Abdurrahman Qassemlu’nun Katledilmesinin 30. Yıldönümü

İsmail Beşikçi

Bir ulus, bir ülke, tarihinin belirli bir aşamasında, bölünme, parçalanma, paylaşılma gibi  operasyonlarla karşılaşırsa, bu, artık,  o ulus ve o ülke üzerinde, kendini üreten, çoğaltan, yaygınlaştıran, derinleştiren bir etki yaratmaktadır. Bu operasyonlar o ulus için,  o ülke için ölümcül bir durum  ortaya koymaktadır. O ulusun bütün yaşam alanları, tarihi, kültürü, artık, egemen ulusun denetimi altına girmekte, sınırlanmaktadır, dejenerasyona uğramaktadır. Anadil yasakları, kültürel unsurların gaspı, bu süreçlerle beraber  yürümektedir.  Bu tür operasyonlarla karşılaşan bir ülke, bir ulus artık derlenip toparlanamamaktadır, kendini bulamamaktadır.  Zihni dumura uğramaktadır. Kötürümleşmektedir. Daha sonra, çeşitli kesimlerde ödenen çok ağır bedellere rağmen kendini bulma, dirileşme gerçekleşememektedir.

Bölünen, parçalanan, paylaşılan, sadece toprak değildir, aşiretler de bölünmektedir, aileler de bölünmektedir, giderek siyasetler de bölünmektedir. Aynı aile içinde, kardeşler de bölünmektedir. Tutumlar, zihniyetler herşey bölünmektedir. Bu operasyonlar sürecinde, Kürdlere/Kürdistan’a hasım güçler,  Kürdler arasındaki çok küçük çelişkileri bile büyütmekte, derinleştirmekte ve yaygınlaştırmaktadır. Bu güçler, Kürdlerin bir daha bir araya gelememeleri, bir güç oluşturamamaları için  her türlü önlemi almaktadır. Kürdler, Kürdistan bu sürecin çok açık ve çarpıcı bir örneğidir. Bölünme, parçalanma ve paylaşılma ise bu süreci tetiklemektedir. Yaşanan zaaflar olumsuz süreçlerin tekrarını sağlamaktadır. 

Kürdler/Kürdistan, 16. yüzyılın ilk çeyreğinde,  1514 Çaldıran Savaşı sürecinde, Osmanlı İmparatorluğu ve İran İmparatorluğu arasında bölünmüş, paylaşılmıştır.  Bu paylaşım,  fiili durum, 1639 Kasr-ı Şirin Anlaşması’yla kağıda geçirilmiştir. Bu yıllardan sonra, Osmanlı-İran savaşlarının tamamı Kürdistan’da gerçekleşmiştir. Yakılan- yıkılan her zaman Kürdistan olmuştur. Bu savaşlar sırasında her iki tarafın da, Kürdlerden oluşturdukları ordular vardır. Savaşlarda da bu ordular kullanılmaktadır. Kürdlerden oluşturulan bu ordulardan biri Osmanlı adına biri de İran adına savaşmaktadır. Osmanlı-İran savaşları hem Kürdistan’da gerçekleşmektedir, hem de  savaşlarda, her zaman, Osmanlı ve İran komutanları nezaretinde,  birbirleriyle vuruşturulanlar hep Kürdler olmuştur.  Her iki taraf ta Kürdistan’ı tampon bölge olarak kullanmaktadır. Osmanlı-İran sınırlarında yer alan Kürd aşiretlerinin,  bir o tarafa bir bu tarafa meyletmeleri çok trajik bir durumdur. Ehmedê Xani’yi anlamak önemlidir.

19. Yüzyılın ilk çeyreğinde, 1804-1813, 1826-1828 Rus-İran savaşları sonunda,  gerçekleşen Gülistan Anlaşması’yla, İran egemenliğindeki Kürdistan’ın bir bölümü,  Kuzey tarafları Rus İmparatorluğunun denetimi altına girmiştir. Çarlık Rusyasının, Kafkaslarda denetim kurmaya çalıştığı yıllar…

