Şeyhmus ÖZZENGİN
Ayrılma, devlet kurma hakkı bir olgudur. Bunu bilince çıkarmak, milletçe bütünsellik içinde savunmak, olgunun gereğidir ve stratejiktir, sömürge milletler için vazgeçilmezdir. Amalarla başladığınız zaman, ondan ayrılmak istediğiniz düşman için; “verilmiş taviz, geri adım ve bir o kadar da düşmanla bütünleşme talebi” olarak okunur. Düşman, doğru okuduğu bu gerçeği, yürüttüğü programatik ve stratejik uygulamalarla, devamını ve yenilerinin eklenmesine yönlendirir. Bunun adı “sömürge ulusu kırma, teslim alma” olarak, katettiği mesafenin ölçüsüdür.
Bu alanda Kuzey Kurdistan’da merkez güç olarak çoğunluk kitleyi barındıran HDP ve PKK’nin yürüttüğü siyaset, düşmanın ekmeğine ballı kaymak sürme düzeyindedir ve Kurd miletini hedefsiz bırakmaktadır. Kurd kitlelerini talepsiz ve programsız devlet kucağına iten anlayiş, bugünkü durumdan sorumludur. Kurd milleti, taşeron görevi üstlenmiş bu yapıları cezalandırmadan ayağa kalkma durumu görünmüyor.
Türkiye:
Tarihte, ismi ve varlığı “türkiye” denilen zorba devletin kurulması ile duyulan Türk(ler) sahneye çıktı. İşgal edilmiş topraklarda yaşayan grupların, yada diğer deyimle azınlıkların, kendilerini bu devletin bir parçası görme süreci, bu devletin kurulması ile başladı. Türklük, bir devlet ideolojisi olarak inşa edildi ve yoğun bir asimilasyon, kırım süreçi başlatıldı. Türkiye denilen devletin taban olarak dayandırdığı bir “türk ulus” kitlesi olmadığı için, devletin kendine böyle bir “ulusu” yaratma projesi devlet eliyle, zorba bir biçimde başlatıldı.
Hani bir laf var “Kraldan Çok Kralcı Kesilmek”, diğer azınlıkların teslimiyet olgusu, inkarı, kırılmayı ve devlet projesine uygun “türk olma”yı kabul edip, bir nevi günüllü bir şekilde sürüye katılmayı, rengi uymuyorsa boyanmayı kabullenmesi anlamına geldi. Bunu kabul eden grupların tümü devletin “Türk” tezinden daha çok Türk oldular, türkçü oldular ve kurdlere karşı saldırganlaştılar.
Kurdler, bu sürece başkaldırılarla ve milli haklarını talep etmeyle başladı. Çünkü, Kurd milleti, devşirme bir orduda, özünden vazgeçmeyecek kadar asalet, tarih, kültür, dil ve topraklara sahipti. Bu da; “hepimiz devletin projesine tabi olduk, bu kurdler neden kabul etmiyor”(!) diye kin ve nefreti sahaya sürmeye sebeb saydılar. Türkiye denilen ceberrut devlette Kurd avı böyle başladı. Ard arda 10 yıl içinde, Dört büyük direniş örgütleyen Kurd milleti, Teslim olmayı ve rengini değiştirerek, sürüye katılmayı redetti. Bu direnişler kanla bastırıldı. Kurd mileti, on yıllık tarihe yayılmiş, sürgün, mecburi iskan ve jenosidlerle karşı karşiya kaldı. O dönemde de, Türk devlet ve millet yaratma projesine tabi olanlar; solcusu, demokratı, aydını, islamcısı, liberalı bir ağızdan devletin katliamlarının savuncusu ve destekçisiydiler. Bu dönemde de aynısı. Dönemin basınında bu gerçekler ayandır.
1938 Dersim jenosidinden sonra, Kurdlerin giyim-kuşam, dil, kültür, isimleri yasaklayarak, Kurd varlığı inkar ederek; dağ-taş, köy, mezra ve şehir isimlerinin değiştirilerek, türkleştirme süreci hızlandı.
Dört parçaya bölünmüş ve paylaşılmiş Kurdistan’ın her parçasındaki bir hareketlilik, doğal olarak diğer parçaları hep etkiledi. Kuzey Kurdistan, 1938 sonrası önce Doğu Kurdistan’da ilan edilen Kurdistan Cumhuriyeti’nin Kuruluş yankısı ve daha sonra Güney Kurdistan’ın silahlı mücadelesi ile yeniden canlandı.
