Uzunca bir müddet, edebiyat kuramları üzerine çalışmak durumunda kaldığımdan Feminizm üzerine de çokça okuma yapma, yazma imkânım oldu. Fakat ne zaman Kürdistan’da biri bana feminizmden bahsetse ya da özgür kadın meselesine girse, gülümseyerek konuyu değiştirmeye ve kendimi de karşımdakini de yormamaya özen gösterdim.
Bunun sebebi, elbette ki, Feminizmi gayri ciddi bulmak ya da kadınların özgürleşmesinden yana olmamak değil. Fakat kendi köklerinden yeterince kopmuş, Kürdistan toplumunu var eden temel yapıtaşlarından habersiz bir zihinle tartışmanın yersiz olduğunu düşünürüm.
Diğer bütün entelektüel meselelerde olduğu gibi Kürtler, bu meselede de, başkalarının ürettiği kavramlar ve zihin dünyası üzerinden bir algı geliştirdi. Bu, Kemalizm’in Kürdistan’ın kuzeyindeki modernleşmeyi esir almasıyla ilgili bir durum. Kendi modernizmimizi yaratma fırsatlarına, yani devlete, sahip olmadığımız için, bu konularda yeterince çirkin bir örnek olan Türk modernleşmesinin kötü bir taklidi olduk.
Bugün de bu aşağılıkça durum, Türk Solu ve Türk İslamcılığı üzerinden hızla ve hararetle sürüyor.
Dolayısıyla, kendimizin tarihi ve siyasetine olduğu gibi, akrabalık ilişkilerimize, adavetlerimize, aşiretlerimize, hukukumuza, sosyal yapımıza, aşklarımıza, erkeklerimize ve kadınlarımıza da işgalci Türk’ün gözleriyle bakar hale geldik. Onlar, bizim hakkımızda ne düşünüyorsa, kendimiz hakkında öyle düşünmeye başladık. Onların güzel bulmadığına çirkin, onların doğru ve iyi bulmadığına yanlış ve kötü demeye başladık.
Etik ve estetik bütün değer yargılarımızın belirleyeni artık başkaları, daha kötüsü, işgalcilerimiz olduğu için de, kendimizin yabancısına dönüştük. Bu sakat durumdan da bir medeniyet algısı türemeyecektir. Olsa olsa uzun yıllar sürecek bir bocalama dönemi ve sonrasında tümüyle başkalaşmış, asimile olmuş bir Kürt toplumu.
Örneğin; Kürdistan’da evlilik hukuku kadın merkezli kurulmuştur. Türkçe’de tümü “başlık parası” olarak adlandırılmış olan Qelend, Next, Mehranî ve Xişr uygulamaları ile dayı, amca, hala ve teyzelere, gelin üzerindeki emeklerinden dolayı ödenen teminatlar, temelde kadının erkek karşısındaki hukukunu güvenceye alır.
Fakat “modern” Türk aklı bunu “öküz gibi alınıp satılma” olarak işlemiş ve neticede bu uygulamalar, Kürtlerin bir bölümü içinde de, ortada gerçekte bir çağ değiştirme yokken dahi, ilkel ve çağdışı hale gelmişlerdir.
Yine Kürtlerdeki namûs kavramı, toplumumuzun bağlı olduğu temel hukuksal ilkeleri ve bir felsefe kavramı olan Nomos’u karşılarken; bu kavram, yine işlenip sunularak bir Türk algısı olan “iki bacak arası”na indirgenmiştir.
Böylece Kürdistan normalinde bir Kürt kişisinin sözünde durmaması ya da örneğin sattığı süte su katması da bir namus problemi iken, bu kavram politizasyondan yeterince pay almışların “Kimsenin namusu değiliz” pankartlarıyla tümüyle başka bir hale bürünmüştür.
Yaresanilik örneğinde net bir şekilde görüleceği gibi, eski Kürt dinleri kadın ve erkeğin eşit olduğunu öğütler ve cinsiyet farkı gözetmeksizin erdemli insana vurgu yapar. Ezdilik dini kadın meselesinde kusurlu, kadını da aşağıda tutan bir yaklaşıma sahiptir ama ilginçtir ki bugün cehaletin dibine vurmakta beis görmeyen politik “özgür kadın” da onu kutsayıp durur, çünkü gerçekte buna dair bir bilgisi yoktur.
Kürt aşiretlerinin xan / ode olarak bilinen yönetim kültüründe menopoz dönemindeki, yani üreme faaliyeti bitmiş olan kadınlar, erkeklerle, eşit söz ve oy hakkına sahip olarak aynı divanda yer alırlar. Kürtlerdeki üreme / üretim algısının bir yansıması olarak, daha genç kadınlar, divanda yer alma hakları olmadığı halde emirliğin veya aşiretin reisliğine seçilebilir, savaşta komutan olabilir, ruhban sınıfının başına geçebilir, müderris ve müsteşar olabilir, arabulucu ve hakem olabilirler.
Örneğin; sadece son yüzyılda bile kuzeyde Heyderan, güneyde Caf gibi 6 büyük konfederasyonun reisleri kadındı. Bunun ne anlama geldiğini, kadınların özgürlüğünü Türklerin gözünden keşfeden Kürt hareketi elbette ki anlayamaz ama açmak gerekirse altı büyük eyaletin başbakanının kadın olduğu anlamına geliyor.