Birinci Dünya Savaşı’nın sonunda kurulan Milletler Cemiyeti dönemindeyse, Osmanlı Devleti egemenliğindeki Kürdistan bir defa daha  bölünmüş, parçalanmış ve  paylaşılmıştır. Bu dönemde, dönemin iki emperyal gücü Büyük Britanya’nın ve Fransa’nın, bu süreçteki rolü büyüktür.  Bu süreçte, dönemin iki emperyal gücünün, Yakındoğu’nun, Ortadoğu’nun iki köklü devletiyle çok yoğun bir ilişki içinde olduğunu görüyoruz. Bu dört güç,  yani, Büyük Britanya, Fransa, Osmanlı Imparatorluğu ve İmparatorluğun devamı Yeni Türkiye Cumhuriyeti, İran imparatorluğu ve İmparatorluğun devamı Yeni İran Şahlığı işbirliği ve güçbirliği içinde, Kürdlerin, Kürdistan’ın üzerine çullanmışlardır. Yakındoğu’da ve Ortadoğu’da, Türk, Arap ve Fars  yönetimlerinin, bu konuda Büyük Britanya ve Fransa’yla işbirliklerinin bilincine varmak önemlidir.

***

Ermenilerin de böyle bir sorunu vardır. Osmanlı Ermenistan’ı, Rus Ermenistan’ı, Ermenistan’ın iskeletini parçalamıştır. Ermenistan’ın, Kürdlerin durumundan farklı yönü, 1920’lerde, Ermenistan’ın doğusunun, Bolşevik yönetim tarafından devletleştirilmesidir. Böyle bir süreç yaşanmasaydı, Ermenistan’ın doğusunun da İttihatçılar tarafından baskı altına alınması söz konusu olabilirdi.

***

Birinci Dünya Savaşı sonlarını,  Milletler Cemiyeti dönemini hatırlayalım.  Bu dönem, Ulusların  Kendi Geleceklerin Belirleme Hakkı’nın en çok konuşulduğu, tartışıldığı bir dönem.  Sovyetler Birliği’nde, Lenin, Stalin, Trocky, ABD’de Başkan Wilson  bu temel ilkenin yaşama geçmesi için çok çaba sarfediyordu.

Milletler Cemiyeti’nin, uluslararası barışı kurma  amacıyla kurulduğu yine bilgilerimiz dahilindedir.  Kürdistan’ın, Kürdlerin bölünmesinin, parçalanmasının, paylaşılmasının, böyle bir dönemde gerçekleşmiş olması dikkate değer bir konudur.  Bu durumun Kürdler ve Kürdistan için  çok büyük bir haksızlık olduğu,  ölümcül olduğu açıktır. Kürdlerin, Kürdistan’ın, bölünmesi, parçalanması, paylaşılması,  Milletler Cemiyeti’ni kurma anlayışıyla, Milletler Cemiyeti’nin amaçlarıyla çelişmektedir. 

Bölünmenin, parçalanmanın, paylaşılmanın etkileri üzerinde de durmak gerekir. Bu, Kürdler arasında, bir insanın iskeletinin parçalanması, beyninin dağılması gibi bir sonuç ortaya koymuştur. Bunlar, Kürdler için şüphesiz çok ağır öldürücü  bir durumdur. Uluslararası toplumun, Kürdleri böylesine bir haksızlıkla karşı karşıya bırakması da ayrıca üzerinde durulması gereken bir konudur. Bu haksızlıkların yaşanmasında, , Kürdlerdeki zaafların çok büyük rol oynadığı bilinmektedir. Bu zaaflarında bilincinde olmak, zaaflardan arınmaya çalışmak çok önemli olmalıdır.

Örneğin, Kürdler, 50 milyonu aşkın nüfuslarıyla, hala, dünya uluslar ailesinin bir üyesi değildir.  Nüfusları bir milyonu bile bulmayan halklar,  devletler, Kürdlerin geleceğini belirlemeye çalışmaktadır. Kürdlere şu olmaz, bu olmaz, diye kararlar almakta, veya bu yolda alınan kararlara nüfusları bir milyonu bu devletler de imza koymaktadır. Kürdlerin geleceğinin, Kürdler tarafından belirlenmesinin engellenmesi için her türlü faaliyet yürütülmektedir. 1922-1923 Lozan görüşmelerini hatırlayalım. Lozan görüşmelerinin çok önemli bir yönü Kürdlerin geleceği üzerine kararlar alıp yaşama geçirmekti. Ama bu görüşmeler sürecinde Kürdler yoktu. Toplantılarda, Kürdlerin olmamasına, Kürdlerin temsil edilmemesine özen gösterilmişti.

