Bütün Kurd düşmanı ve zulüm eden devletler, hem devlet olarak ve hem de millet olarak müsülmandır. Sabahtan akşama kadar camilerinde Kurdlere dua yerine beddua okunmaktadır. Ne bu musülman devletlerden, ne musülman miletlerden ve ne de islami kurum ve örgütlerden en ufak bir destek bir kurumda görmediği gibi, onların zulümünün kurbanı olmuşlardır. Demek ki „ne güçlü bir soslcu devlet, ne güçlü bir musülman devlet“ Musülman kurdleri savunmamiştir. Tam tersine kurdler musülman devletlerden ve islami örgütlerden hep zulüm görmüştür.
Tezatın bir diğer yanı ise; hem, „Kürtlerin bir devleti olmalı ki bir Kürt bir yerde hırpalandığı zaman onun hukukunu müdafaa etsin“, hem de „Ama Türkiye’nin Kürtlerin devleti haline getirilmesi lazım. Ve Kürtlerin davası bu olmalı.“(!) Diyor. Birbirini dışlayan iki önerme. Biri „bir Kurd devleti olmalı“ önermesini yapiyor, diğeri de; Türk devleti var, kurdlerin de devletidir, başka devlet kurmaya ne gerek var (!) diyor. Bu da Abdullah Öcalanın „devlet paradigması“ ve „devletin reddi“ önermelerinin aynisi. Ama birisi solcu kardeşliği versiyonu, diğeri de islami kardeşlik versiyonu.
Nereden bakılsa bakılsın, kurdler bir ideolojik ve haliyle bir stratejik kuşatma ile karşı karşiya. Kimse Kurd davasının Kurd ve Kurdistan’dan kaynaklı bir millet ve toprak davası olduğunu tartışmiyor. Biri olmayan solcuları „kurtarıcı“ olarak, diğeri de islamcıları „kurtarıcı“ olarak öneriyor. Oysa Kurdler büyük bir millettir, kendi tarihi vatanları üzerinde yaşiyor ve bu topraklarda devlet hakkı gaspedilmiştir. Bu hakkın geri alınması lazım demiyor.
Mucahit Bilici, „Kürtler direkt egemenliğe talip olmalılar.“ (!) Diyor. Bu cümleyi tek başina aldığımız zaman, kurdler açısından uygun bir önerme. Ama, „Türkiye Cumhuriyeti egemenliği bizim egemenliğimizdir, bizden çalınmış egemenliktir. Ortak olarak kurduk bu devleti, egemenliğin ortaklığına taliptir Kürtler.“ Cümlelerini hemen ardından okuduğumuz zaman, Mucahit Bilici’nin niyeti ortaya çıkiyor.
Türk devleti, 100 yıllık tarihinin hiç bir döneminde Kurdlerin devleti olmamiş ve ayrica Kurdlerden de çalınmamiştir. İnkar ve gasp politikaları sonucu Kurdistan sömürgeden de geri bir alt statüda yok sayılmiş. Kurdler yok sayıldığı bir devlette, nasıl ortak oluyorlar, doğrusu bunu sosyologumuza sormak lazım. Kurdler, bu devletin bir inşa aracı olarak kullanılmiş, ama bu yapılırken de; Kurd olarak değil, musülman olarak, Türkleştirmek üzere yapılmıştır. Sorun şudur; Türkler adına gaspedilmiş topraklarda yaşiyan gayri muslimler yok edilmiş, Musülmanlar türkleştirilmiş, ama Kurdler kadim bir ulus oldukları için, bu uygulamaya Türkiye’nin kuruluşundan itibaren karşı çıkmişlar. Katliam, jenosid ve sürgünlere tabi olmuşlar. Ama son 25 yıl harici, hiç bir Kurd Türk devletini kendi devleti olarak görmemiştir. Hep yüreğinin bir köşesinde bir Kurd devleti hayalını saklı tutmuştur. Bazılarının, özellikle yüreğin bu köşesinden, bu cevheri çıkarıp öldürme çabası türk devletinin talebidir, Kurdün talebi değildir. Kurdler üzerinde çok yönlü olarak yürütülen asimilasyon, dejenerasyon ve türkiyelileşme programları, Türk devlet programıdır. Bunu açıkça görmek ve tedbir almak gerekiyor.
- Bilici; „…Kürt düşüncesinin dar bir zihniyete hapsolması büyük bir sıkıntıdır.“ Diyor. Peki Kurdleri stratejik hedeflerinden alıkoymak, „türk devletini de onların devleti“ yalanına angaje etmek sıkıntı değil mi?
Muhterem Bilici, kurdlere ilişkin ne düşündüğünün son noktasını koyuyor: „Türkiye’nin başarılı olması Kürtlerin hayrınadır. Kürtler zayıf bir Türkiye’de daha özgür olmayacaklar. Zengin, başarılı, onurlu, izzetli bir Türkiye’de daha başarılı olacaklar.“(!)
Ben tam tersini öneriyorum; Güçlü bir Türkiye, Kurdlere yönelik tarihe yayılan zulüm, katmerleşen baskı, katliam ve jenosidler zinciri, asimilasyon ve yok olma, türkleşme demektir. Güçlendirilmiş kölelik zinciri demektir. Kurdleri, kendi topraklarına sahip çıkma ve devletleşmelerini engelleme demektir.
Esaret altındaki milletlerin sosyologları, akademisyenleri onlara kurtuluş reçeteleri öneriyor. Bizimkiler, türklere teslim olmayı ve „türkiyelileşme“ adı altında türkleşmeyi öneriyor. Bir Kurd sosyologun bize önereceği şeyler bunlar olmamalı diye düşünüyorum.