Tabii onlar Türk aklıyla düşündükleri için onlara Türkiye’den bir örnek vermek gerekir. Biri Musa Anter’in annesi Fesla Xanim olmak üzere Türkiye’nin ilk kadın muhtarlarından birkaçı Kürt’tü ve bu, Kürdistan’da hiç de şaşılacak bir durum değildir. Yine Urfa’nın kayda geçmiş en büyük eşkıyalarından ikisi, Nayla Bozo ve Xanima Koro da kadındı ve bölgedeki erkeklerin en büyük korkusu sırtında bir çuval mal ile onların eline düşmekti.
Ekleyelim, Kakei Kürtlerde çoğu şair, dört yüzden fazla azize vardır. Erdelan Sarayı’nda Mahşeref Xanim (1800-1847) gibi 2.000’den fazla gazel yazmış olan bir kadın şair ve hukuk doktrini sahibi bir fıkıhçı vardır. Tabii bizimkiler bunu bilmedikleri için bu kadının aynı zamanda dünyanın ilk kadın tarihçisi olduğunu da bilmezler.
Adile Xan’ın 1909’da Halepçe’nin yöneticisi olduğunu ve onun şehri yeniden inşa ettirdiğini, bir parlamento kurduğunu, yargı sistemi oluşturduğunu ve bölgenin ilk hapishanesini tasarladığını ve inşaatında çalıştığını da bilmezler. Emma Goldman ya da Clara Zetkin’i bilmek ama Kürdistan’daki Kürt kadın hareketinin kurucusu Hefse Xan Neqîb’in (1880-1953) adını bile duymamış olmak, Osmanlı’nın fakülte mezunu ilk kadın doktoru olan ve Kürt Kadınları Teali Cemiyeti’ni 1919’da kuran Encûm Yamulki’den haberdar olmamak da korkunçtur herhalde.
Erkek başıma, daha onlarca isim sayabilirim ama ne gerek var? Özgür kadın meselesinin dünkü çocuk olduğu Kürdistan’da gerçekten bu berbat ve ofsaytlık durumda debelenmemizin ne anlamı var? Kürdistan’ın dört parçasında neredeyse köy köy dolaştım ve şimdiye dek doğallığını koruduğu halde özgür olmayan tek bir Kürt kadını dahi görmedim. Hepsi özgür ve nevi şahsına münhasırdı.
Oysa, Türk İslamcılığı olarak kendini dayatan Arabizm ile Kemalizm’in çıplak bir hali olan Türk Solu’nun her gün daha çok çirkinleştirdiği, köksüzleştirdiği ve bu yüzden özgürlüğünü elinden aldığı, çünkü başkalaştırdığı, erkekleştirdiği, militaristleştirdiği kadınlar kadar tutsak olanını görmedim.
Kocasını kendi ailesinden daha düşük gördüğü için ondan çocuk doğurmayı reddetmiş bir Kürt kadını da tanıdım, on altı çocuk doğurmuş Kürt kadınlarını da. Ama bir sosyalist feminist kolektifin bir Kürt ilinde astığı “Kimseye çocuk borcumuz yok” sloganından daha tutarsız ve kendi ahlakına uymayan bir şey görmedim.
Kadın bedeninin erkek bedeninden üretim işlevi olarak tek farkı hamile kalmak ve çocuk doğurmak iken bunu reddetmek, kadınlığın kendisini reddetmediğin sürece hangi ahlakın bir parçası olabilir ki?
Derken, biraz önce tesadüfen Bingöllü bir Kürt kadını olan Cemîle Xanim’ın fotoğrafıyla karşılaştım. Büyük ihtimalle Hicaz seferi sırasında çekilmiş bu fotoğraftaki kadın, kocası ile birlikte Şêx Saîd hareketinin direnişçilerinden biriydi. (Yani Kürt kadın savaşçılarının PKK ile ortaya çıkan modern dönemin bir ürünü olduğu da yalandır.) Yado’nun grubuyla birlikte 600 km’den fazla bir yolu Türk askerleriyle çatışarak yürüdüler ve sonunda Halep’e vardılar.
Cemîle Xanim, 1927’deki Kürt Ulusal Kongresi Xoybûn’un delegelerinden biri oluyor burada. Kocası Sehdin Telha, 1930’da evine yapılan baskında Xoybûn’la ilgili dokümanlardan dolayı mahkûm ediliyor. Müebbet hapis cezasını önce Erzurum’da ardından Sivas’ta ağır şartlar altında geçiriyor. Sehdin Telha, Milli Şef’in hapishane ziyareti sırasında Kürt giysilerini çıkarmayı reddettiği için İsmet İnönü’nün emriyle 16 Haziran 1942’de Sivas’ta idam ediliyor…
Tam da bu vesileyle Kürdistan’ın bağımsızlığı için çarpışmış kadınların, Kürtlere ve Kürdistan’a emek vermiş kadınların, Kürt olarak kalmak için çaba sarf eden kadınların, çocuklarıyla Kürtçe konuşan kadınların günü kutlu olsun!
İbrahim Halil Baran