Eğer bir devletininiz yoksa, kendinize ilişkin bir müze bile kuramazsınız. Kültürel değerlerin gaspına, yağmalanmasına  engel olamazsınız. Atalarınızı anacak bir mezarlığınız bile olmaz…

Tarih bilinci, Toplum Bilinci

Fakat, Kürdlerin önemli bir kısmı, bu durumların, bu ilişkileri bilincince değildir. Bölünme, parçalanma ve paylaşılma konusunda  tarih bilincinin ve toplum bilincinin geliştiği söylenemez. Güçlü bir tarih bilinci, toplum bilinci gelişmediği için Kürdler hala brakuji (kardeş katili) yaşıyor. 

1978’de,  yaz aylarında, Hakkari’de, Şemdinli kırsalında, KDP ve YNK peşmergelerinin karşılaşması, çatışmalar, Kürdlerde, tarih bilincinin ve toplum bilincinin  gelişemediğini çok açık bir şekilde göstermektedir.

Kürdistan Bölgesel Yönetimi alanında genel seçimler 30 Eylül 2018 tarihinde yapılmıştır. Kürdistan hükümeti, aylar süren görüşmelere, anlaşmalara  rağmen,  bu yazını yazıldığı günlere kadar (Haziran 2019 sonları, Temmuz başları ) hala kurulamamıştır. Artık o anlaşmaları, bir saat içinde, kolaylıkla  ihlal edilebilir, ihlal edilebilecek  metinler olarak  okuyoruz. 

1960’lardan bu tarafa süren bunca savaşın, ödenen çok ağır bedellerin Kürd ulus duygusu, Kürdistan duygusu yaratamaması,  birlik duygusunu geliştirememesi çok şaşırtıcı bir durumdur.  Ödenen bu çok ağır bedellerin uzlaşma kültürü yaratamaması dikkate değer bir durumdur. Halbuki bu mücadelenin 1960 önceleri de vardır. Hatta 200 yıldır sürdüğü de söylenebilir. Kürdistan’dan koparılan alanlardaysa, Kürdlere yapılan baskı, zulüm gittikçe artmaktadır. Güvenlik güçlerinin, ordu, polis birliklerinin gözler önünde Kürdlerin arazileri, ürünleri yakılmaktadır. Arap aileleri  yerleştirmek için, devlet terörü eşliğinde Kürd köyleri boşaltılmaktadır. Kürd bölgelerini Araplaştırma yoğun, yaygın bir şekilde sürdürülmektedir. Kürdistan Bölgesel yönetimiyse, bu sürece karşı bir şey yapamamaktadır. Dokuz ayı aşkın bir zamandır hükümet bile kurulamaştır. Bütün bunlar, milli duygu eksikliğiyle çok yakından ilgilidir. Örgüt çıkarları her zaman, Kürdistan’ın genel çıkarlarının önünde tutulmaktadır.

Halepçe’de Soykırım, Abdurrahman Qassemlu, Vedat Aydın

1980’lerde, Kürdistan’ın güneyinde, Kürdler soykırımla karşılaştılar, 16 Mart 1988 Halepçe soykırımın doruk noktasıdır.

13 Temmuz 1989 tarihindeyse, KDP-İ Başkanı Abdurrahman Qassemlu  (1930-1989) ve arkadaşları, Fadıl Resul ve  Abdullah Qaderi-Azar, Viyana’da,  İranlı ajanlar tarafından katledildi. Bu kişiler, KDP-İ’nin Avrupa sorumlusuydular.

5 Temmuz 1991’de Vedat Aydın katledildi. Bakur’da,  ‘Faili Meçhul Cnayetler’in Vedat Aydın’ın  katledilmesiyle başladığı söylenebilir.

Eylül 1992’de, Berlin’de,  bir restoranda, Abdurrahman Qassemlu’dan sonra, KDP-İ Başkanlığına getirilen Dr. Sadık Şerefkendi ve arkadaşları Fattah Abdoli, Homayoun Ardalan ve Nuri Dehkurdi, yine İranlı ajanlar tarafından katledildi.

1992 sonlarında, Kürdistan’ın güneyinde, PKK gerillaları ile KDPli ve YNKli peşmergeler arasında  uzun süre devam eden çatışmalar gerçekleşti. Bunu brakuji olarak adlandırmak gerekir. 

1996-1998 yılları arasında, KDPli ve YNKli peşmergeler arasında  çatışmalar yaşandı. Bu da brakujiydi.   Bütün bu çatışmalarda, binlerce ölümün meydana geldiği de bilinmektedir. 