Bu arada türklük hız almiş, bir dil, bir ulus ve bir tarih yaratma planları, kurumsal bir düzeyde, devletin diktatoryal eliyle hayata geçmiş. “Türkiye’de yaşayan herkes Türktür” tezinde vucut bulmuştu. Bu tezin, tersini idia eden her Kurd, namlunun ucuna takıldı. Soruşturmaya tabi kılındı, işkencehanelerde kaybedildi, zindanlarda çürütüldü ve sürgünlere tabi tutuldu.
100 yıllık Türkiye devleti’nin tarihinde, kurdlere yönelik takip, soruşturmaya tabi tutma, hapse atma, öldürme ve sürgüne gönderme siyaseti değişmedi. Bu devlet var oldukça da Türk devleti’nin bu gerçek yüzü değişmiyecektir. Nedeni de açıktır: Barbarca yöntemlerle bir devlet, bir ulus, bir tarih, bir dil ve bir devşirme ordusunu suni şekilde yaratanlar, hep, bir gün bu gerçek ortaya çıkacak ve tılsım bozulacak korkusu ile yaşarlar. Tek garantileri kendi zalimane yöntemleridir.
Beyaz Toros, yeşil ve Ersever sembolleri!
İşte 1991-2000 yıları arasında Kuzey Kurdistan’da, devlet eliyle kurdlerin üzerine sürülen katil sürüleri, Kurd miletini sindirmek ve terorize etmek için ava çıktıkları dönemdir. Bu dönemde tamı tamına 17 bin Kurd seçkin insanı kaybedildi, katledildi. Çoğunun bırakın failleri, mezarları bile belli değil. Türk devleti’nin kurdlere karşı ilan ettiği bu düşük yoğunluklu savaş sürecinde, hafızalardabu katliamlar zincirinin sembolleri de piyasaya yansıdı. Beyaz Toroslarla yol kesildi ve Kurd kaçırıldı. Cem Ersever ve Mahmut Yıldırım (Yeşil), Mehmed Ağar, domuz ipleri gibi, bu cinayetlerle anılan isimler de Katil ve sembol olarak tarihe geçti.
Amed Spor ve Bursa Spor maçında, Türkçü kitleler yeniden devlet tarafından organize edildiler. Spor sahasına sürülen onbinlerin eline Beyaz Toros, Cem Ersever ve Yeşil kod adlı Mahmut yıldırım’ın posterleri verildi. Bu açıkça Amed Spor şahsında Kur miletini tehdit etme ve bu kanlı süreci yeniden hatırlatma anlamına geliyordu. Türkler adına bu cinayetler üstleniyordu, katiller kahraman olarak lanse ediliyordu.
Amed Spor oyuncularının kaldığı otelin önünde ve sahada atılan sloganlar, Kurdlere yönelik karanlık bir planın ön hazırlığı mıdır?
Derin devlet yapılanmasının tetikçisi durumundaki ülkücü-Türkçü tetikçilerin temsilcisi durumundaki MHP Genel başkanı Devlet Bahçeli, partisinin grup toplantısında, hem otelin önünde ve hem de Tribünlerde atılan sloganları destekledi ve hem de o barbarlığı sahiplenenleri de selamladı. Şöyle diyordu devlet tetikçilerini koruyan adam:
“Bize göre Amed diye bir yer yoktur, Amedspor’dan da bahsedilemeyecektir. Bursaspor taraftarlarını buradan selamlıyorum”(!) Bu çok net biçimde iktidarın ortağı durumundaki katil yanlısı tetikçi partinin, yeni bir sürece ilişkin işaretidir. Kurdler öyle algılamalı ve tedbirlerini almalılar.
Türklerin alışılagelmiş kişilik bozuklukları ve ırkçı sloganları şunlardı:
“Şehitler ölmez vatan bölünmez, Ne mutlu Türküm diyene, Vatanına göz dikeni ez oğlum, İntikam” gibi sloganlardı.
Kurdler, Türk iktidar kavgasına katılmadan ve karışmadan kendi milli talepleri doğrultusunda kendi tedbirlerini almalı ve bu kavgaya alet olmamalılar. Bütün Türk partileri Kurd sorununda eşit mesafede düşmandır ve böyle algılanmalı.