Bütün bu süreçlerin Kürdler arasında birlik yaratamaması, Kürdler arasında birlik duygusunun gelişmemesi,  uzlaşma kültürünün yaratılamaması üzerinde durulması gereken bir konudur. Süleymaniye Merkez Güvenlik Karargahı’nda yaşananların, Kürdler arasında birlik duygusunun gelişmesini sağlayamaması yine  öyle…

Son yirmi yıldır, PKK/KCK tarafından geliştirilen Barzani karşıtlığı, Kürd bayrağı karşıtlığı da, üzerinde durulması gereken bir süreçtir. Türk soluyla ilişkilerin gelişmesinin, bu süreci yoğunlaştırdığı da bilinmektedir.  49’lar, 23’ler, DDKO, 78’li Kürdler, PKK gibi süreçlerin, Mele  Mustafa Barzani, Kürdistan Demokrat Partisi odak noktasında değerlendirilmesi önemli olacaktır. 

Bütün bu olumsuz süreçlerin, yaratılan, sürdürülmeye çalışılan çelişmelerin, çatışmaların, sadece, Kürdlere hasım güçlerin  işine yaradığı, onların çıkarlarına hizmet ettiği, Kürdlere, Kürdistan’a hiçbir yararının olmadığı, ayrıca, Kürdleri daha mağdur ettiği de bilinmektedir.

***

Bu yazıda, KDP-İ liderlerinin katledilmeleriyle ilgili sürece biraz daha yakından bakmanın gerekli olduğu kanısındayım.

Abdurrahman Qassemlu, 13 Temmuz 1989’da,  Viyana’da, bir evde, bir apartman dairesinde, İran’dan, devlet ve hükümetin,  görüşmeler için gönderdiği ajanlar tarafından  katledildi.  Katliam, görüşmelerin başlamasının ilk dakikalarında gerçekleşti.

Abdurrahman Qassemlu ve arkadaşlarının katledenler çok kısa bir zamanda evi, apartman dairesini  terkettiler. Apartmanı terkederken herhangi bir engelle, takibatla karşılaşmadılar. Viyana polisi, bu katilleri yakalamak için hiçbir çaba sarfetmedi. Katiller çok kısa bir zamanda Viyana’yı da terkettiler. Çok kısa bir zamanda, Avusturya’yı da terkedip İran’a ulaştılar.  İran’da, devlet ve hükümet ve basın tarafında kahramanlar gibi karşılandılar. Katiller Viyana’yı terkederken de, Avusturya’yı terkederken de herhangi bir engelle, takibatla karşılaşmadılar. 

Viyana polisi, katilleri yakalamak için hiçbir çaba sarfetmediği gibi, Viyana savcısı da bu katliam ile ilgili olarak bir ceza davası  açmadı. Kürdler, bu katliamla ilgili olarak soruşturma açılması, ceza davası açılması konusunda çok büyük çaba sarfetti.  Buna rağmen Viyana savcısı, bu istemlere, baskılara rağmen ceza davası açmama konusunda  özen gösterdi. 
Abdurrahman Qasemlu’nun eşi Helena Krulich, Fransa, Almanya, İtalya, İsveç vs. Cumhurbaşkanlarını, ABD Başkanı’nı, İngiltere Başbakanı’nı ziyaret ederek, Avusturya’da, Viyana’da bir ceza davası açılması konusunda yardımlarını istedi. Buna rağmen Viyana’da bu konuyla ilgili bir ceza davası açılmadı. Ceza davasının açılmamasının tek nedeni, Avusturya’nın, İranla ticari ve diplomatik ilişkilerini, pürüssüz bir şekilde sürdürmek isteğiydi. Avusturya bu katliamla ilgili, gözaltılar, tutuklamalar vs. yaparsak, ceza davası açarsak, İranla ticari ve diplomatik  ilişkilerimiz bozulur, diye düşünüyordu.  Kürdlerin hakları, özgürlükleri, Kürdlere, Kürdistan’a yapılan haksızlıklar hiç umurunda değildi. Kürdlerin yaşadığı soykırım bile batılı demokratik devletleri harekete geçiremiyordu. 

Bütün bunlar, şunu gösteriyor. 1920’lerde, Milletler Cemiyeti döneminde, Yakındoğu’da, Ortadoğu’da bir statüko kurulmuş. Bu statüko Kürdlere, Kürdistan’a bir statü vermiyor. Kürdler, Kürdistan, bölünmüş, parçalanmış, paylaşılmış. Her parçada da, Kürdleri, adıyla, diliyle, kültürüyle, tarihten, yeryüzünden silmek gibi bir politika uygulanıyor. Yukarıda vurgulanan operasyonlar ise, haksızlıkların hala sürüp gittiğini gösteriyor. 

Bu çerçevede, 25 Eylül 2017 referandumunu, yüzde 72 katılım ve yüzde 93 onayı, buna rağmen gelişen 16 Ekim 2017 darbesini de unutmamak gerekir. Bu süreçte, Kürdistan’a komşu devletlerin, büyük devletlerin  anti-Kürd tutumlarını da irdelemek bu tutumların bilincine varmak  önemli olmalıdır. 

Bu politikanın, Kürdlere, Kürdistan’a karşı çok haksız bir politika olduğu açıktır.  Bu, bir insanın iskeletinin parçalanması, beyninin dağılması gibi bir sonuç ortaya çıkardığını sürekli olarak vurgulamak gerekir… 

Abdurrahman Qasemlu ve arkadaşlarının katledilmesi, 13 Temmuz 1989’da gerçekleşmişti. 16 Mart 1988’de de Halepçe’de Kürd soykırımı yaşanmıştı.  17 Eylül 1992 tarihinde de, Berlin’de, bir  restoranda ,  Abdurrahman Qasemlu’dan  sonra, KDP- İ Başkanı olan  Dr. Sadık Şerefkendi ve arkadaşları, yine, İran’dan, devlet ve hükümet tarafından gönderilen ajanlar tarafından katledilmişti.  . Batılı demokrasilerin tutumu da hala, bu haksızlıkları,  bu süreci sürdürme yolundadır. Kürdlere, Kürdistan’a yapılan haksızlıkların hala sürüp gitmesi, elbette, Kürdlere  birşeyler söylemelidir, Kürdleri düşündürmelidir Bütün bu katliamlara rağmen, Kürdler arasında brukujinin yaşanması ise, Kürdlerin çok büyük bir zaafına ortaya koymaktadır.  Kürdlere hasım güçler, Kürdlerin bu zaafından yararlanarak,  kendi ekonomik ve politik çıkarları doğrultusunda,  Kürdleri istediği gibi yönetebilmektedir. Brakujiden uzak durmak önemlidir. Brakujiden uzak durmak önemli olduğu gibi, bu tür süreçlere zemin hazırlayacak tahriklerden de uzak durmak gerektiği açıktır.

Abdurrahman Quasemlu’nun katledilesinin otuzun yılında,  Muhammed Gazi ve arkadaşlarını, Dr. Abdurrahman Qassemlu ve arkadaşlarını, Dr. Sadık Şerefkendi ve arkadaşlarını,  bütün Kürdistan şehitlerini sevgiyle anıyorum.

***

Bu olumsuz durumlar, gelişmeler  nasıl aşılabilir? Her şeyden önce Kürdlere/Kürdistan’a ilişkin tarihsel gelişmelerin, haksızlıkların bilincine varmak gerekir. Zaaflardan arınmak  gerekir.  Bölünme, parçalanma, paylaşılma süreçlerinin, haksızlıkların  bilincine varanlar, zaaflardan arınmaya çalışanlar düşmanlarına değil, birbirlerine taviz verme  gereği üzerinde durur. Birlikte hareket etmeye, güç olmaya çalışır. Kürd Kürde taviz verirse, Kürd Kürdle uzlaşırsa, sonuç olarak Kürdler büyür, Kürdistan büyür. Ama bir Kürd Kürdlere hasım güçlere taviz verir,  Kürdü arkasından hançerlerse, bu bütün Kürdlerde  onulmaz bir yara açar.  Bütün bu konular konusunda toplum bilincini, tarih bilincini geliştirmek,  uzlaşma kültürünü geliştirmeye çalışmak eğitim programlarını bu yönde hazırlamak önemli olmalıdır.

Kürdistan Bölgesel Yönetimi için söylenmesi gereken ise şudur: Kısa zamanda ordunun ve maliyenin birleştirilmesi, merkezi bir ordunun, merkezi bir maliyenin kurulması gerekir. Siyasal partilere bağlı ordularla, siyasal partilere bağlı maliyelerle, Kürdistan  ciddi kazanım sahibi olamaz.

https://m.nerinaazad.org/tr/columnists/ismail-besikci/abdurrahman-qassemlunun-katledilmesinin-30-yildonumu

Geef een reactie

Je e-mailadres wordt niet gepubliceerd. Vereiste velden zijn gemarkeerd met *